Gazetede ihtişamlı sarayların Osmanlı'nın iflasını hızlandırdığını belirterek, alınan borçların lüks harcamalara gittiği vurgusu yapılıyor.
“Bir zamanlar milli iflastan önce Türkiye” başlıklı makalede Osmanlı’nın son döneminde artan dış borçların devleti nasıl adım adım mali iflasa götürdüğüne dikkat çekildi.
Florian Stark imzalı makalede 19. yüzyılda Osmanlı İmparatorluğu’nu modernize etmek için geniş bir reform programı uygulandığını, ancak kötü idare, ihtişamlı binalar ve sultanların savurganlığının büyük bir yıkıma yol açtığı savunuldu.
İsraf ve lüksün geldiği boyutları göstermek için İstanbul Boğazı’nda inşâ edilen Dolmabahçe Sarayı’nı misal veren Die Welt, “Bu saray ‘dünyadaki tüm diğerlerini’ aşacak kadar büyük olmalıydı. En modern ve lüks ile donatılmış 68 banyo, yaklaşık 300 oda ile devasa bir konut. Uzunluk 600 metre, toplam alan 45 bin metrekaredir.”
Gazete, İngiliz tarihçi Alan Palmer’in Dolmabahçe’yi “çürüyen Osmanlı’nın karakteristik anıtı” olarak nitelendirdiğine dikkat çekti.
Die Welt yazarının atıf yaptığı tarihçi Alan Palmer “Osmanlı İmparatorluğunun Yıkılışı ve Düşüş” isimli kitabında Dolmabahçe’nin iflas yolunu açtığını belirtti. 1843-1856 yılları arasında inşâ edilen saray, tüm devlet gelirlerinin yaklaşık dörtte biri olan 5 milyon İngiliz Sterlini’nin astronomik toplamını yuttu.
Die Welt 1839-1861 yılları arasında tahta kalan Sultan Abdülmecid’in 1856’dan sonra resmi ikamet olarak kullandığı Dolmabahçe ile Ankara Beştepe’de inşa edilen saray arasında benzerlik kurdu.
Alman gazete, 2014 yılında dönemin başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’ın talimatı ile inşa edilmeye başlanan Saray için hazırlanan imar planlarının Danıştay tarafından reddedildiğini hatırlattı.
Devasa binanın Erdoğan ve ekibi tarafından “Yeni Türkiye’nin kimliği” olarak nitelendiği kaydedilen makalede, ABD’deki Beyaz Saray’dan 500 milyon euro daha pahalıya mâl olan Saray’ın bu kez modern Türkiye ekonomisinin yıkımının bir sembolü olabileceği ifade edildi.
Tanzimat ve Islahat fermanları ile batıya yakınlaşma çabası içine giren Osmanlı devleti Yunanistan’ın bağımsızlık ilanına giden ayaklanma, Kırım Savaşı ve “93 Harbi” gibi farklı cephelerde giriştiği askeri mücadelelerden mağlup oldu. Osmanlı masada ağır savaş tazminatı ödemek mecburiyetinde kaldı. Bu dönemde vergi gelirleri düşerken harcamalar artmıştı. İngiltere ve Fransa’dan alınan borçlar da lüks harcamalarda kullanıldı.
Alacaklı devletler Osmanlı’nın limanlarını, iç pazarını yok denecek kadar az gümrük vergileri ödeyerek kullanabiliyordu. Batı tüccarlarının Osmanlı İmparatorluğu’nda sınırlama olmaksızın ticaret yapmasına ve gayrimenkul satın almasına da izin verildi.
İngiltere ile yapılan bir anlaşma ile ithalat için yüzde 3 ve ihracat için yüzde 12 vergi şartı Osmanlı’yı iktisadi açıdan daha zayıf duruma düşürdü.
Yüksek borçlara rağmen yollar, demiryolları ve diğer altyapı inşaatı, yeni saraylar Hazine’yi boşalttı.Sultanın şahsi harcamalarının da arttığı bu dönemde mali iflas kaçınılmaz hale geldi.
Die Welt yüksek borçların ve kontrolsüz harcamaların devleti her açıdan nasıl iflasa sürüklediğini şöyle özetledi:
“Vergi gelirleri ile harcamalar arasındaki fark genişledikçe, İstanbul hükümeti uluslararası kredilere başvurdu. İngiliz ve Fransız bankaları bunu yapmaktan çok memnun olmuşlardı. Özellikle de hükümetleri Tanzimat reformlarındaki fırsatı gördüklerinden sadece Doğu’da yeni pazarlar elde edilmeyecek, aynı zamanda Rusya ve Avusturya’ya karşı yeni bir ortak oluşturulacaktı.”
Tarihçi Palmer’in aktardığına göre Sultan Abdülmecid İngiltere’den alınan 3 milyon sterlin borcu büyük bölümünü savurganlığa kurban etti.
Palmer, Mısır’ın 1854’te fiili bağımsızlığı karşılığında ödediği 360 bin sterlinin devlet bütçesine girmediğini Sultan’ın tasarrufunda kullanıldığını vurguluyor.
Die Welt kamu maliyesinin içine düştüğü buhranı şöyle özetledi:
“Abdülmecid’in halefi, Abdülaziz (1861-1876) döneminde, gelirin neredeyse yarısı emekli maaşı, faiz ve kredilerin geri ödenmesi için harcanmıştı.”
Devletin ekonomik refahını arttırmak için gelirin onda birinden daha azının harcandığına dikkat çeken Palmer, “Hazine’nin büyük kısmı ise Sultan’ın mahkeme hizmeti, festivaller, harem ve tamamen lüks için tüketildi. Sadece hanedan 5 bin kişiden teşekkül ediyordu.” tespitinde bulundu.
Die Welt, Fransa’nın para desteğini kesmesi ile Osmanlı’da ekonomik tablonun daha da bozulduğunu dile getirdi:
“Bu arada imparatorluğun uluslararası ittifaklara ne kadar bağımlı olduğu 1870/71 Alman-Fransız Savaşı esnasında görüldü. Fransa bir süreliğine koruyucu güç olarak ülkeyi terk etti ve Paris’ten gelen para akışı düştü. Viyana Borsası 1873’te Kara Cuma’yı tecrübe ettiği zaman, Osmanlı mali sistemi de çöktü.”
Yazının devamında özetle şu ifadelere yer veriliyor:
“1875 yılının Ekim ayında, hükümet nihayetinde devlet iflasına eşdeğer olan Osmanlı borcunun faiz ödemesini geciktirmek zorunda kaldı. Artık imparatorluk, nihayetinde uluslararası mali kontrolün uygulandığı büyük güçlerin iyi niyetine bağlıydı.”
Ancak mali felaket siyasi dinamikleri derinden etkiledi. Die Welt, 1876 yılında Sultan Abdülhamid II’nin Meşrutiyeti ilan etmesinde dış borçların etkisine dikkat çekti. 1878’de yeni seçimler yapılmadan Meclis-i Mebusan Sultan Abdülhamid tarafından feshedilse de ilk anayasa 1908’de Jön Türkleri iktidarının önünü açtı."
"Öyle ki Başkan Erdoğan’ın takdir ettiği Osmanlı İmparatorluğu’nun ekonomik tarihinden ibret alması için hayli benzerlik var.”