Ömer Faruk Gergerlioğlu / ahvalnews.com
Dipten çıkışla demokrasiyi tesis mümkün mü?
Son yıllarda yaşadıklarımız bize acı gerçekleri tekrar hatırlattı. Çözüm sürecinde Erdoğan'ın liderliğinin zor bir konuyu kabul ettirmede faydalı olduğunu düşünenler sonrasında önemli bir hayal kırıklığı yaşadı.
Çünkü parlak, süslü sözler liderlerin kendisini güvensiz hissettiği ortamda önemli hayal kırıklıkları oluşturan unutulmuş beyanlara dönüyordu. Lider avantajı veya politik rüzgarlardan değil, zor ve esaslı demokrasi sınavlarını başarıyla geçmeye odaklanmaktan başka bir yol olmadığı görülüyordu. Ancak her heçen gün bunun zemini de kayboluyordu.
Demokratikleşme çabalarını siyasilerden beklememek gerektiğini acı tecrübelerle öğrendik, öğreniyoruz. Çünkü onlar daha çok siyasi hesaplar yapıyor ve güncel politikalara göre kabuk değiştiriyorlar. Lider kültünün hakim olduğu Ortadoğu ülkelerinde demokrasiyi istismar etmek için çok uygun bir vasattaki siyasi liderlerden toplumsal ıslahat beklemek hayalcilik olur.
Despot liderlerin iktidardan düştükten sonra bile musibetlerini hissettirdikleri ülkelerle birlikte yaşıyoruz. Aynı kaderi daha feci koşullarda yaşamamız çok mümkün. Bu beklenen kaderi değiştirmekse bizim elimizde olabilir. Nasıl mı?
Böyle bir umut içinde olmak belki çok kişi için ihtimali çok düşük olan bir beklentidir. Zira gelinen noktada iktidarı ele geçirmiş olan muhafazakarlar ve onların destekçisi olan İslamcılar çok kötü bir sınav veriyor. Acımasızca iktidar nimetlerini kullanıyor ve dün kendilerini "yetmez ama evet" diyerek destekleyen liberal, sol çevreleri çok zor durumda bırakıyor.
Demokrasinin en ufak parıltısına bile canını verecek liberal, sol çevreler büyük bir hayal kırıklığı yaşıyor. Onlar da skolastik sol kesimin baskısı altında ve çoğu muhafazakarlara bir daha şans verilmemesi gerektiğini düşünüyor. Böylesi zor koşullarda muhafazakarlar özgürlükçü bir anlayışı tekrar yeşertebilecekler mi? Mümkün olabileceğini düşündüğümüz bu iddianın olumsuz zeminini biraz daha irdeleyelim.
OHAL zulmüne uğrayan muhafazakarlar irdelenmesi gereken farklı bir konudur. Uğradıkları büyük şok sonucu hayal kırıklığı içinde olanların bir kısmı farklı kesimlere empatiyi az yaptıkları konusundaki pişmanlıklarını belirtiyor ve özeleştiriler yapıyor.
Bu özeleştirilerin çok önemli olduğu ve beslenmesi gerektiğini düşünüyorum. Şahsen yazılarımın, söyleşilerimin çoğunda hep bunu beslemeye, yeşertmeye çalışıyorum. Ancak farklı bir çok kesim tarafından halen bunun hakkıyla değerlendirilmediğini de hissediyorum.
Her özeleştiri yapana 'başına felaket gelmese bunu yapmazdı, düştüğü halden kurtulsun bu dediklerini unutur," gibi yargılarla yaklaşanlar, aslında nasıl bir minik fideyi ezdiklerinin farkında değiller.
Bu topraklarda bir mücadele geleneği olarak tanışılmamış olan demokrasiyle tanışmak için bundan iyi somut tecrübe olmadığının farkında değiller. Kazanımlar, eski yanlışları hatırlayarak, başa kakılarak, ön yargılarla değil, yüzyıllık yeni bir kulvarı oluşturabilme heyecanıyla gerçekleşecektir.
OHAL mağdurları arasında bir de öfke ve kini bilenenler var. Mazlum durumda olmalarına rağmen taraftar psikolojisinden kurtulamayıp radikalleşenler de var. Güçsüz duruma düşmenin ilacının güçlü olmaktan başkası olmadığını düşünen de var.
Zulme uğramasının karşılığının ileride intikam almak olduğunu düşünenler de var. Bu denli acımasız bir ortamda bu kişilere yaşananların bir imtihan olduğunu hatırlatmak kolay değil. OHAL'in her türlü acımasızlığını yaşayanların sağlıklı bir değerlendirme yapması kolay değildir ama bunu yapmadıkları takdirde bu toprakların kısır döngüsüne hizmet edeceklerini bilmeleri de gerekiyor.
Yaşanan tartışmalar konusunda herkes sorumlu, vebal sahibi. Erdoğancılık ve anti Erdoğan'cılık sağlıklı bir demokrasi zemini oluşturmuyor. Muhalif gördüğünü eleştiren aynı hastalıkla malül olduğunu göremiyor.
Türkiye bu tartışmaları çok yaşadı halbuki. İnönü-Menderes taraftarlığı, Demirel-Ecevit kutuplaşması bu ülkede bir zamanlar çok popülerdi ve verimli zamanları tüketen boş tartışmalardı.
Çünkü kişilerin tartışılması hiçbir zaman demokrasi zeminini yeşertmedi. Aksine kutuplaşmayı artırdı ve çok ihtiyacımız olan faydalı demokrasi binası inşasını baltaladı. Bu ülkenin demokratlarının unutmaması gereken en önemli konularından birinin bu şahıslaştırma hastalığı olduğunu düşünüyorum.
Tablosunu çizdiğimiz hal, aslında çok kötü bir dibe vurma halinin fotoğrafıdır. Her ne kadar olumsuz bir tablo çizsem de dipten çıkışın mümkün olduğunu düşünüyorum. Bu, boş siyasi tartışmalarla değil, kavramların, ilkelerin oturduğu doğru mekanizmalarla olacaktır. Mazlumiyet temelinde zulme karşı çıkmanın tüm somut göstergelerini yaşamak zorundayız. Sol ve sağ, Türk ve Kürt, Alevi ve Sünni bunu başarabilir.
Geçtiğimiz günlerde yaşanan ve çok önemsediğim bir olay bunun somut işaretçisidir. Gözaltında şüpheli ölümle vefat eden ve sonrasında hainler mezarlığına cenaze namazı kılınmadan defnedilmek istenen Gökhan Açıkkollu belki darbe sonrasının ilk günlerinde çok dikkat çekmemişti.
Ancak 18 ay geçip, bir de MEB müsteşarınca tuhaf bir şekilde reddedilen göreve iade yazısı medyaya düştükten sonra gündemin ilk konusu oldu. Cezaevinde gördüğü eza sonucu kolunu kaybetmiş olan solcu Veli Saçılık ise bu zulme duyarsız kalmayıp en sıcak tepkiyi verdi.
800 kilometre yol kat edip sağcı Gökhan Açıkkollu'nun mezarını ziyaret ederek insanlık adına ondan özür diledi. İşte bu buluşma aslında birbirine 180 derece zıt kutuplarda olan kimliklerin zulme karşı çıkma konusunda çok zor olanı başarabileceğini gösteriyordu. Bu adımlar en katı yüreklerde bile karşılık buldu.
Şimdi meselemiz bu cesur ve erdemli adımları artırmak, desteklemekten başkası olmamalıdır. Kürdün meselesini sahiplenen Türk, Alevinin derdine koşan Sünniler, solcunun derdine koşan sağcılar daha da artmalıdır.
Demokrasiyi katletme, istismar etme, vazgeçme afetlerinden uzaklaşarak acılara karşı kendisini kaderdaş hissedenlerin birlikteliği çok zor değildir, bunu yaşayarak gördük, başardık, daha da fazlasını başarabiliriz.