DR. ERGUN ÇAPAN
İnsan, tavır ve davranışlarını iradesinin hakkını vererek düzenleyebilecek, sevk edebilecek bir donanımda yaratılmıştır. O, ilahi kriterlere göre inanç, düşünce, duygu ve his dünyasını dizayn ve kanalize etmekle sorumludur. Bu itibarla onun muhabbet veya nefret; dostluk veya düşmanlık duygularını ve bunların tezahürlerinin dengede tutması gerekir. Aksi takdirde kendisini helaka sürükleyecek bir uçuruma yuvarlanabilir. Bu cümleden olarak Allah dostlarına düşmanlık Allah’a savaş açmak demektir. Allah ile savaşan da helak olur ve kötü bir akıbetle dünyadan göçüp gider.
Bu ifade çok mübalağalı veya indî bir yaklaşım olarak görülebilir. Ne var ki, konu ile ilgili ayet ve hadislere bakıldığında öyle olmadığı gayet açıktır. Zira Kur’an ve Sünnette evliyanın Allah nezdinde nasıl bir kıymet ifade ettiği bildirilerek ona göre davranılması istenmiştir. Gaybın son habercisi Peygamber Efendimiz (s.a.s.) kutsî bir hadiste bu çok hayatî noktayı şu şekilde bildirmiştir: Allah Teâla, “Her kim Benim veli kullarımdan birine düşmanlık ederse, şüphesiz Ben ona harp ilan ederim.” (Buhârî, rikâk 38) buyurmaktadır. Bu kutsî hadisin yanı sıra Kur’ân-ı Kerim’de de değişik âyet-i kerimelerde Allah dostlarından bahsedilmiş ve Allah dostları şu ifadelerle müjdelenmiştir: “Şunu iyi bilmelisiniz ki, Allah’ın veli kulları için hiçbir korku yoktur ve onlar mahzun da olacak değillerdir.” (Yunus Sûresi, 10/62) Bir sonraki âyet-i kerimede ise, “Onlar, iman eder ve hayatlarını takva dairesinde sürdürürler.” buyrulmak suretiyle, Allah dostlarının iki önemli özelliğine dikkat çekilmiştir. Bunlar ise kâmil iman ve takvadır. Bunu takip eden âyette ise Allah, (c.c.) “Onlara dünya hayatında da ahiret hayatında da müjde vardır. Allah’ın sözlerinde asla değişiklik olmaz. İşte bu, en büyük kazançtır.” şeklindeki beyanıyla bu vasıflara sahip olan evliyâullahı, nasıl güzel bir akıbetin beklediğine dikkat çekmiştir. Yine Yüce Mesaj’da Allah’ın, sâlih kullarının velisi olduğu; onların işini üzerine aldığı, onları hayra sevk ettiği ve aynı zamanda yürüdükleri yolda varidât ve mevhibeleriyle onlara ışık tuttuğuna işaret edilmiştir. (A’râf Sûresi, 7/196)
Yukarıda zikredilen ayette Allah dostlarının iki önemli vasfına vurgu yapılmıştır: İman ve takva. Bu ikisi arasında da çok ciddi bir irtibat vardır. İman, temel ana blokaj, takva da bunun pratik hayattaki tezahürüdür. Bunlar aynı zamanda birbirini besler. Allah dostlarının hayata yansıyan en önemli özelliği olan takva ise, dinin prensiplerini çok ciddi bir hassasiyetle yaşama, görüp gözetme, Cehennem’i netice veren davranışlardan kaçınma, Cennet’i meyve verecek hareketlerin peşinde olma, şüpheli şeylerden uzak durma, Yüce Yaratıcı’nın varlık âlemindeki koyduğu kanunlara riayet etme ve iç dünyasını şirkten, şirki işmam eden şeylerden koruyup kollamaya ve Müslüman kimlik ve şahsiyetini korumaya kadar çok geniş alanlıdır.
Allah dostları, ibadetlerini farzdan müstehaba kadar çok ciddi bir hassasiyetle yerine getirmenin yanında kılı kırk yaran bir helal-haram hassasiyetine sahiptirler. Onlar, dinin haram kıldığı şeylere karşı çok mesafelidirler. Başkalarının hak ve hukukuna tecavüz etmez; çalıp-çırpmaz, tüyü bitmemiş yetimin hakkı olan kamu malını, gasp, ihtilas, irtikap gibi değişik yolsuzluklarla hortumlamaz, yalan ve iftiraya asla tenezzül etmezler. Bırakın haramları şüpheli şeylerden bile uzak dururlar. Diğer taraftan evliyanın uzak durduğu bu negatif özelliklere sahip kimseler ise Şeytan dostudur. Bu şeytan dostlarının en tehlikelileri de her türlü dini değeri dünyevi menfaat için pas pas gibi kullananlardır.
Yukarıda zikrettiğimiz kutsi hadiste Allah dostlarına düşmanlık yapanlara Yüce Mevla’nın mukabelede bulunarak savaş ilan ettiği bildirilmektedir. Bunun manası Allah’ın velayeti altında bulunan birisine, Allah’la irtibatlarından dolayı duyulan düşmanlık ve saldırı, Allah’a, Allah’ın hukukuna yapılan bir saldırının yerine geçmesidir. Hayatını, Allah’ı ve Resulullah’ı insanlara sevdirmeye adamış, rızay-ı ilahîden başka bir hedefi olmayan insanlara inkar, dünyevi menfaat, makam, haset gibi sebeplerle düşmanlık yapan bu kimseler zahirde evliyâullahın düşmanı gibi görünse de hakikatte din ve diyanetin düşmanıdır. Zira dini değerleri temsil eden insanlara düşmanlık aslında dine düşmanlıktır. İşte Allah, bu tür insanlara karşı savaş ilan ettiğini bildirmektedir. Bunun manası ise, bugün olmazsa yarın mutlaka onların işlerinin Allah tarafından bitirilmesi ve çok kötü bir akibetle dünyadan göçüp gitmeleri demektir.
Ne var ki, cezalandırma da Allah’ın istediği zaman ve keyfiyette olur. Çünkü Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) bir hadislerinde şöyle buyurmuştur: “Allah zalime (zulmünden döner diye) mehil üstüne mehil verir. Fakat bir kere de derdest etti mi artık onun canını çıkarır.”(Buhârî, tefsîru sûre (11) 5; Müslim, birr 61) Allah Resulü, hadisin peşinden şu ayeti okumuştur; “İşte Rabbin, hududunu çiğneyen toplulukları yakaladığı zaman böyle yakalar. O’nun yakalaması, çok acı ve çok çetindir.” (Hûd Sûresi, 11/102) Allah dostlarına düşmanlığın çok ciddi pirim yaptığı, dünyevi menfaat, makam ve paraya dönüştüğünü dönemlerde bu zulme kendini kaptıranların iflah olduğu pek görülmemiştir. Harama ve zulme dadanmalarından ötürü manevi latifeleri ölmüş veya komaya girmiş, kendilerini gaflete salmış bu kimseler, Allah’ın mühlet verip hemen cezalandırmamasındaki hikmeti de anlamazlar. Oysa ki Allah’ın, hemen cezalandırmayıp mühlet vermesinin pek çok hikmeti vardır. Öncelikle onlara zulümlerinden vaz geçip tövbe etmeleri için bir fırsat verilmektedir. Böylelerine dünyada tövbe etmeleri ve yeniden ilahi rahmetten istifade fırsatları tanındığı halde zulümlerine devam ettikleri için ahirette itiraz hakları da kalmayacaktır.
Diğer taraftan ilgili hadisin devamında da Allah’a yaklaşmanın, vilâyeti elde etmenin ve aynı zamanda kendilerine düşmanlık yapan insanların şerrinden korunmanın yolu gösterilmektedir: “Kulum, kendisine farz kıldığım şeylerden daha sevimli hiçbir şey ile Benim kurbiyetime mazhar olamaz. Bir de kulum nafileler ile Bana yaklaşır ha yaklaşır ve nihayet öyle bir hâle gelir ki artık Ben onu severim. Onu sevince de, onun işiten kulağı, gören gözü, tutup yakalayan eli olur ve onu hep doğruya yürütürüm. Böylesi bir kul Benden bir şey isterse istediğini muhakkak ona veririm. Bana sığınırsa onu hıfz ve sıyanetim altına alırım.” Allah’a sağlam bir kulluk ortaya konularak O’na dost olmanın gerekleri yerine getirildiği taktir de, Cenâb-ı Hak da er veya geç onlara düşmanlık yapanların haklarından gelecektir. Gelecektir zira tarih, bunun örnekleriyle doludur. Yüce Mevlâ, Allah dostlarına düşmanlıktan muhafaza buyursun.