Dokuz burçlu ihlas kalesi

Samanyoluhaber.com yazarlarından Abdullah Aymaz, bugünkü köşesinde 'Dokuz burçlu ihlas kalesi' yazısını kaleme aldı.

SHABER3.COM

 İkinci İhlas Risalesi olan ve başında hiç olmazsa her hafta bir defa okunması tavsiye edilen “Yirmi Birinci Lem’a” da dokuz özelliği sayılan İHLAS’ın parça parça üzerinde durmamız gerekiyor:

         “En mühim bir esas, (İHLAS’tır.)  Siz bir evin temelini, esasını bataklık veya kaygan bir yere yahut bir heyelan bölgesine atmak ister misiniz?  Yapılacak imanî vazifenin ve Kur’anî Hizmetin de İHLÂS  esası ve temeli üzerine kurmanız gerekir. Çünkü madem İNSANLIK  KALESİNİN  tamirine çıkmışsınız, başka çareniz yok. Bu kale Kastamonu Lâhikasında  bir mektupta tarif ediliyor. her bir taşı dağ değil dağlar büyüklüğünde olan içinde İSLÂMİYETİN de bulunduğu bir kale…  Bin senedir, sağından solundan darbelenip yaralanmış aslında muhteşem bir kale.

         Tîn Suresinde incire, zeytine, tur-i sîna’ya ve belde-i emin Mekke’ye yemin edildikten sonra  “Muhakkak ki, Biz insanı ahsen-i takvimde en mükemmel kıvamda, en güzel biçimde yarattık”  buyuruluyor. Mutlak mânada “insanı” yarattık deniliyor. Yani mesela “Müslümanları” deniliyor. Yani demek ki, her insan “ahsen-i takvim potansiyelinde”  yaratılmış. İşte bu Hizmet mensuplarının zor ama yüce vazifeleri İNSANLIK  KALESİNİN  tamiri…  Gâye-i hayalleri bu. Üstad Hazretlerinin  dediği gibi:

         “Karşımda bir yangın var!  (İnkârı Ulûhiyet yangını)  Alevleri göklere yükseliyor. İçinde evladım, imanım tutuşmuş yanıyor. Ben o yangını söndürmeye, imanımı evladımı, kurtarmaya çalışıyorum.”  M. Fethullah  Gülen Hocaefendi’mizin dediği gibi “‘Ateş düştüğü yeri yakar’  sözü ne bencilce bir söz. Düşen her ateş beni yakar.”  İşte İslamiyeti ciddiye alan dev kâmetli iki mürşid, böyle diyorlar.

         “En büyük bir kuvvet, (İHLAS’tır)  Bir güce ve kuvvete mi ihtiyacımız var; ihlaslı olalım yeter. Cihanın 170-180 ülkesine gidip eğitim yuvaları açmışsa hangi güçle ve kuvvetle yaptı bu işleri. Elinde adanmış ruhla gözleri ve kalbleri İHLAS  sürmeli fedâkâr ve cefakâr öğretmenlerinden ve cömert ruhlu samimi İHLÂS’lı esnaf ve  mütevellisinden başka neyi vardı?!.

         “En makbul bir şefaatçi, (İHLAS’tır). Siz bir  problemi çözmek bir engeli aşmak için bir şefaatçi ararsınız. İşte en makbul şefaatçi  İHLAS’tır. İhlaslı olun yeter. İhlas öyle bir iksir ki, taşı elmas yapar, taş gibi kalbleri yumuşatır, tatlı bir helva yapar.  Eğer hiç bilinmedik yerlerde ortaya konan başarıları, dinleyip belgeseller ve diziler yapmaya kalksanız ardı arkası kesilmez güzelliklerle  karşılaşırsınız.

         “En metin bir nokta-i istinad, (İHLÂS’tır.)  Güç yetmez  yükleri kaldıraçlarla kaldırıyorsunuz. Kaldıraçlarda en önemli husus, dayanma noktasıdır. Arşimed,  “Bana bir dayanma noktası gösterin, dünyayı yerinden oynatayım” diyor. On ihlaslı kişi dünyayı yerinden işler yapabilir. Van’daki Hizmet’in Serhad Kolejini açmaya gelen Cumhurbaşkanı merhum Özal, açılış konuşmasında o kolejin inşaatında çok büyük Hacı Kemal Ağabeyi hatırlayarak, “Eğer benim elimde Hacı Kemal gibi on adam olsa dünyayı yerinden oynatırım” diyor.

         “En kısa bir tarik-i  hakikat (İHLAS’tır.)”  Eğer hakikata ulaşmak için  en kestirme bir yol arıyorsak o İHLAS’tır. İçimizdeki İhlas enerjisi hem de bir ışık olarak sizi varmamız gereken yere ulaştırır.

         “En makbul bir mânevî dua (İHLAS’tır.)”  Kaldıkları tünellerde, hiç tanımadıkları ülkelerde âşina bir çehre bir gönül ararken, milyonda bir ihtimalle bile karşılaşmaları mümkün olmayan harika tevafuklarla karşılaşmaları Hizmetteki İhlaslıların bu mazhariyetleri ancak en makbul duaları ile izah edilebilir. Merak edenlerin sadece Sadettin Başer Ağabeyin hatıralarını okumalarını tavsiye ederim.

         “En kerâmetli bir vesile-i makâsıd, (İHLAS’tır.)”  Orta Asya’da okullar açılmaya başlanıldığında bir grup ihlaslı kardeşimiz biz de bir şeyler yapalım diye merhum Ali Bayram Hocamızla Almata’ya gidiyorlar. O, onları alıp Canbul’a götürüp bir misafirhaneye bırakıp dönüyor. Ali Bayram Bey döndükten üç gün sonra da “Misafirlik üç gündür”  diye onları oradan çıkarıyorlar. Canbul şehrinin Milli Eğitim Müdürü ile  bir türlü görüşemiyorlar. Ortada kalıyorlar. Müdürlüğün orada dolaşırken bir Ahıskalıya rastlıyorlar ve durumu ona anlatıyorlar o da “Zengin bir Kazak var, oğlu Türkiye’de oturuyor, o size  yardım eder”  diyor.  O da cebinden bir anahtar çıkarıp  “Biraz önce bir kiracı geldi, evi boşaltmış, gidin orada kalın” diyor. Eve yerleşiyorlar. Süleyman Hoca, “Arkadaşlar İslamiyete  göre aslında yolda giderken bile bir yol imamı seçilir. Gelin aramızdan bir imam seçelim”  diyor. Onlar da kendisini seçiyorlar. O,  “Eğer ben imam isem, sizden istirham ediyorum. Üstadın On Dokuzuncu Mektubunu okuyalım. Efendimizin (S.A.S.) üç yüzden fazla mucizesini anlatıyor. Bereketinden istifade ederiz diyor. Başlıyorlar üçer-beşer sayfa sıra ile okumaya, bir gün bu okuma esnasında bir arkadaşları  “Allah!”  deyip bağırıyor ve bayılıyor. Şaşırıp kalıyorlar. Kendisine gelince diyor ki, “Siz bir yandan Efendimizin (S.A.S.)  mucizelerini okuyorsunuz ama ben de bir yandan içimden “Bu nasıl iş!  Hocaefendi tavsiye etti diye buralara geliyoruz. Boş boş oturuyoruz. Yaptığımız bir şey yok!” diye kendi kendime alıp veriyordum. Bir anda perde açıldı Peygamber Efendimiz (S.A.S.) Üstad’la beraber zuhur etti. ‘O, yanlış bir şey tavsiye etmedi!  Sen nasıl böyle düşünürsün?!.’ Mealinde beni azarlayıp ikaz etti.”  Arkadaşın bu durumunu iyi bir alâmet sayıp onlar  derlenip toparlanarak doğruca yine Milli Eğitim Müdürlüğü’ne gidiyorlar. Bir de bakıyorlar görevli memurlar “Siz nerelerdesiniz sizi arıyoruz. Müdür  Bey “Onlara ayıp oldu görüşemedik. Hemen bulup getirin!’ dedi diyorlar. Bu fırsattan istifade Müdür Beye isteklerini sunuyorlar. Daha sonra Canbul’da hem erkek koleji hem de kız koleji bu arkadaşlar tarafından açılıyor.

         Aradan seneler geçiyor. Kucaklarında çocuklar iki genç Canbul’dan İzmir’e gelip  Süleyman ‘Hocamızı ziyaret edip teşekkürlerini bildiriyorlar.
<< Önceki Haber Dokuz burçlu ihlas kalesi Sonraki Haber >>
ÖNE ÇIKAN HABERLER