- KAYYIMLIK MESLEĞİNİN ŞU ANKİ KULLANIM ŞEKLİ KESİNLİKLE HARAMDIR.
- AHLAKİ ÇÖKÜNTÜNÜN EN ÖNEMLİ GÖSTERGESİ YOLSUZLUKTUR.
- SADECE YOLSUZLUK YAPANIN MALINA EL KONABİLİR AMA BİZDE TAM TERSİ.
- KEŞKE CİNER, AKSOY VE UZAN'DA SES ÇIKARSAYDIM.
- RÜŞVET ALAN 'BURS VERİYORUM' DİYEREK YAPTIĞINI MEŞRULAŞTIRIYOR.
- ENTELEKTÜELLER AK PARTİ İLE DEVLET MEMURU OLDU.
- ALİMLER VE HOCALAR İKTİDARI UYARMAK YERİNE YANINDA DURDU.
- BUGÜNKÜ İKTİDAR GEÇMİŞTEKİLERİN YAPTIKLARI ZULMÜ YAPIYOR.
- AK PARTİ'DEKİLER BENİM ARKADAŞLARIM AMA YANLIŞ YOLDAŞLAR.
Kayyım yoluyla gasbı bu sözlerle özetledi: “Kayyım şunun için tayin edilebilir; bir tüccar, iş adamı halkı ve devleti zarara uğratmıştır. Bu zararın telafi edilmesi için malına mülküne el konulmaz fakat bu zarar telafi edilinceye kadar kayyım tayin edilebilir. Müsadere yoktur. Kayyımlık mesleğinin şu anki kullanım şekli kesinlikle haramdır”
Ali Bulaç Türkiye'nin en değerli sosyolog ve ilahiyatçılarından. Bulaç, 10 yıl süren tefsir çalışmasını geçtiğimiz günlerde tamamladı. ‘Kur'an Dersleri' ismiyle okurlara sunulan eser 7 ciltten oluşuyor. Ali Bulaç'la hem tefsirini hem de Kur'an-ı Kerim'in en önemli düsturlarından olan ‘ahlak' ve ‘adalet' kavramlarının Türkiye'deki karşılıkları ve kullanım şeklini konuştuk.
İSLAM DÜNYASI DARMADAĞIN
Kur'an'dan bu kadar uzaklaşılan bir dönemde bu tefsir, nelere hizmet eder? Yani beklentiniz nedir?
Kuran, kitapların ve Peygamberlerin indirilme sebebini şöyle açıklar: ‘İnsanlar tek başına, tek bir topluluk haline yaşıyorlardı. Dünya görüşleri, hayat tarzları, hukuk anlayışları ve beşeri ilişkileri tek bir kaynağa dayanıyordu ve bir uyum vardı. Fakat sonra kendi aralarında anlaşmazlığa düştüler. Ve bu anlaşmazlığı gidermek üzere Allah kitap indirdi ve Peygamber gönderdi.' ‘İnsanlar neden ihtilafa düştü' diye sorduğumuzda, ayette çok ilginç bir kavram var; ‘Bağyettiler' diyor. İki anlamı var, birisi kıskanmak, çekememek diğeri de bundan dolayı hak ve hukuk ihlal etmek. Nasıl ihlal eder mesele? Malına mülküne el koyar, hâkimiyeti altına alır, buyruklarını hukuk yerine geçirir. İnsan toplumları arasında çatışmaların olması doğaldır. Burada önemli olan farklılıkların hangi hukuk zemininde bir arada yaşayabilecekleridir. Kitabın indirilmesinin sebebi budur. Ama Müslümanlar tarihte Kuran'a müracaat etmediler. Mesela Sıffin Savaşı'nda Kuran ayetlerini mızraklara astılar. Ama asanların niyeti ihtilafı Kuran'a göre çözmek değildi; istismar ederek taraftar toplamak ve Hz. Ali'yi geriletmekti. Dolayısıyla dinin istismarı da çok eskiye dayanır. Bu, işin tarihi bir tarafı. İkincisi, şu anda İslam dünyası darmadağın durumda. 7-8 alanda büyük çatışmalar yaşanıyor. Asya, Latin Amerika ve Afrika'da çatışmaların giderek azaldığını görüyoruz. Fakat İslam dünyasının hemen her bölgesinde mahiyeti aynı ama şiddeti farklı çatışmalar yaşanıyor. Bunun içinden nasıl çıkacağız? Avrupa'daki büyük zihinlere bakıldığı zaman, bunların daima bir referansa atıfta bulunduğunu görüyoruz. Fikri, felsefi referansları Grek Felsefesi'dir, hukuki referans ise 1815 Magna Carta'dır. Avrupa bu referanstan hareketle sosyal doktrin ortaya çıkardı. İslam dünyasının da bir referansı olması lazım. Yani tekrar Kuran'a dönmek gerekiyor. Çatışan gruplara baktığımız zaman tek ortak paydası Kuran'dır. Fakat insanlar Kuran'ı okuyor ama anlamıyor. Anlasa bile onunla amel etmiyor, içselleştirmiyor. O zaman da meal ve tefsir devreye giriyor.
BÜTÜN TEFSİRCİLERDEN İSTİFADE ETTİM
Tefsiri hazırlarken hangi yöntem kullandınız ve kimi referans aldınız?
Selefiler bu ayeti nasıl anladı diye merak ederken, İbn-i Kesir'e, Kelamcılar'a bakarken Fahreddin Razi'ye, Mutezile'ye bakarken Zemahşeri'ye, dil açısından bakarken Beydavi'ye baktım, Sufi tefsirler açısından İsmail Hakkı Bursevi ve Kuşeyri'yi esas aldım, bir de çağdaş müfessirler var; Elmalılı referans sayılan bir tefsir, Tunuslu İbn-i Aşur'un tefsiri çok önemli. Seyyid Kutup ve Mevdudi'nin tefsirlerine baktım. Bu arada özellikle sosyal psikolojinin imkanlarından da istifade ettim.
Tefsir bir ilim olarak her dönem tartışılmıştır. Zaman ve dönem şartları, tefsirin yorumlanma şeklini etkiler mi?
Kuran indi ve Allah'ın kelamı tamamlandı. Bundan sonra Levh-i Mahfuz'dan bize bir söz gelmeyecek. Son söz söylendi. Fakat bu söz temel alındığında kurulacak cümleye nokta konmadı. Tefsir, bu söze dayalı kurulan cümledir. Bu cümleler kıyamete kadar kurulmaya devam edecektir. Kur'an tefsiri yaptığınız zaman, içinde bulunduğunuz, politik, sosyal, iktisadi, bölgesel ve küresel şartlar, ayeti anlamamızda değişiklik meydana getiriyor mu derseniz, evet bir değişiklik meydana getirir. Fakat burada sosyolojinin kavramalarını kullanmak icap ederse, belirleyici ve etkileyici olan o sosyal zamanın şartlarıdır. Bu açıdan baktığınız zaman Kur'a her an vahyediliyormuş gibi geliyor insana. Aslında vahiy bir bakıma devam ediyor. Bundan dolayı da Kur'an'ın ayetleri arasında çelişki olmaz.
SİYASAL İŞLEM İSLAMİ REFERANS ALMIYOR
Kuran-ı Kerim, bugün çok tartışılan siyasal İslam'ın hedef kitleye ulaşmada içerik itibariyle olmasa da varoluş itibariyle en önemli argüman. Bugün İslamcılar ile Kuran-ı Kerim'in ilişkisi nasıl?
Aslında siyasal İslam olarak vasıflandırdığımız kesim, kendini siyasal İslam olarak görmüyor. Kendine böyle bir paye biçmiyor. Hareket noktasında da bu yoktu zaten. Yani ‘Siyaset yapacağız, iktidar mücadelesi vereceğiz fakat biz İslamiyet'i referans almayacağız. Muhafazakar demokrat bir partiyiz' diye yola çıkıldı. Muhafazakar demokrat partilerin zaman zaman geleneğe, böyle şeylere atıfta bulunması doğal bir şeydir. Burada sorun, İslamiyet'in siyasette referans olarak kullanılması mı, yoksa dindar kimliğiyle siyaset yapan bir insan grubunun dini ne kadar referans alıp almadığının anlaşılmasıdır. Burada bir karışıklık var. Deniyor ki, ‘Madem sen dindarsın ve bütün bu yaptıkların dine refere ediliyor.' O da diyor ki ‘Ben dindarım ama ben dini referans almıyorum.' Dindar kimliği ile siyaset yapan birini sorgulamaya çalıştığınız zaman, onun neden dine göre siyaset yapmadığını sormamız lazım. Biz tam aksine, ‘Sen dini kimliğinle bu haksızlıkları yapıyorsun.' O zaman dini, haksızlık ve adaletsizlikle özdeşleştirmiş oluyorsun. Peki bunun çaresi nedir? Dinin tamamen siyasetin dışına çıkarılması diye bir şekil ortaya çıkıyor.
Doğru mu bu şekil?
Burada en büyük yanlışlık bu. Mesela diyelim ki Avrupa'da 1905 Yasası'na baktığımız zaman, der ki, ‘Din ve devlet işleri birbirinden ayrılır.' Ama orada dinden kastedilen kilise ile devlet birbirinden ayrılır. Peki dini kimliği ile Avrupalı bir siyasetçi parti kurup siyaset yapabilir mi, yapabilir. Buna mani yok. Mesela Hristiyan Demokrat Parti var. Partinin programındaki ilk cümle şudur: ‘Hristiyan değerlerine uygun siyaset yapmak üzere parti kurduk.' Dolayısıyla din ile siyaseti birbirinden ayırt etmek mümkün değil. Ama dinin pratiğini hiçbir şekilde kaale almayan bir kadro çıkıp, soyut bir dindarlıkla siyaset yapıyorsa, sorgulamamız gereken bu soyut dindarlıktır. Bu sadece siyasal İslamcıların sorunu değil, bütün cemaat gruplarını sorunu. Türkiye şu anda o kadar çok dindar ki, fakat bu dindarlığın temelinde hurafe, bidat ve içi boşaltılmış bir dindarlık var. Kutlu gecelerden geçilmiyor; teravih namazları, ilahiler, mersiyeler çok yaygın ama yüzde 99 dindarların yaşadığı ve dindar kimliği ile siyaset yapanların iktidar olduğu bir ülkede şunu sormamız lazım: İslamiyet'in, bu dinin siyasetten kastı nedir? Kriterler olması lazım. Birinci kriter özgürlüktür. Bu din özgürlüğü getirir. İkincisi; Kuran'da ve sünnette müeyyidesi edilmemiş hiçbir suça ve günaha müeyyide uygulayamazsın. Bir diğeri ahlak. İslam'ın temeli ahlaktır. Peki, bu toplum ahlaklı mı? Değil. Çok basit örnekler verelim. Trafikte ahlaklı mıyız? Hayır. Üçüncü ilke benim için adalettir.
AHLAKİ ÇÖKÜNTÜNÜN EN ÖNEMLİ GÖSTERGESİ YOLSUZLUKTUR
Ahlaktan bahsetmişken, vatandaşın yolsuzluk meselesine bakışı neden bu kadar yumuşak ve umursamaz?
Elbette, bu da ahlaki çöküntünün göstergelerinden bir tanesidir. Bir toplum ahlaki bakımdan çökmüşse, bunun ilk belirtileri rüşvet ve yolsuzluktur. Onun için Kuran-ı Kerim bunun üzerinde çokça duruyor; malları haksız yere yemeyin, kontrol edin… İslam hukukunda mal müsadere edilmesinin tek bir gerekçesi vardır; yolsuzluk ve rüşvetle elde edilen mal müsadere edilebilir.
SADECE YOLSUZLUK YAPANIN MALINA EL KONABİLİR AMA BİZDE TAM TERSİ
Şu anda tam tersi oluyor ama.
Evet, şu anda tersi oluyor. Efendimiz (sav) böyle yapmıştır, Ömer bin Abdülaziz böyle yapmıştır; valilerin mallarını mülklerini müsadere etmiş, çünkü bunu rüşvet ve yolsuzluk yaparak elde ettiniz. Eninde sonunda bunlar mahkeme konusu olacak. İlla ki, hak bir gün yerini bulacak. Fakat burada iki şey olacak. Birincisi bu ahlaksızlığa karşı hassasiyet kaybediliyor. Olağan hale geliyor. İkincisi de bu, yine halka dönecek. Milyarlarca tazminat ödenecek ve halkın vergilerinden ödenecek. Bundan dolayı yolsuzluk, rüşvet ve hukuk dışı teamüller, toplumu nihayetinde maddi ve ahlaki bakımdan çökertir.
KEŞKE CİNER, AKSOY VE UZAN'DA SES ÇIKARSAYDIM
Kayyımlık müessesesinin şu andaki kullanım şekli haram mıdır?
Elbette, bunda zerre miktar şüphe yok. Kayyım şunun için tayin edilebilir; bir tüccar, iş adamı halkı ve devleti zarara uğratmıştır. Bu zararın telafi edilmesi için malına mülküne el konulmaz fakat bu zarar telafi edilinceye kadar kayyım tayin edilebilir. Müsadere yoktur. Sadece yolsuzluk yapanın malı müsadere edilir. Burada ben kendimi çok suçluyorum. Neden suçluyorum; 28 Şubat döneminden sonra TMSF yoluyla Dinç Bilgin'in, Erol Aksoy'un, Cem Uzan'ın malına mülküne el konuldu; televizyonları gazeteleri elinden alındı ama sesimizi çıkarmadık. Ben kendime diyorum ki; '45 senedir yazıyorsun, neden o gün sesin çıkmadı da, bugün Zaman'a el konulduğunda ses çıkarıyorsun.' Bu olmaz. Kim olursa olsun malına mülküne el koyamazsın fakat zararını tazmin ettirirsin. Fakat bu işin arkasında 2 nokta var. Birincisi, dindar kimliği ile amel ettiğini söyleyen bir ekip, Amerika'nın çıkardığı kanuna göre bu müsadereyi yapıyor. Çıkan kanun, Amerika'ya karşı mücadele eden, toprakları işgal edilmiş grupların mali güçlerini çökertmek için çıkardığı bir kanun uygulanıyor. Hâlbuki Müslüman, dindar bir grubun yapması gereken, İslam hukukuna göre amel etmesidir. Siyasal İslam'ı sorgulayacaksak bunu sorgulayalım; ‘İslam'a göre fıkha göre kimin malına nasıl el koyabilirsin; bunun ayetini, hadisini bana göster' diye soralım. Kuran'da ve sünnette hangi muhalifinin malına, mülküne el konulur delilini göstersinler. İkinci olarak 1890'lardan bu yana üretici olmayan Türkler var. Asker, bürokrat… Üreticiler gayrimüslimler. 1915 Ermeni tehciri ve tenkili, Anadolu'dan Balkanlara mübadele, 6-7 Eylül olayları ve Varlık Vergisi temelde gayrimüslim üreticilerin malını üretici olmayan zümrelere transfer etme girişimidir. Bugün de benzer bir şey oluyor.
RÜŞVET ALAN 'BURS VERİYORUM' DİYEREK YAPTIĞINI MEŞRULAŞTIRIYOR
Bir kayyım olarak atanan insan bilmiyor mu oradan kazanacağı paranın sakat olduğunu?
Bu haksızlığı yapan kişi Müslüman'dır. Namaz kılıp oruç tutuyordur. Fakat tefsiri yazarken dikkatimi çeken bir şey oldu; Yahudiler ve Hristiyanlar der ki, ‘Biz Allah'ın sevgili çocuklarıyız.' Hatta Yahudiler der ki ‘Cehennemde yansak bile az yanacağız.' Şimdiki bu haksızlıkları yapan Müslümanların büyük bir kısmı, ‘Biz bunları Müslümanlık için yapıyoruz' diyor. Rüşvet alırken yakalanan biriyle konuştum. Dedim ki niye yaptın? ‘Hocam benden önce bu makamda olan CHP'liler alıyordu ve bunu Beyoğlu'nda yiyorlardı. Vallahi hocam ben 3 öğrenciye burs veriyorum' diye cevap verdi. Kendi içinde meşrulaştırıyor. Bu en büyük yanılgıdır. Bu bir Müslüman'ı ahlaken çökerten bir şeydir.
İhalelerden alındığı söylenen komisyon da bu meşrulaştırma içinde mi yer alıyor?
Bir de o var tabii. Bu ilk defa bu iktidarda ortaya çıkmadı. Bu öyle bir iktidar yapısı ki, birinci hedefi kalkınma ve büyümedir. Kalkınma ve büyüme doğasında eşitsizdir. Bu eşitsiz dağıtımdan kim iktidarı elinde bulunduruyorsa kendi grubunu besler. Burada iktidarın kendisini sorgulamak lazım.
Bir yazınızda diyorsunuz ki, “İslami siyasi akımlar, otoriter laikliğin kendilerine reva gördüğü haksızlık ve zulümleri motivasyon aracı kullanarak birçok yerde iktidar oldular?” Bugün Tek Parti iktidarı döneminde yapılanların hâlâ siyasi bir argüman olarak kullanılması bu damarın iktidarı sağlamlaştırmasından mıdır?
Bu da bence İslamiyet'i referans alan bir siyasetin öncelikle bu iktidar yapısını değiştirmesi lazım. Bir toplumda Aleviler var, Sünniler var, solcular var, laikler var… Herkes kendi oranına göre bu iktidardan istifade etmeli. İkincisi rövanşist olmaması lazım. Bütün iktidarlar rövanşisttir. Kendisinden öncekini kötüler. Bu, İslami değildir. Mesela Cumhuriyet kuruldu; Cumhuriyet perspektifinden baktığında Osmanlı kapkaranlık. Bunu da ortada kaldırmak lazım. Birileri de bunu dindar kimliği ile yapıyorsa yanlış yapıyordur.
ENTELEKTÜELLER AK PARTİ İLE DEVLET MEMURU OLDU
Bugünkü siyasi iktidar ilk geldiğinde iyi kötü sağlanan hoşgörü ortamı neden bozuldu?
Modern iktidar üzerinde düşünmediler. Bu kadroyu kuranların yönelimi, iktidar için iktidardı. Yani dediler ki ‘Biz Cumhuriyet tarihi boyunca çok ezildik, o zaman biz de iktidar olacağız ve hakkımızı alacağız. Kim bize ne yaptıysa biz de aynısını yapacağız.' Benim ilk günden itiraz ettiğim ve ayrı durduğum nokta buydu. Ben diyordum ki, ‘Bu iktidar yanlış ve zalimane bir iktidardır. İktidarın yapısını değiştirmemiz lazım' dedim. Bunun için büyük emek harcadık. Özellikle 1991-2000 yılları arasında muazzam bir entelektüel faaliyet gösterdik. Ama AK Parti iktidarıyla birlikte bu entelektüel faaliyete katılan arkadaşlarımızın büyük kısmı gitti devlet memuru oldu. Bu bizim en büyük kaybımız oldu. Bugün AK Parti'de en tepede olan insanlar hala dine hizmet ettiklerini düşünüyorlar ama bilmiyorlar ki bu aletle olmaz.
ALİMLER VE HOCALAR İKTİDARI UYARMAK YERİNE YANINDA DURDU
Peki bu aletin yanlışlığını kim gösterecekti?
Alimlerimiz, hocalarımız, entelektüellerimiz gösterecekti. Hocalar ve fakihler iktidarın yanında yer aldılar. Halbuki bizim geleneğimiz şu esasa dayanır. Sultanın sarayından zenginin sofrasından uzak dur. Uzak durursan siyaseti uzaktan kumanda edersin, yön verirsin. Yani alimler iktidarı uyarmak yerine yanında yer aldı.
BUGÜNKÜ İKTİDAR GEÇMİŞTEKİLERİN YAPTIKLARI ZULMÜ YAPIYOR
Peki bu kadar güçlenen bir iktidardan nasıl bir siyaset yapmasını beklerdiniz?
Cevabı uzun bir soru. 1850'den bu yana başlayan İslamcı akımlar 3 ana döneme ayrılır. 1850-1924 arasında İslamcıların temel yönelimi devleti kurtarmaktı. 1947-1997 arası İslami hareketin temel yönelimi yeni bir devlet kurmaktı. İşte adına İslam devleti denilen bu devlet, modern ulus devlettir. Benim itirazım da buydu. 1997'den sonra içine girdiğimiz süreç, devletin yeniden tanımlanması süreciydi. Eğer bizim entelektüel mutfağımız dağılmasaydı buna uygun yeni, adil, çoğulcu, katılımcı bir siyasi hareket ortaya çıkacaktı. Ama bir grup ortaya çıktı ve ‘Biz bekleyemeyiz, bir an önce iktidar olmak istiyoruz. Herkes nasıl olduysa biz de öyle olacağız' dediler.
BUGÜNKÜ ARKADAŞLARLA YOLUM 1999-2002 ARASINDA AYRILDI
Ve oldular.
Oldular ve herkes hangi zulmü yapıyorsa aynı zulmü yapıyorlar. O günden benim yollarım ayrıldı.
Sene kaçtı?
1999-2002 arası diyelim.
Parti içinde görev teklif edildi mi?
İsteseydim görev alırdım. Gerçi 1987'den beri kararımı vermiştim ben; hiçbir şekilde siyasete girmem. Sadece yazar olmayı düşündüm.
AK PARTİ'DEKİLER BENİM ARKADAŞLARIM AMA YANLIŞ YOLDAŞLAR
AK Parti ile Hizmet Hareketi'nin ayrışması sürecinde, sizin için de, ‘iktidarın yanında yer alır' fikri vardı. Ancak siz olduğunuz yerde durdunuz.
Benim bu iktidara olan rezervim Hizmet Hareketi ile başlamadı. Çok önce başladı. Hatta ben uyarıyordum, ‘yanlış yoldasınız' diye uyarıyordum. Beni kimse dinlemedi. Bu arkadaşların hepsi benim arkadaşlarım; iyi niyetli insanlar fakat yanlış yoldadırlar. Bundan dolayı ben hep yerimde durdum. Benim ayrıca bir tavır almama gerek yoktu. Sonuçta durduğum yer burasıydı, Hizmet'teki arkadaşlar da ‘Allah Allah niye böyle oldu' dediler.
Fethi el İyadi, “Dini faaliyetleri bırakmamız laik bir parti olacağımız anlamına gelmez.” demişti. Bu bağlamda Erdoğan'ın geçmiş yıllarda hem Tunus hem de Mısır'da laikliği öven konuşmalarını nasıl okumamız gerekiyor?
Bence Erdoğan tamamen konjonktürel bir cümle olarak kullandı. Danışmanları ‘Böyle bir konjonktürde böyle bir cümle kullansalar iyi olur' demişleridir; o da kullanmıştır.
GANNUŞİ TÜRKİYE'DEKİLERİ DİNLESEYDİ, TUNUS, MISIR GİBİ OLURDU
Tunus'un fikir ve siyaset adamı Raşid Gannuşi, ‘Siyasal İslam'dan Müslüman demokrasiye geçtikleri'ni ilan etti. Bunu bir zorunluluk olarak mı kabul etmek gerekir?
Zaten Gannuşi ve Tunus'un İslam dünyasında çok özel bir yeri vardır. İlk Anayasa hareketi Tunus'ta başladı. Gannuşi'yi 1996'da ziyaret ettim. Bana bir kitabını hediye etmişti. O zaman da bu fikriyatını savunuyor. Tabii Arap Baharı'nın akamete uğramasıyla beraber bir durum ortaya çıktı. İman hareketine karşı bir operasyon başladı. Suriye'de iç savaş, Mısır'da askeri darbe oldu. Böyle olunca Gannuşi'nin öteden beri geliştirdiği fikriyatının ne kadar isabetli olduğu ortaya çıktı. O zaman ya merkezdeki İhvan gibi devam edecekti ki, Türkiye'de bazı akıl sahipleri ona bunu önerdi; bu akla uysaydı, Mısır'da olan Tunus'ta da olacaktı. Fakat o öyle yapmadı; iktidara talip olmadı, başkan adayı olmadı. Böylelikle Tunus'taki Nahda hareketi bir zarara uğramadan süreci atlattı. Bu zorunluluktu. Hem zorunluluk var, hem de doktrin buydu zaten. Doktrin tabii ki daha öndeydi.
TÜRKİYE İSLAM DÜNYASINA MODEL OLAMAZ
Peki Türkiye'nin, daha doğrusu siyasi iktidarın buradan alacağı dersler var mıdır?
Bütün İslam dünyası için Gannuşi model olabilir. Türkiye İslam dünyasına model olamaz; tam aksine kendisinden süratle uzaklaşılması gereken bir model oldu.