Dezenformasyonla Mücadele Yasası olarak kamuoyu gündemine yansıyan 40 maddelik kanun teklifinin maddeleri Mecliste kabul edilmeye devam ediyor. Tartışmalı olan 29. Maddesi de bugün AKP ve MHP milletvekillerinin oylarıyla kabul edildi. Bugünden itibaren devam edecek görüşmelerle sosyal medyanın dizayn edilmesine yönelik tüm engeller de muhtemelen ortadan kalkacak. Ülke içinde ve dışında düşük formatta bazı eleştiriler ve tepkiler gündeme gelse de özellikle muhalif politik aktörlerin etkisizliği siyasi iktidarın elini epeyce güçlendirecek.
Kanun teklifini burada aktararak okuyucu yorma niyetim olmadığından detayları bir kenara bırakıp tek bir mesajın altını çizmek istiyorum. O da, bahse konu yasayla siyasi iktidarın toplum mühendisliği hedefinin önündeki tüm engellerin ortadan kalkacak olması.
Görüşmeleri devam eden teklifin 29. maddesinde “toplumda endişe, korku, panik yaratılması, ülkenin iç ve dış güvenliğinin bozulması ya da kamu barışının tehlikeye atılması” gibi söyleme yer verilmiş, değerlendirme ve karar mekanizmasını iktidarın tasarrufuna veren düzenlemeler öngörülmüştür. Halbuki yukarıda belirtilen afilli retorik siyasi iktidarın devamına yönelik kamuoyunun manipüle edilmesi amacına hizmetten başka bir şey değildir. Yasanın yürürlüğe girmesinden sonra medyada ya da sosyal medyada siyasi iktidarın suçlarını, yolsuzluğunu, insanlığa karşı suçlarını, freni patlamış kamyon gibi uçuruma yuvarlanan ülkenin halini yazmak mümkün olmayacak. Bu tür konularla ilgili değerlendirmeler kamu barışını tehlikeye sokuyor denilerek soruşturmalar başlatılacak, sabaha karşı insanlar evlerinden alınacak ve tutuklanacak.
Bu yasayla birlikte şöyle bir durumla karşılaşmak da hiç uzak bir ihtimal olmasa gerek. Seçim akşamı siyasi iktidarın tetikçi medyası tarafından verilecek “adam kazandı” mesajı karşısında muhalefet elindeki ıslak imzalı tutanaklara rağmen itiraz dahi edemeyip, hatta itirazını dile getirebileceği bir medya platformu dahi bulamayacak. Bu konuda sesini yükseltenler kamu barışını tehlikeye sokmaktan kolluk güçleri tarafından toplanacak. Böyle bir ihtimal var mı yok mu sizler düşünün.
Konda Araştırma Şirketi’nin veri ambarından üretilen ve şirketin resmi internet sitesinde yayınlanan 1 Ocak 2022 tarihli “Türkiye 100 Kişi Olsaydı” başlıklı interaktif çalışmaya göre her 100 kişiden: 33 kişi 18-32 ve 34 kişi 33-48 yaş aralığındadır, 32 kişi lise ve 19 kişi üniversite mezunudur; 91 kişi akıllı telefon, 82 kişi sosyal medya, 46 kişi Facebook, 27 kişi Twitter ve 55 kişi Instagram kullanıyor, 64 kişi İnternetten alışveriş yapıyor; 14 kişinin pasaportu var ve 72 kişi televizyondan haber alıyor. MetroPOLL Araştırma Şirketi’nin resmi Twitter adresinde yayınlanan “Bu Pazar Seçim Olsa” başlıklı anket çalışmasının sonuçlarına göreyse kararsızların dağıtılmasından sonra her 100 kişiden 42’si Cumhur İttifakının oy vereceğini söylüyor. Bu rakam 24 Haziran 2018 tarihli Milletvekili Seçimi resmi sonuçlarına göre ittifakın en az 11 seçmenini kaybetmiş olduğu anlamına geliyor.
Yukarıda iki başlıkta verilen istatistikler bile Dezenformasyon Yasasının neye dokunacağıyla ve siyasi iktidarın neyi hedeflediğiyle ilgili bazı ipuçları vermektedir. Başta ekonomi olmak üzere üzeri örtülemeyen problemler ve son dönemde Cevheri Güven gibi bir kaç cesur gazeteci tarafından ortaya saçılan suçlar gerçeklerin konuşulması konusunda toplumu ve az da olsa muhalefeti cesaretlendirmiş görünüyor. Bu gidişat önümüzdeki seçim süreci de dikkate alındığında siyasi iktidar açısından en büyük risk olarak değerlendiriliyor ve buna yönelik aceleci bir çabaya neden oluyor. Bu noktada Dezenformasyon Yasası siyasi iktidarın imdadına yetişmesi için hızlı bir şekilde kabul ediliyor. Yasa siyasi iktidara afilli retorik üzerine inşa edilmiş bir toplum mühendisliği ve tehdit diskuru hediye ederken muhalefet de seçim, seçmen, soğuk, Silivri gibi kavramlardan oluşan bir diskurla oyalanacak gibi duruyor. Şartların böyle geliştiği bir seçim sürecinde rejim medyası “atı alan Üsküdarı geçti” manşeti atmaya hazırlanırken muhalefet de “adam kazandı” diyerek geldiği yere geri dönmeyi planlıyor gibi gözüküyor.
Bizim derdimiz seçimi hangi partinin kazanacağı ya da kaybedeceği değil. Adaletin yeniden nasıl ve ne zaman tesis edileceğidir. Endişemiz ise bu tür antidemokratik yasaların adalet beklentisinin daha da ileri atılmasına sebep olacak olmasıdır. Umarım partiler adaletin yeniden tesisinin önüne engel koymayı bırakırlar ve adaleti bir an önce yeniden nasıl tesis ederiz için çalışırlar.