15 Temmuz Darbe Girişimi sonrası, en çok gündeme gelen insan hakları ihlallerinin başında hamile ve çocuklu kadınların yaşadıkları geliyor.
5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun’un "hamile, yeni doğum yapmış veya bebekli kadınlar" hakkındaki hükümlerinin OHAL’de ve sonrasında, ‘terör örgütü üyeliği’ iddiası ile hapse konulan kadınlar için uygulanmaması hem annelerin hem de bebeklerin hukuki ve insani haklarını kayda değer ölçülerde ihlal etti.
Ahvalnews.com'dan Dicle Eşiyok, darbe girişimi sonrası bir süre cezaevinde kalan kadınlarla buluştu ve onlardan cezaevlerindeki hamile kadınları ve bebekleri dinledi. İsimlerinin gizli kalmasını isteyen kadınların anlatımları durumun vahametine bir kez daha ışık tutuyor.
B.D., kız kardeşiyle birlikte tutuklanmış. Anlatıyor:
“Kız kardeşim 30 Kasım 2017’de doğum yaptı. 18 Aralık 2017’de de ben ve kız kardeşim birlikte gözaltına alındık. Yeğenim Akif bebek henüz 20 günlük bile değildi. 1 Ocak 2018’de tutuklanarak Bakırköy Cezaevi’ne konulduk. Ben, kız kardeşim, üç yaşındaki oğlum ve bebek yeğenimle birlikte. İlk duruşma için verilen tarih ise 23 Ekim 2018’di. Akif bebek şu an sekiz aylık ve cezaevinde büyüyor. Babası da tutuklu. Akif bebeğin bir de dört yaşında ağabeyi var.
Murat, bir yıldır babasından, sekiz aydır da anne ve babasından uzakta, anneanne ve dedesi ile yaşıyor. Cezaevinde neler yaşandığına gelirsek; Akif bebek Mart 2018 de sürekli kusmaya başladı. Cezaevi revirindeki doktor bunun normal olduğunu, sıkıntılı belirtiler taşımadığını söyledi. Fakat kusma arttı ve nihayet kanlı kusmaya döndü. Hastaneye sevk edildi.
Yapılan tetkikler sonucu önce net bir sonuca varılamadı. İlaçlar yazıldı fakat ilaç temini 7-10 gün arası sürünce kusma devam etti. Tekrar hastaneye sevk edildi, kusma sebebinin alerjik olduğu söylendi. Kusma esnasında mide özsuyu yemek borusunu tahriş ettiğinden kanamalı kusma olduğu ve reflü oluştuğu belirtildi. Peki, Akif bebeğin neye alerjisi vardı? Bunu anlamak için doktor bir yemek listesi verdi, annesi her gün o listeye göre yemek yemeli ve bebeğe olumsuz tesir eden besin bulunmalıydı ki bu süreç cezaevinde işlemesi imkânsız bir süreç, hâsılı işletilemedi.
Bugün çok şükür ki Akif bebek ve annesinin sağlığı iyi. Akif bebek ilaç kullanmaya devam ediyor. Reflü ilacı ve alerji için ilaçlar. OHAL’den ötürü hiç oyuncağı olmamıştı. İlk defa geçen hafta oyuncak verildi. Tabii ki çok sınırlı biçim ve sayıda ...”
M.Y. de yaklaşık üç ay hapishanede kalan kadınlardan. 37 yaşında. Tedavi ile anne olmuş. İkiz bebek dünyaya getirmiş. Şöyle anlatıyor yaşadıklarını:
“Riskli bir gebelik sonrası ikiz bebek sahibi olmuşken dokuz buçuk aylık ikiz bebeklerimden 109 gün ayrı kaldım. Tutuklandım. Yedi gün gözaltı. Gece yarısı sabaha karşı mahkeme derken emzikli bebeklerim bıçakla keser gibi emzikten kesildi. Anne sütüne ilgi ve bakımına muhtaç minicik kuzularımın yaşadıkları ve alamadıkları anne sütünün vebalini kimler nasıl ödeyecekler merak ediyorum. Daha o kadar çok şey var ki yaşadığım travmayı nasıl anlatayım.
Cezaevinde hijyenik olmayan koşullarda gittikçe azalan sütümü damla damla sağmaya çalıştığımı, haftada bir ya da iki gün bebeklerime göndermeye çalıştığımı, kapalı görüşte dahi yavrularımı 10 dakika yanıma verip de emzirmeme müsaade etmediklerini, dayanamayıp bebeklerimi yanıma aldığımda ise raporlu alerjik astım ve bronşit hastası olduklarından kalabalık koğuş ortamında bir gece bile tutmakta zorlanıp astım krizine girdiklerini, sabahı zor ettiğimi, hastaneye benimle değil de görevlilerce götürüleceklerini öğrenince eşimi aratıp bebekleri hastaneye götürmek üzere geri verdiğimi...
Her saniyesi gözyaşı o üç ayın. Ve 15 yıl boyunca oy verdiğim parti hükümetinin bana bunları yapması en kötüsü.”
F. Z. kaldığı dönem içinde cezaevindeki tanıklıklarını anlatıyor:
“Koğuşta yedi-sekiz aylık iki erkek, 15 aylık bir kız bebeğimiz vardı. Onların emeklemesi, yürümesi için gerekli ortam yoktu. Hijyen bebeklere uygun değildi. Ayrı yatakları yoktu. Ayrı banyo yapma imkânları yoktu. Çocuklu kadınlara yerlere serilmesi için halı, kilim, battaniye gibi eşyalar verilmemişti. Daha sonra dört buçuk aylık hamile bir kadın tutuklandı. İçeride doğum yaptı. Şimdi çocuk 17 aylık, hâlâ içeride.”
F.Z. sözünü bitirmeden C.K. lafa giriyor hızlıca. Hamileliliğin dahi itirafçılaştırmak için kullanıldığını anlatıyor:
“Altı aylık hamile iki ayrı kadının doğumlarına birkaç gün kalasıya kadar cezaevinde tutulduğunu biliyorum. Birisi şeker hastası idi, sık sık hastaneye kaldırılıyordu. Yeni doğum yapanların jandarma eşliğinde cezaevine getirildiğini biliyorum. İsmen sayacağım en az beş tane hamile tutuklu olup, cezaevinden doğuma gidip cezaevine dönenler var. Savcının odasına çağırıp ‘Doğumu evinde mi yoksa cezaevinde mi yapmak istersin? Ona göre isim ver’ dediği kişiler var.”
E.A. söze ağlamaklı giriyor ve “Koğuştaki bir kadın sütünü sağıp çöpe döküyordu” diye söze başlıyor: “Çocuklu birçok kadın vardı. Kriz geçiren bir kadının sesi, bütün koğuşlardan duyuluyordu. Zamanında müdahale edilmiyordu. Bir başka kadının doğumu başlamıştı. Ailesine haber verilmedi. Görevli memur nezaretinde kelepçeli şekilde doğum yapmaya zorlandı. Doğumdan sonra bebeği anneden ayırdılar ve altı gün göstermediler.”
Biraz nefeslenip devam ediyor E.A.:
“Bir yaşlarında bir çocuğa çocuk bezi verilmedi, kadın pedi kullandılar. Mahkemede savcı bunu duyunca bez sağlanmasını belirtti. Çocuk bezi dışında hiçbir şey karşılanmadı. Bir oyuncağı beş ay sonra getirdiler, sosyolog aracılığıyla. Hikâye, masal kitabı, oyuncak, boya, defter hiçbir ihtiyaç ben tutukluyken karşılanmadı. Hiçbir dilekçe dikkate alınmadı. Haftada bir çocuklara sağlıksız abur cubur getiriliyordu.”
N.İ., uzak bir Karadeniz ilinde tutuklu kalmış:
“İlk koğuşumda dokuz aylık hamile bir kadın vardı. Doğumuna günler kalmıştı ama o şekilde tutukluydu ve yine o haliyle elleri kelepçeli başka bir ile sevk edildi. Onunla birlikte yine hamile olan bir kadın gözaltında bebeğini kaybetmişti, tutuklanıp yanımıza geldi. Bir başka koğuş arkadaşım beş aylık hamileyken cezaevine girdi çok sıkıntılı bir hamilelik geçirdi.
Vücudu şiddetli kaşınıyordu, her tarafı morarıyordu. Özellikle hamileliğinin son günlerinde hiç uyuyamıyordu çok sağlık sorunu vardı ancak doğumdan sonra tahliye edilebildi.”
N.İ., özellikle bir anneyle ilgili tanıklığını hiç unutmadığını söylüyor:
“Koğuşta emzirdiği bebeğinden ayrılmış bir anne vardı. Psikolojik durumu herkesten çok daha vahimdi. Her sabah ağlayarak uyanırdı. Ve hep aynı rüyayı gördüğünü söylerdi, tam bebeğini emzirirken çekip aldıkları için rüyasından haykırarak uyanırdı. Yeni doğum yapmış anneler sütlerini lavaboya sağmak zorunda kalıyorlardı.”
N.İ. bir de doğuma tanıklık etmiş hapishanede:
“Cezaevinde hamile olarak alınan ve doğumu orada yapılan birini koğuş arkadaşından duydum. Cezaevi arabasında anlatmıştı. Sabah kalktığında kanlı bir şekilde uyanan kadına hemen müdahale edilmemiş. Doğum için götürüldükten sonra bebeğini hastanede hiç göstermeyip kadını hemen cezaevine göndermişler. Üç-dört gün sonra da tahliye etmiş savcılık.”
L.G. ise hamile veya bebekli kadınların, bir tür rehine olarak görüldüğünü dair tanıklığını paylaşıyor:
“Savcılık sorgum sırasında, düşük yapmış bir kadının muhtemelen tutukluluk değerlendirmesini yapan hâkim tarafından savcı arandı. Anladığım kadarı ile hâkim mevcut durumundan dolayı serbest bırakmak istiyordu ki bunu savcının şu sözlerinden çıkardım: ‘Hâkime hanım tabii ki biz de tutuksuz yargılanması taraftarıyız, biliyorsunuz. Ancak bu kadının eşi kaçak ve kadın eşi hakkında bilgi vermiyor.
Ayrıca biliyorsunuz muayenesini yaptırdık ve düşüğün koşullardan dolayı olmadığı ortaya konuldu’. Yani hâkime hanım tutukluyu kendi kararıyla serbest bırakamıyor ve savcıya görüş sorma ihtiyacı hissediyordu.”