'Duanın vakti kaza olmadı'

''Dua, yer çekiminden daha güçlüdür ve hiçbir cephanelikte bulunmayacak kadar önemli bir kalkan ve silahtır. Onu kalbten ve ızdırar içinde edenler, ettikleri bu duanın neticelerini mucizevârî bir şekilde görürler…''

SHABER3.COM

Safvet Senih / samanyoluhaber.com

Yirmi Üçüncü Söz’ün Birinci Mebhasi’nin Dördüncü ve Beşinci Noktaları dua ve çeşitleri üzerine yazılmıştır. Üstad Bediüzzaman Hazretleri “İman, insanı insan eder. Belki insanı sultan eder. Öyle ise, insanın asıl vazifesi îman ve duadır.” dedikten sonra, insan ve hayvanların dünyaya geliş ve hayat şartlarını öğreniş şekillerini delil olarak sunuyor: “İnsanın yirmi senede kazandığı hayatî gücü, amelî beceri ve yeteneğini, serçe ve arı gibi bir canlı yirmi günde tahsil eder yani ona ilham olunur. (…) İnsan dünyaya gelişinde herşeyi öğrenmeye muhtaç ve hayat kanunlarına câhil, hatta yirmi senede tamamen hayat şartlarını öğrenemiyor. Belki ömrünün sonuna kadar öğrenmeye muhtaç, hem gayet âciz ve zayıf bir surette dünyaya gönderilip, bir iki senede ancak ayağa kalkabiliyor. On beş senede ancak zarar ve menfaati farkeder. Hayat-ı beşeriyenin, (insanlığın ictimaî hayatının yardımıyla) ancak menfaatlerini elde edebilir ve zararlardan sakınabilir. Demek ki, insanın fıtrî (tabiî) vazifesi ilim öğrenerek kemâle erip yükselmedir; dua ile Allah’a kulluktur. (…)  Demek insan bu âleme, ilim ve dua vasıtasıyla mükemmel hâle gelmek (insan-ı kâmil olmak) için gelmiştir. (…)  Hem insan, nihayetsiz âciz olduğu halde nihayetsiz belâlara maruz ve hadsiz düşmanların hücumuna mübtelâ, nihayetsiz fakir ve muhtaç olduğu halde nihayetsiz hâcetlere giriftar ve nihayetsiz istek ve arzuları bulunduğundan, aslî, fıtrî vazifesi, imandan sonra duadır. Dua, kulluğun esasıdır.” diyor. 

Dua, yer çekiminden daha güçlüdür ve hiçbir cephanelikte bulunmayacak kadar önemli bir kalkan ve silahtır. Onu kalbten ve ızdırar içinde edenler, ettikleri bu duanın neticelerini mucizevârî bir şekilde görürler… Ama duanın neticesi ne zaman tahakkuk edecek, vakti ne zaman kaza olacak, onu Allah’ın hikmeti bilir ve tesbit eder. Bu hususta İlahî hikmeti ve takdir edilen kaderi sorgulamak hiçbir kimsenin hakkı ve haddi değildir.

Üstad Hazretleri “İmân, duayı katî bir vesile olarak iktiza ettiği ve insan fıtratı onu şiddetle istediği gibi; Cenab-ı Hak dahi “Duanız olmazsa ne ehemmiyetiniz var; (Ne işe yararsınız? Allah sizi ne yapsın ki?)”  (Furkan Suresi, 25/77)  ferman ediyor. Hem “Bana dua edin, icabet edeyim.” (Mümin Suresi, 40/60) emrediyor.  

“Eğer desen ‘Bir çok defa dua ediyoruz, kabul olmuyor. Halbuki âyet umumîdir; her duaya cevap var, diye ifade ediyor?’ 

El cevap: Cevap vermek ayrıdır, kabul etmek ayrıdır. Her dua için cevap vermek var; fakat kabul etmek, hem de istenilenin aynısını vermek Cenab-ı Hakk'ın hikmetine tâbidir. Mesela, hasta bir çocuk çağırır: ‘Yâ Hekim! Bana bak.’ Hekim: ‘Buyur’ der ve ‘Ne istersin?’ diye cevap verir. Çocuk ‘Şu ilacı bana ver.’ der. Hekim ise ya aynen istediğini verir, yahut onun fayda ve maslahatına göre, ondan daha iyisini verir, yahut hastalığına zarar olduğunu bilir, hiç vermez. İşte Cenab-ı Hak; mutlak hikmet Sahibi, hâzır ve nâzır olduğu için, kulun duasına cevap verir. Vahşet ve kimsesizlik dehşetini, huzuruyla ve cevabıyla ünsiyetine çevirir. Fakat insanın hevâperestâne ve heveskârâne tahakkümüyle değil, belki İlahî hikmetin iktizasıyla ya isteğini veya daha evlâsını verir veya hiç vermez.

“Hem, dua bir kulluktur. Kulluğun meyvesi ise âhirettedir. Dünyevî maksatlar, gayeleri değil. Meselâ: Yağmur namazı ve duası bir ibadettir. Yağmursuzluk, o ibadetin vaktidir. Yoksa o ibadet ve o dua, yağmuru getirmek için değildir. Eğer sırf o niyet ile olsa, o dua o ibadte hâlis olmadığından kabule lâyık olmaz. Nasıl ki, güneşin batması, akşam namazının vaktidir. Hem güneşin ve ayın tutulmaları, küsuf ve husuf namazları denilen iki özel ibadetin vakitleridir. Yani gece ve gündüzün nuranî âyetlerinin perdelenmesiyle İlahî bir azameti ilana vesile olduğundan Cenab-ı Hak kullarını o vakitte bir nevi ibadete davet eder. Yoksa o namaz, ne kadar süreceği ve açılacağı astronomi hesapları ile belli olan Ay ve Güneşin husuf ve küsuflarının açılması için değildir. Aynı onun gibi; yağmursuzluk dahi,  yağmur namazının vaktidir. Belâların istilâsı ve muzır şeylerin musallat edilişi, bazı duaların özel vakitleridir ki; insan o vakitlerde âcizliğini anlar, dua ile niyaz ile Mutlak Kudret Sahibi Cenab-ı Hakkın dergâhına iltica eder. Eğer çok dua edildiği halde, belâlar def olunmazsa, denilmeyecek ki: ‘Dua kabul olmadı.’  Belki denilecek ki; ‘Duanın vakti, kaza olmadı.’  Eğer Cenab-ı Hak fazl ve keremiyle belâyı kaldırsa, -nurun alâ nur- o vakit dua vakti biter, kaza olur.”

“Evet hakikat-ı hâlde, apaçık âyetlerin beyanıyla sabit olan: Bütün mevcudat, her birisi birer özel tesbih, birer özel ibadet, birer has secde ettikleri gibi, bütün kâinattan İlahi dergâha giden, bir duadır: Ya istidat lisaniyledir!..  Veya ihtiyaç-ı fıtrî lisaniyledir. (…) Veya lisan-ı ızdırariyledir. (…) Dördüncü nevi, bizim duamızdır. Bu da iki kısımdır; Biri, fiilî hâli; diğeri kalbî ve kâlîdir.”

İnşaallah Yirmi Üçüncü Söz, baştan sona derin derin mütalaa ve müzakere edilerek mesele daha enginliğiyle anlaşılmış olur. Bu sürece bakış açısından bu konular, rahatlık verir ve tesellîbahş olur. Elimizdeki bu nurlardan her zaman istifade etmeliyiz.    

<< Önceki Haber 'Duanın vakti kaza olmadı' Sonraki Haber >>
ÖNE ÇIKAN HABERLER