"Önce hamaset… Sonra bir bakıyorsunuz onlarca geri adım atılıyor. Davos’taki ‘One minute’ü unutamıyorum. Alkış kıyamet; “Nasıl da posta koydu” sözleri. Mamafih hemen o toplantının akabinde Tayyip Erdoğan, “Benim tavrım Peres’e karşı değil, tartışmayı yöneten moderatöreydi” dedi. Ama zihinlerde “İsrail’e posta koyan Başbakan” imajı kaldı. Zaten bu imajı, Tayyip Erdoğan çeşitli konuşmalarında “İsrail bir terör devletidir” diyerek de pekiştirdi.
Yakın zamana kadar bu çizgide ilerledik. Hatta, hemen herkes “MOSSAD ajanı, İsrail yardakçısı” ithamlarından payına düşeni de aldı. Meselâ Fethullah Gülen, Mavi Marmara konusunda
“Keşke daha önce İsrail devletine haber verseydiniz” dediği için, ciddi hakaretlere maruz kaldı; MOSSAD ve CIA ajanı olduğu ileri sürüldü.
Birden bire “İsrail’e ihtiyacımız olduğunu” keşfettik. (Tayyip Erdoğan: “İsrail’e ihtiyacımız olduğunu kabul etmemiz lâzım” 2 Ocak 2016)
Artık çarklar tersine dönmeye başladı. Şimdilerde İsrail bize posta koyuyor. Cenevre’de İsrail heyetiyle yapılan toplantıda, Hamas meselesi “kırmızı çizgi” olarak masaya konuldu. Bir iddiaya göre, İsrailliler “Hamas’ın Türkiye’deki ofisleri kapatılsın, faaliyetleri yasaklansın; Hamas’a desteğinizi çekin” uyarısında bulundu. Bir başka iddiaya göre de “Hamas ile konuşun, İsrail topraklarında saldırılar düzenlemesin; arabuluculuk yapın” dedi. Nereden bakarsanız bakın, Hamas konusunda tavrımızın değişmesi isteniyor.
Mesele bununla da sınırlı değil… İsrail’le arayı düzeltip, dünyadaki imajımızı parlatmak üzere, Amerika’daki Yahudi lobilerine on milyonlarca dolar para ödeniyor. Daha yeni ABD’deki Yahudi cemaatinin önemli isimleri ülkemize geldi. Aralarında Başbakan Netanyahu’nun yakın arkadaşı da vardı. “İsrail’le münasebetimizi nasıl tanzim ederiz?” gayreti içindeler.
Dış politika işte böyle içler acısı bir durumda. Önce Tayyip Erdoğan’ın “eşref saatine” göre şekilleniyor. Onu takip eden güruh, aynı telden çalıyor ve her farklı görüşü “ihanet” diye karşılıyor. Sonradan, Türkiye bunun bedelini ödeyince, kesenin ağzı açılıyor. Yahudi lobilerine para aktarılıyor; Yahudi cemaatinin önde gelen isimleri Türkiye’de ağırlanıyor.
Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu bir de ders vermeye kalkışmaz mı? Bakın ne dedi: “Tabii ki Yahudi lobileriyle anlaşırız. Biz Yahudi düşmanı değiliz. Yahudi düşmanlığı antisemitizmdir ve suçtur.”
Bugüne kadar bu cümleleri sarf edenleri “hain” ilân ediyordunuz… Şimdi ders mi vermeye kalkışıyorsunuz? Dış politikada biraz birikiminiz ve sağduyunuz olsaydı, uluslararası arenada Türkiye bu kadar yalnız ve bu denli etkisiz bir konuma düşer miydi?"
Ülkücü irade
Önemli sorunlarımızdan biri de parti içi demokrasinin bulunmaması. Nispeten CHP’de, ön seçim uygulamalarıyla, bir nebze özgür yarışma imkânı var. Ama diğerleri, mutlak lider hâkimiyeti altında, demokrasiden nasibini almamış durumdalar.
Bir genel başkan değişimi olmazsa, MHP ilk seçimde baraj altına düşer. Devlet Bahçeli, önemli bir kalp ameliyatı geçirdi. Hiçbir resmi açıklama yok. Buna rağmen, kalp kapakçığının değiştiği söyleniyor.
Özgür bir kongre olsa, belli ki delegeler yeni bir isimle yola devam edecek. Bahçeli ekibi, bunu engellemeye çalışıyor. Tüzükte belirtildiği gibi, yeterli imza toplandı. “Ülkücü irade” Olağanüstü Kurultay talep ediyor. Bahçeli, “İsterse bin imza toplasınlar, bizim için yok hükmünde” çıkışını yaptı. İmzayı toplayanlar, mahkemeye başvurdular. Mahkemelere hiç güven kalmadı.
MHP’de genel başkan değişikliği, AK Parti’nin işine gelmediği için, mahkemenin de o istikamette karar vermesi kuvvetle muhtemel. Ama diyelim ki bir sürpriz oldu… O takdirde, hem MHP, hem de Türkiye açısından bir umut doğabilir. Seçimlerde AK Parti karşısında, Meral Akşener başkanlığında bir MHP, alternatif oluşturabilir. Zaten Akşener, kendine güveniyor. “Eğer genel başkan olursam, Başbakan olurum” diyor.
Türkiye, zor bir dönemden geçiyor. Çok daha sıkıntılı günler bizi bekliyor. Ne zaman, hangi duvara toslayacağımız belli değil. 7 Haziran’da işin içinden demokratik bir şekilde sıyrılmak imkânı doğmuştu. Devlet Bahçeli’nin reddiyeci tavrı yüzünden bu fırsat kullanılamadı. Şimdi aynı Devlet Bahçeli, gene demokrasinin gereklerine uymuyor. Bu defa da Ülkücü iradeyi gözardı ederek direniyor. Siyasette bunun bedeli var. Er geç o bedel ödenecek.
AYM ve sadakat
Anayasa Mahkemesi, Can Dündar ve Erdem Gül’ün, “hukuka aykırı tutuklama” ve “basın özgürlüğü ihlâli” sebebiyle yaptığı başvuruyu, 17 Şubat Çarşamba günü inceleyecek. Başbakan Ahmet Davutoğlu, “Türkiye basın özgürlüğünün sonuna kadar yaşandığı demokratik bir ülke” dese de, “Can Dündar ve Erdem Gül’ün gazetecilik faaliyetinden değil, terör ve casusluktan tutuklandığını” söylese de, bu sözlerin gerçeği ifade etmediğini herkes biliyor. Bakalım Anayasa Mahkemesi, adalete ve hukuka mı sadakat gösterecek? Yoksa, iktidara mı?
Cevabını öğrenmemize az kaldı.
Arafat Bingöl
İsmi Arafat, soyadı Bingöl… BİNSAT isimli güvenlik şirketinin Yönetim Kurulu Başkanı; yani sahibi. Bu şirket, AK Parti Genel Merkezi’ni de koruyor. Zaten Arafat Bingöl, sıkı bir Erdoğan hayranı. Şöyle yazıyor bir tweetinde: “G-20 zirvesine milletimizin ve ümmetin lideri Cumhurbaşkanımız mührünü vurdu. O konuştu, diğerleri tasdik etti. Dünya onu konuştu.”
(Kasım 2015)
Gerçekleri ters bir prizmadan gördüğü belli. Uluslararası camiada hiçbir ağırlığı kalmayan, son olarak “PYD terör örgütü” iddiasında bile görüşleri kabul edilmeyen bir kişi için “dünya lideri” diyor.
Melek İpek’i evine sokmamak üzere bu kişi görevlendirildi. Duruşuyla, görüntüsüyle, uygun bir seçim… Gözü kara bir AK Partili. Hukukmuş, özel mülkiyetmiş, vicdanmış, adaletmiş… Kimin umurunda! İlk seçimde, AK Parti milletvekili adayı olursa hiç şaşırmayın. Hürriyet’e saldıran Abdürrahim Boynukalın’ı hatırlayın. Şu anda Gençlik Spor Bakan yardımcısı.
Nazlı Ilıcak - Özgür Düşünce