Bu cezaevi, 12 Eylül 1980 askeri darbesinde mahkumlara yapılan ağır işkenceler nedeniyle dünyanın en ağır şartlarına sahip cezaevleri arasında anılıyor.
1978'de 46 bin metrekarelik alanda inşaatına başlanılan cezaevi, 12 Eylül 1980'de Sıkıyönetim Komutanlığı emrinde Askeri Cezaevi olarak hizmete açıldı ve 5 Mayıs 1988'de Adalet Bakanlığı'na devredildi.
Daha önceki süreçlerde okul ya da müzeye dönüşeceği yönünde benzer açıklamalar yapılsa da, bugüne kadar somut herhangi bir adım atılmadı.
Otuzu aşkın tutuklu, 1980-84 yılları arasında, cezaevi yönetiminin kötü uygulamaları, yapılan işkenceler nedeniyle hayatını kaybetti.
Görüştüğümüz kaynaklar, bu sayının 50'yi aştığını öne sürüyorlar. Cezaevinde gördüğü işkencelerin bıraktığı kalıcı hasarlar nedeniyle hayatını kaybedenlerin sayısı ise bilinmiyor.
Bu cezaevinin yakın dönem Türkiye siyasi tarihine en büyük etkisinin, "Apocular' olarak başlayan hareketin PKK olarak gelişip büyümesi" olduğu yorumları ise sık sık dile getiriliyor.
Cezaevindeki uygulamaların mimarı olduğu söylenen Binbaşı Esat Oktay Yıldıran da, 1988 yılında PKK'nın üstlendiği bir suikast sonucunda İstanbul'da öldürüldü.
'Orada yaşadığımız vahşeti unutmamız mümkün değil'
Darbe döneminde Diyarbakır E Tipi'nde hapis yatanlar maruz kaldıkları ve şahit oldukları "insanlık dışı uygulamalar nedeniyle" bu yapının bir 'utanç müzesi olması' gerektiği görüşünü savunuyorlar. Bu görüşte olanlardan biri de 31 Aralık 1980'de tutuklanıp Diyarbakır E Tipi Cezaevi'nde sekiz yıl kalan Mehdi Aslan.
PKKlı olduğu iddiasıyla 30 Aralık 1980'de tutuklanan, hakkında 24 hapis cezası istenen, askeri mahkemede başlayan yargılaması Devlet Güvenlik Mahkemesi (DGM), Ağır Ceza Mahkemelerinde süren Aslan, tüm bu süreçlerin sonucunda beraat etmiş. İşkencenin en yoğun yaşandığı yıllar dahil olmak üzere Diyarbakır E Tipi Cezaevi'nde sekiz yıl kalan Mehdi Aslan "Orada yaşadığımız vahşeti unutmamız mümkün değil" diyor.
On yılın ardından Eskişehir'den tahliye olduktan sonra Diyarbakır'a geldiğinde yaptığı ilk iş, ağır işkencelere maruz kaldığı cezaevini görmek ve o acılarla yüzleşmek olmuş.
İşkenceyle dolu yıllar geçirdiği cezaevinin dışarıdan gördüğü ilk an olduğu yere çöküp kalmış. O an hissettiklerini anlatıyor:
"Başımı kaldırıp bloklara baktığımda dizlerim titredi, boş bir çuval gibi olduğum yere yığılıp kaldım, orada kaybettiğimiz bütün arkadaşlarım gözümde belirdi, kışın ortasında havalandırmada o buz kütlelerin üzerine çıplak bedenle yatırılmamızı, yazın 45 derece sıcağında kaynayan beton zemine çıplak bedenle kanayana kadar süründürülmemizi, yaralarımıza tuz basılmasını, kafalarımızı kanalizasyona sokup yedirilen pislikleri hatırladım, Esat Oktay'ın hakaretlerini, köpeği Co'ya verdiğimiz tekmilleri, bir solukta okutulan 52 marşı…Dayanamadım, hıçkıra hıçkıra ağladım…"
Mehdi Aslan, sekiz yılda bir çok tutuklunun ölümüne de şahit olmuş. PKK'nın kurucu kadrolarından Mazlum Doğan, Diyarbakır E Tipi Cezaevi'nin koşullarını protesto etmek amacıyla 1982'de, Nevruz gününde intihar etti.
Onun intiharından sonra cezaevindeki siyasi hükümlülerin bir kısmı ölüm orucu eylemleri ve isyan başlattılar.
18 Mayıs 1982'de Ferhat Kurtay, Necmi Öner, Mahmut Zengin ve Eşref Anyık da cezaevi koşullarını protesto etmek için kendilerini yakarak intihar ettiler.
Mehmet Hayri Durmuş, Akif Yılmaz ve Ali Çiçek ve Kemal Pir, 14 Temmuz 1982'de başlattıkları ölüm orucuna hayatlarını kaybettiler. Bütün bunların yanında, Doktor Necmettin Büyükkaya, Altan Tan'ın babası Bedii Tan'ın ölümüne de şahit olan Mehdi Aslan, cezaevi koşulların iyileşmesinde buna karşı koyan ve 'hayatını bedel veren arkadaşlarının' mücadelesi sayesinde olduğunu söyledi.
Üzerinden kırk yıl geçmesine rağmen, o günleri unutamayan Aslan, Kawa Davası'ndan tutuklanan 22 yaşındaki Önder Demirok ile ilgili anısı anlatıyor:
"Çok gençti, nişanlıydı. Aldığı darbelere ve günlerce buzun üstünde gördüğü işkencelere bedeni dayanamadı, ciğerleri iflas etmişti. Çok hastaydı, o gün yaşlı annesi görüşüne gelecekti, bana baktı ve 'Mehdi Abi, gücüm tükendi, buradan çıkamayacağım' dedi. 'Biraz daha diren, buradan beraber çıkacağız, surların önünde ciğer yiyeceğiz, düğününde halay çekeceğiz' dedim.
"Ranzasında sırtını duvara yaslayarak oturdu, 75 kişinin kaldığı o koğuşun sorumlusuydum, 35 zeytin, iki üç kişiye bir tas çorba ve 3-5 ekmekten oluşan kahvaltı kumanyası gelmişti, kara kara bunu herkese eşit şekilde nasıl dağıtırım diye düşünürken kahvaltıya gelmesi için Önder'e seslendim, bizi izliyor sandım, oturduğu yerden gözleri açık son nefesini vermişti…"
Cezaevinin her santimetrekaresinde acı yaşadıklarını söyleyen Aslan, ülke olarak bu gerçekle yüzleşmek gerektiğini söyledi ve bunun da tüm mekanın bir müzeye dönüştürülmesi ile sağlanabileceğini ifade etti:
"Hala bile kültür merkezi mi, müze mi olacağı net değil, ben oranın bir mağduru olarak 5 Nolu cezaevinin müze yapılmasını istiyorum. Elbette ki kültüre ve sanata karşı değiliz ama bu tür aktiviteler için farklı mekanlar var, gözümüzün önünde can veren arkadaşlarımızın öldüğü o koğuşlar, cezaevinin tamamı, bir daha bu tür acılar yaşanmasın diye geçmişle yüzleşme mekanı olan müzeye dönüştürülmeli..."
Bozyel: 'Kürtlerin hafızasının çok önemli bir parçası'
12 Eylül döneminde Türkiye'de 98 bin 404 kişi örgüt üyesi olmak suçundan yargılandı. 80 darbesinden önce bölgede de güçlü bir Kürt siyasi hareketi mevcuttu. 'Apocular' olarak bilinen PKK, Devrimci Doğu Kültür Ocakları, Özgürlük Yolu, Rizgari, Kawa gibi farklı siyasi hareketin üyesi ya da temsilcisi olan binlerce kişi, yasadışı örgüt üyesi olmaktan tutuklanıp Diyarbakır E Tipi Cezaevi'ne gönderildiler.
Kürdistan Sosyalist Partisi Başkan Yardımcısı Bayram Bozyel de, 12 Eylül darbesinde Özgürlük Yolu Davası'ndan tutuklanarak beş yıl hapis yatmış. Diyarbakır E Tipi Cezaevi'nde kötü anılarıyla ilgili "Diyarbakır 5 No'lu" adında bir de kitap yazan Bozyel, cezaevinin müze olması gerektiğini savunuyor.
2009 ve 2011 yılları arasında hükümetin cezaevini bir müzeye dönüştürme fikrini kabul ettiğini hatırlatan Bayram Bozyel, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Diyarbakır açıklamasına değiniyor:
"Cumhurbaşkanı, cezaevinin bir kültür merkezine dönüştürüleceğini söyledi, buna gerekçe olarak da o dönemin anılarının unutulması gerektiğini ifade etti. Bence bu çok talihsiz bir yaklaşım çünkü o cezaevi, Kürt halkının tarihinin bir parçası, binlerce kürt genci işkence gördü yaralandı, orada var olma mücadelesi ile sınandı."
Cezaevinde gördüğü işkencelerin yarattığı tahribat nedeniyle tahliye olduktan sonra ölen onlarca tutuklunun olduğunu belirten Bozyel, devletin o dönemdeki yaklaşımının "Kürt meselesinin üzerini bir betonla örterek yok etmek" olduğunu öne sürdü.
Diyarbakır E Tipi Cezaevi'nin, Kürtlerin hafızasının çok önemli bir parçası olduğunu söyleyen Bozyel şöyle devam etti:
"Tüm toplumlar acısı, tatlısıyla hafızasıyla vardır, E Tipinde hapis yatmış mağdurlar olarak, talebimiz, dünya örneklerinde olduğu gibi, tüm yaşananların korunarak yeni nesillere taşınması, toplumsal hafızayı diri tutarak böylesi olayların önüne geçmek için duyarlılık oluşmasını sağlamak. Hafızadan kastettiğimiz de budur."
Bozyel, Almanya'da olduğu gibi, Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi'nin, Süleymaniye kentinde, Saddam döneminde yapılan işkencelerin izlerini taşıyan ve müzeye dönüştürülen Emnisoreka adlı Emniyet Müdürlüğü binasının da örnek gösteriyor.
Müze olması için ne tür girişimler yapıldı?
Cezaevinin müze olması için yapılan açıklamalar ve atılan adımlar yeni değil. 2013 yılında CHP Milletvekili Sezgin Tanrıkulu, Diyarbakır Cezaevi'nin müze olması için yasa önerisi sundu ama bu öneri, o dönemde AKP oyları ile reddedilmişti.
2014 yılında yine bu amaçla 78'liler Derneği öncülüğünde toplanan 100 bin imza meclise gönderilmişti.
HDP'nin Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi Eş Başkanıyken 2016'da görevden alınarak yerine kayyum atanan Gültan Kışanak da, bu yapının müze olması için bir dizi çalışma başlatılmıştı. Kışanak da 19 yaşındayken bu cezaevinde ağır işkenceler gören tutuklular arasında yer almıştı.
Adalet Bakanlığı ile görüşmelerin devam ettiğini belirten AKP'li kaynaklar, cezaevi için hazırlanan projenin detaylarının netleşmediğini ifade ettiler.
Orhan Miroğlu: 'Hafızayı yaşatacak bir işlevi olmalı'
Bu cezaevinin mağduru AKP milletvekili Orhan Miroğlu, 2015 yılında Diyarbakır Cezaevi İnceleme Komisyonun kurulmasına öncülük ve başkanlık etmişti. BBC Türkçe'ye konuşan Miroğlu, dönemin mağdurları ve görevlileri ile yapılan görüşmeler neticesinde bin sayfalık bir rapor hazırladıklarını, seçimler nedeniyle raporun kamuoyuna açıklamadıklarını söyledi.
12 Eylül darbesinden hemen sonra, Türkiye Kürdistanı Sosyalist Partisi (TKSP) Davasından tutuklanan ve 15 yıl ile yargılanan Miroğlu, Diyarbakır E Tipi Cezaevi'nde sekiz yıl hapis yatmış.
Cezaevi anılarıyla ilgili 'Dijwar' adında bir de kitap yazan Orhan Miroğlu, cumhurbaşkanının son açıklamasının önemli olduğunu söylüyor.
"Hazır bir proje var mı, yok mu bilmiyorum, orda söylenenleri biliyoruz ve kültür müzesi olacağı ifade edildi."
Cezaevinin çok büyük bir yapı olduğunu belirten Orhan Miroğlu "Bir bölümünde kültürel faaliyetler yapılabilir ama o hafızayı yaşatacak bir işlevi olmalı" diyor ve tüm bölümlerin hafıza müzesi olarak kullanılmasının şart olmadığını ifade ediyor.
Adalet Bakanlığı'nın cezaevini boşaltmasından sonra proje aşamasına geçileceğini söyleyen Miroğlu 'Sinop, Ulucanlar örneği var, Süleymaniye'de Emnisoreka var, bunun örnekleri var, Türkiye herhalde bu örnekleri dikkate alacaktır. Tabi ki burada tarih ve kültür çalışmaları da olabilir.''
Orayı yaşamış her mahkumun gönlünden cezaevinin bir müze olması gerektiğini dile getiren Miroğlu şöyle devam ediyor:
"Kültür faaliyeti derken, sazlı, sözlü muhabbet gecelerinden bahsetmiyor kimse ama cezaevinin ve şehrin hafızasıyla ilgili kültürel faaliyetler de olabilir, tarih çalışmaları da yapılabilir."
Orhan Miroğlu, bir sonraki MKYK toplantısında, bu konudaki görüşlerine yer verdiği bir raporu cumhurbaşkanı sunacaklarını da ekliyor.
'Diyarbakır Cezaevi insanlık trajedisidir'
Diyarbakır Cezaevi'nin Türkiye'nin son 40 yıllık siyasi tarihini, Kürt toplumunun devletle olan ilişkilerini çok etkileyen ve PKK'nın güçlenmesine yol açmış bir mekan olduğu tespitinde bulunan Orhan Miroğlu şöyle devam ediyor:
"Orada yaşanan ağır işkencelerin birçok sonucu oldu, çıkanların yüzde seksini soluğu Bekaa'da aldı, Abdullah Öcalan da bu cezaevinin PKK tarihi üzerinde oynadığı rolü dile getirmişti. Orası bir insanlık trajedisidir ama birçok insan orayı PKK'nin yeniden doğduğu yer olarak görür yani Diyarbakır cezaevinin bu şiddet ortamını besleyen çok büyük bir işlevi oldu."