OYA BAYDAR- T24.COM
Son birkaç günün hararetli tartışma konusu Cumhuriyet gazetesindeki yönetim ve editoryal kadro değişikliği. Bir yandan bu gazetenin tarihsel ve güncel önemi, öte yandan yaşamakta olduğumuz toplumsal-siyasal çalkantılar nedeniyle tartışmalar bir gazetenin boyutlarını fersah fersah aşıyor.
Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşuyla yaşıt Cumhuriyet gazetesinin 94 yıllık serüveni Cumhuriyet tarihinin de aynası gibidir. Özellikle Kemalist ideolojinin hangi kesimler tarafından ne şekilde sahiplenildiğini, her ikisi de Kemalizm kaynağından beslenen darbeci- vesayetçi- devletçi çizgiyle Batıcı-laik- cumhuriyetçi çizginin zaman zaman kesişip zaman zaman hafiften çatıştığını, dengenin hangi noktada kurulduğunu ve devletin kırmızı çizgilerini, gazetenin 94 yıllık içerik analiziyle ortaya çıkarmak mümkündür.
Üç gündür işbaşında olan yeni yönetimin (aslında eski kadim yönetim demek gerekiyor) belirttiği gibi, Cumhuriyet ne bir partinin ne de bir ideolojinin sözcüsüdür. Bu gazete, yayın hayatına başladığı ilk günden itibaren Türk ulus devletinin yayın organıdır. Siyasî iktidarlar, hükümetler, yöneticiler, sözcüler değişse de temel ilkeleri ve kırmızı çizgileri değişmeyen derin iradenin sesidir.
Zaman zaman toplumsal gelişme, dipten gelen değişim dalgaları, dünya koşulları, geo-stratejik nedenlerle devletin direksiyonunu tutanların (yani şoför muavini değil gerçek şoförlerin) kontrolü kısa süre için yitirdikleri, bazen kendi aralarında anlaşmazlığa düştükleri, yön değiştirdikleri de olur. Ancak “devletin beka’sı söz konusuysa gerisi teferruattır” zihniyeti derin iradenin düsturu ve birleştirici çimentosudur; beka’dan ilk anlaşılansa Türk’e biat etmeyen unsurların (özellikle Kürtlerin) “tedip ve tenkil” edilmesi, yurttaşın harcanması pahasına devletin korunmasıdır.
Anayasalar zaman zaman değişir ama derin devletin anayasası özünde değişmez. Devletin beka’sına tehdit olarak görülen tehlike (mesela bir zamanlar komünizm) ortadan kalktığında ya da tehdit unsuru sayılan akım/ güç/ muhalefet Türk milliyetçiliğiyle ittifak yaptığında (mesela 12 Eylül askerî darbesinin Türk-İslam sentezi ve Tayyip Erdoğan AKP’sinin teslim alınması), zamanın ruhuna ve dıştaki üst akıllara göre kimi rötuşlar yapılır ama şoven milliyetçi, tekçi, vesayetçi hat şu veya bu biçimde korunur. Yapının taşıyıcı sütunu Türk milliyetçiliği, hassas noktası ise Kürt meselesidir. Bu iki noktada devletin derinleriyle aynı telden çalıyorsanız, sorun değil, başka konularda muhalefet yapabilirsiniz. (Misal Sözcü gazetesi)
Derin devletle kol kola uzun bir yolculuk
Hatırlaması, hatırlatması hoş değil ama 12 Temmuz 1951 günkü nüshasında Nâzım Hikmet’in fotoğrafını birinci sayfasından basıp “Millet doya doya yüzüne tükürsün” diye yazan da, 1937-38 Dersim tertelesi sırasında soykırıma varan harekâtı sonuna kadar destekleyip oradaki vahşeti olumlayan da, 9 sütun üzerine “Kemalist Türkiye’den faşist İtalya’ya Selam” başlığını atan da (22 Mayıs 1932), İkinci Dünya Savaşı sırasında Nazi Almanyası’nı, Hitler Avusturyası’nı -başyazarınkiler dahil- yazılarıyla, haberleriyle destekleyen de (21 Haziran 1941 tarihli manşet: “Milli şefimizle Führer arasında samimi tebrikler”), 1960 ve sonrasındaki darbeleri, önce açık sonra biraz utangaç biçimde -kendisine dokunulana kadar- destekleyen de Cumhuriyet gazetesidir.
Aslında gazetenin yöneticilerinin, yazarlarının suçu, günahı değildir bu durum. Emir büyük yerden: Devletin bekçilerinden gelmiş, onlar da devletin beka’sı için görevlerini yerine getirmişlerdir.
Bazen kazalar olur
Kuşkusuz her şey bu kadar mekanik işlemez. Derinlerde tepişmeler olabileceği gibi yayın organlarının da görece bağımsızlığı her zaman söz konusudur. Yazarın, çizerin, gazetecinin kendi siyasal-ideolojik tercihleri, tepkileri yok sayılamaz, küçümsenemez; hele de toplumların derin değişim-dönüşüm içinde oldukları dönemlerde…
Bu bağlamda, Cumhuriyet gazetesi de zaman zaman sözcüsü olduğu güçlerin çizgisi dışına çıkmış, o güçlerle senkronize olamadığı dönemler yaşanmış, kimi yöneticilerin, gazetecilerin, yazarların, çizerlerin muhalefete geçtikleri, bedel ödedikleri görülmüştür. Ancak, devletin kırmızı çizgileri aşılır gibi olduğunda, hakemin kırmızı kartı hazırdır. Düdük çalınır, “Cumhuriyet kurtarıldı, Atatürkçülüğe döndü” açıklamaları eşliğinde içerden yardımlarla operasyon başarıyla gerçekleştirilir.
Gazetenin tarihinde yaşadığı son iki kaza: Hasan Cemal’in genel yayın yönetmeni olduğu 1980’lerin sonunda, 1992’de yaşanan krizle Cumhuriyet Vakfı’nın 2014 kongresi sonrasında oluşan yeni yönetimin, gazeteyi derin iradeden de mümkün olduğunca bağımsız, çok sesli, özgürlükçü laik, demokrat bir yayına dönüştürme hamlesinin ( ya da hayalinin) karakolda bittiği olaydır.
Yaşamakta olduğumuz dönemin ağır koşullarında, bu son yol kazasına müdahale öncekilerden çok daha sert, hukuksuz, kuralsız, belden aşağı, etik/ahlak yoksunu olmuştur. (Vakfın yeni yönetiminde yer alanların, insanların en küçük bir suç delili olmadan keyfî şekilde yıllarca, aylarca tutuklu kaldıkları ve yıllarca hapis cezasına çarptırıldıkları ibretlik Cumhuriyet davası sürecinde muhbir ve savcılığın şahitleri oldukları çok yazıldı, tekrara gerek yok.)
Medya operasyonu değil derin ittifak darbesi
Olup bitenleri AKP’nin medya operasyonu olarak değerlendirmek eksik bir yorum olacaktır. Tayyip Erdoğan kuşkusuz Cumhuriyeti susturmak istemiş ve yargı üzerindeki etkisini bu yönde kullanmıştır. Ancak olayın bundan ibaret olduğunu düşünürsek gerçeği bütün boyutları ve vahametiyle kavramamış oluruz. Cumhuriyete darbe, derin devletin şu sıralarda güçlü olan Avrasyacı-Ergenekoncu kanadının Erdoğan AKP’si, Bahçeli’nin temsil ettiği faşizan Türk milliyetçiliği ve ulusalcılarla yaptığı derin ittifaktan gelmiştir.
Operasyonda görev alan laik (büyük) sermaye grubunun resmî olmasa da manevî temsilcisi zat, devletin en yüksek kademelerinin ricasını kabul ettiğini çevresine söylerken bu gerçeği görev bilinci ve gururla fâş ediyordu. Atatürkçülüğü korumak için çırpınan (!) Cem Küçük, “Gazetenin temel politikası Atatürk’ün aydınlanma devrimleridir. Sadık okurun arzuladığı temel yayın çizgisine bugünden itibaren dönülmüştür” diye yazarken, “Cumhuriyet’in kalesinin geri alındığını” muştulayan Sözcü yazarı Uğur Dündar’la ve “Yeniden Cumhuriyet! Artık her sabah umutla uyanabiliriz.” tweet’ini atan Barolar Birliği Başkanı Feyzioğlu ile buluşuyordu. Hürriyet yazarı Ahmet Hakan ise, Cumhuriyet davası iddianamesini ve mahkûmiyet gerekçelerini hatırlatır şekilde “Cumhuriyet gazetesi’nin HDP’nin savunucusuna dönüşmesi bir anomali gibiydi” diye hüküm keserken, köşesini nasıl koruyabildiğini de açıklamış oluyordu.
Derin ittifakın Atatürkçülük kılıfı altında gerçekleştirdiği Cumhuriyet operasyonundan en fazla zarar görenler, - ister karakter zaafları, hırsları, kişisel kinleri, kıskançlıkları yüzünden, ister Atatürkçülük sandıkları ideolojik bağnazlık nedeniyle, ister eski dostlara ve anılara vefa duyusuyla saflıktan olsun- derin görevlilerin iğvasıyla bu operasyonda figüranlığı kabullenen değerli, namuslu, vicdan sahibi gazeteci arkadaşlar oldu bence.
Kuşkusuz herkes kendi vicdanının yükünü kendisi taşır ama onlar adına üzülüyorum. Bunu hak etmiyorlardı. Ya da sormak istiyorum: Siz bu devleti, hele de derin iradeyi hiç mi tanımadınız? Yoksa tanıdınız da hemfikir misiniz?