Başbakan Ahmet Davutoğlu, hükümet olarak yeni süreci anlamak için yoğun bir şekilde toplumun değişik kesimleriyle bir araya gelmeye özen gösterdiğini kaydetti.
Doğu ve Güneydoğu illerinden gelen sivil toplum kuruluşu temsilcilerini kahvaltıda ağırlayan Davutoğlu, cuma günü de 8 sivil toplum kuruluşu çalışanlarıyla bir araya geldiğini hatırlattı.
Başbakan Davutoğlu, Doğu ve Güneydoğu illerinden gelen sivil toplum kuruluşu temsilcileri ile Çankaya Köşkü'nde kahvaltıda bir araya geldi. Burada konuşan Davutoğlu, son iki ay içinde çok kritik, tarihi kırılma eşiği yaşadıkları günlerden, dönemlerden geçildiğine dikkat çekti. 7 Haziran'da çok önemli bir seçimi geride bıraktıklarını dile getiren Davutoğlu, 20 Temmuz'ta Suruç'ta yaşanan katliamla 32 kişinin öldürülmesinin sadece onların yakınlarına değil herkesin yüreğine bir ateş düşürdüğünü belirtti. O günden bu yana Türkiye'de şiddet sarmalını derinleştirmek isteyenlerle bu şiddet sarmalına karşı insan hak ve özgürlüklerini kamu düzenini savunanlar arasında çok ciddi bir mücadele olduğunu kaydeden Davutoğlu, hükümet olarak yeni süreci anlamak için yoğun bir şekilde toplumun değişik kesimleriyle bir araya gelmeye özen gösterdiğini kaydetti.
Şiddet sarmalının başlatılmaya çalışıldığı 20 Temmuz'dan bu yana da yoğun istişareyi sürdürdüklerini anlatan Davutoğlu, Cuma günü Türkiye'nin en geniş katılımlı, 8 sivil toplum kuruluşu çalışanlarıyla bir araya geldiğini hatırlattı.
"BUGÜNKÜ MESELELERİN ÇIKIŞINDA TEK TİPLEŞTİRMENİN YOĞUN PSİKOLOJİK TRAVMASINI YAŞADIK"
Davutoğlu, şöyle devam etti: "Modern dönemde, kadim ortak kültürel maya konusunda iki farklı yaklaşım çıktı: Bir, tek tipleştirenler ve şunu diyenler; 'herkes bizim gibi olacak.' Herkes bizim tasnif ettiğimiz şekilde yaşayacak ve bizim tasnif ettiğimiz kimlere sahip olacak.' Bunun en son en çarpıcı örneği, 12 Eylül rejiminin getirdiği tek tipleştirmeydi. Öncesi de vardı, sonrası da oldu, 28 Şubat'ta. Bugünkü meselelerin çıkışında bu tek tipleştirmenin yoğun psikolojik travmasını hep beraber yaşadık. Türkler, Kürtler, Sünniler, Aleviler hep beraber yaşadık. Hep beraber, biz o dönemde genç üniversiteliler olarak bu yaklaşıma karşı farklı ideolojilerle aylakta durduk. Bu tek tipleştirenler karşısında bu kez ayrıştıranlar çıktı. 'Madem ki biz Mezopotamya çocuklarıyız, diğer çocuklardan ayrılmalıyız' diyenler çıktı. 'Madem ki biz Anadolu çocuklarıyız, diğerleri ya sevsinler ya terk etsinler' diyenler çıktı. Biz son 13 yıl içinde bu tek tipleştirme ve ayrıştırma çabalarına karşı hep birleştirmeyi, farklılara saygı duyarak o farklılıklar üzerinden çatışma çıkarmadan, gönülleri birleştirmeyi hedef edindik. Çözüm Süreci'nin esas itibarıyla özünde de bu vardı, Milli Birlik Kardeşlik Projesi'nin özünde de bu vardı, demokratikleşmenin özünde de bu vardı. Şimdi de çatışma, farklılaşma buradadır. Şu masanın etrafında olanlar, cuma günü TOBB Salonu'nu dolduranlar ve birçok platformda, akil insanlar heyeti veya değişik platformda bir araya gelenler, hep ayrıştırmak isteyenlere karşı farklılıkları korumakla birlikte birleştirmeye çalışanların gayreti oldular. Biz iktidara geldiğimizde tek tipleştirme devam ediyordu. Sadece Kürt vatandaşlarımıza dönük olarak değil bütün kesimlere dönük olarak. 'Başörtülü olmayacaksınız' deniliyordu. 'Herkes başını açmak zorunda' deniliyordu. Sadece Kürtçe değil değişik lehçelerde yayın yasağı vardı. Yasaklar vardı. Ben dahi kendi çocuğuma ismini koyarken, Meymune isminin Türkçe olmaması sebebiyle nüfus müdürünün nasıl gözümün içine bakıp, 'bunu değiştirmeniz gerekir' dediğini hala hatırlıyorum, 1988 yılında. Hepimiz yaşadık bunları. Bir adalet perspektifinden bakanlar görürler ki son 13 yılda biz bütün farklılaştırma, çatışma ve tek tipleştirme çabalarına karşı çok büyük mesafeler kat ettik."
"SİLAHLI UNSURLAR TÜRKİYE'DEN ÇEKİLDİ Mİ, SİLAHLAR BIRAKILDI MI?"
Irak savaşından da istifade eden terör örgütü PKK'nın 2005 yılında harekete geçtiğini dile getiren Davutoğlu, aynı günlerde Recep Tayyip Erdoğan'ın başbakanlığı döneminde Diyarbakır'da yaptığı konuşmada, şiddetin karşısına demokrasiyi deva olarak teklif ettiğini hatırlattı.
2012 Aralık'ından itibaren çözüm sürecinin başlatıldığını dile getiren Davutoğlu, şunları söyledi: "Bakınız, hani şimdi yeni yeni şartlar öngörenler, yeni yeni birtakım konuları gündeme getirenler bu milletin hafızasıyla alay ediyorlar. 2013 Mart'ında Nevruz'da verilen mesaj açıktı. 'Silahla mücadele dönemi bitmiştir, demokratik mücadele dönemi başlamıştır ve bütün silahlı unsurlar Türkiye'den çekilecekler'. Tarih 21 Mart 2013. Şimdi, Ağustos 2015'teyiz. Silahlı unsurlar Türkiye'den çekildi mi, silahlar bırakıldı mı? Şimdi tekrar tekrar şart koşuyorlar silahları bırakmak için. 8 Mayıs'ta açıklama yapıldı, 'ilk unsurlar çekiliyor', 26 Haziran'da geri adım atıldı. Çünkü arada Gezi olayları yaşandı. Türkiye'de kardeşliği istemeyenler, milli birliği, beraberliği, ortak kader bilincinin gelişmesini istemeyenler, provokatif eylemlerle Gezi olayında, bir çevre meselesi gibi başlayan bir olayı güya istismar ederek büyük bir toplumsal anarşiye dönüştürdüklerinde çözüm sürecine en büyük darbe vurulmuş oldu. Aynen 1993'te rahmetli Özal'ın çabalarına son verilmesi gibi. Rahmetli Özal da benzer bir çabaya girdiğinde Uğur Mumcu suikasti, Eşref Bitlis suikasti, 33 erin şehadeti, arkasından Özal'ın vefatı. Sonra Madımak, Başbağlar katliamı. Bir baktınız ülke barış atmosferinden çatışma atmosferine dönüştürüldü."
YOLSUZLUK VE RÜŞVET SORUŞTURMASINI ÇÖZÜM SÜRECİNE, 6-7-8 EKİM OLAYLARINI DEMİRTAŞ'A BAĞLADI
Recep Tayyip Erdoğan'ın başbakan olarak görev yaptığı 30 Eylül 2013'te çok geniş kapsamlı yeni bir demokratikleşme paketini ilan ettiğini anlatan Davutoğlu, 17-25 Aralık yolsuzluk ve rüşvet soruşturmasıyla yine Türkiye'de bir siyasi belirsizlik atmosferi içinde bütün bu sürecin durdurulmasına çalışanların söz konusu olduğunu savundu.
6-7-8 Ekim olaylarıyla ilgili kaos, belirsizlik ve şiddete götürecek bir eylemin çağrısını da Demirtaş'ın yaptığını ileri süren Davutoğlu, "Kalkışma çağrısı yaptı. Hangi demokratik ülkede, bir siyasi lider, cumhurbaşkanlığına aday olmuş bir lider, 'Silahlanın ve sokaklara çıkın' diye bir çağrıda bulunabilir? Bir örneği gösterilebilir mi? Faili meçhulleri, bu terör unsurlarının şehir milisleriyle yaptığı Yasin Börü'nün katilleri başta olmak üzere talanı, baskıyı, her türlü eylemi gördük. Buna karşı kamu düzenini ihdas etmek üzere harekete geçtik ama hiçbir şekilde çözüm sürecinden de vazgeçmedik. Özgürlüklerin korunması ve iç güvenlik paketi gündeme geldiğinde bütün partiler bize karşı birleşti ama biz yaklaşmakta olan tehlikeyi ve kamu düzeni ortadan kalktığında özgürlüklerin korunamayacağı gerçeğini gördüğümüz için harekete geçtik. Şimdi 7 Haziran'dan sonra yeni bir dönem başlatma imkanı varken, temsil kabiliyeti çok yüksek bir Meclis'te çözüm sürecini de her konuyu da tartışma imkanı varken tam bir küstahlıkla, tam bir aymazlıkla öyle mesajlar verildi ki Türkiye şöyle bir kanaat doğdu, iki alternatif için de hazırlık vardı sanki. Eğer barajın altında kalınsaydı 'Haksızlık yapıldı' diye bir başka şiddet sarmalına gidilecekti. Baraj aşılınca bu sefer aşırı kibir, Mesut Barzani'nin basına yansıyan ifadesiyle söylüyorum, aşırı kibirle ve Ortadoğu'daki kargaşadan aldıkları cesaretle bu sefer de bir başka şiddet sarmalı çağrısında bulundular. Öyle ikili oyun ki Ankara'da demokrasi, Diyarbakır'da, Batman'da, Hakkari'de şiddet ve terör. Öyle bir ikili oyun ki İstanbul'da Türk-Kürt kardeşliğinden bahsetmek ama Doğu ve Güneydoğu'da kendisinden farklı düşünen herkesin demografik bir yapı değişimine de yol açacak şekilde şehirlerden sürülmesi için baskıda bulunmak. Öyle bir ikili oyun ki bir taraftan özgürlüklerden bahsetmek, diğer taraftan her tür illegal yapılaşmayla şehirlerimizi baskı altında tutan uygulamalara yönelmek. Şimdi herkesin son 15 gün içinde yaşananları tekrar tekrar değerlendirmesi gerekiyor. Bir anda barışı hatırladılar, bir anda tekrar çatışmasızlığı hatırladılar. Çatışmasızlığı niye polislerimiz, askerlerimiz şehit olduklarında hatırlamadılar?" şeklinde konuştu.
"80 MİLLETVEKİLİ KANDİL'E DOĞRU 'TEHDİTLERİNİZE SON VERİN' DEME KARARLILIĞINI GÖSTEREBİLDİ Mİ?"
Demokrasi içinde farklı düşüncelerin olabileceğini ifade eden Davutoğlu, "Farklı akıllar olacak, hep beraber konuşacağız. Peki, demokrasilerde farklı akılların konuşulacağı yer neresidir? TBMM'dir. TBMM'ye büyük zafer psikolojisi içinde 80 milletvekili gönderdikten sonra, bu 80 milletvekilinin dönüp Kandil'e doğru, 'Artık ortak aklın üretileceği yerdeyiz, silahı indirin, tehditlerinize son verin' deme kararlılığını gösterebildiler mi? Şimdi bizi, onların tabiriyle ateşkesi, çatışmasızlığı sona erdirmekle suçluyorlar bugün. Bakın, sıralamayı veriyorum. 7 Haziran seçimlerinden 3 veya 4 gün sonra açıklama yapıldı, 'Çatışmasızlık konusunda sadece biz karar veririz, kimse karar veremez silahların bırakılması konusunda.' Tarih, 9 Temmuz. Sayın Cumhurbaşkanımız bana hükümeti kurma görevini verdi. 11 Temmuz'de KCK açıklama yaptı. Onların tabirini kullanarak söylüyorum, 'ateşkes dönemi bitmiştir' diye. Daha ortada Suruç yok, daha ortada herhangi bir operasyon beklentisi ya da bunu gerektirecek şartlar yok. 15 Temmuz, ben Demirtaş ile görüşürken aynı saatlerde, bakınız dikkat çekici, aynı saatlerde KCK, 'sözde halk savaşını başlatma' talimatı verdi. Ben görüşürken daha siyasi görüşme yapılırken, 19 Temmuz, Suruç'tan bir gün önce KCK, Cemil Bayık açıklama yaptı ve 'silahlanın ve halk savaşına hazır olun' diye. Kime karşı, kiminle savaşıyorsunuz? Kim adına, hangi savaşı başlatıyorsunuz? Mezopotamya çocuklarının, Anadolu çocuklarıyla, Rumeli çocuklarıyla, Kafkas çocuklarıyla birbirine girmesi için size kim talimat verdi? Türkiye'yi Suriye ya da Irak'a benzetme yönünde nereden talimat aldınız?" dedi.
"Biz, Türkiye'de kaderlerin birleştirilmesi çabasının mücadelesini veriyoruz. 'Tek kaderimiz var' diyoruz. 78 milyonun huzuru da ya hep beraber olacak, Allah muhafaza kaosu da hep beraber yaşama riskimiz var. Birilerinin mutlu, birilerinin mutsuz olduğu bir ülke, bir arada kalma gücü, direnci, bilinci gösteremez. Ortak kader bilincidir aidiyet bilincini güçlendiren. Ortak kültür mayasıdır, aidiyet bilincini kuran, sürdürense ortak kader bilincidir." diyen Davutoğlu, 12 Eylül'ün bu kader bilincini yok etmek için tek tipleştirmeye gittiğini söyledi.
PKK ideolojisinin de dışarıdan aldıkları bu talimatlarla bu kader bilincini yok edip, Orta Doğu'nun parçalanmasına, Balkanlar'ın parçalanmasına benzer bir şekilde Anadolu'nun, Rumeli'nin parçalanması için çabalar gösterdiğini anlatan Davutoğlu, sonra da demokrasiden, barıştan bahsettiklerini ifade etti. Şimdi bu ortak kader bilincini tekrar inşa etmek durumunda olduklarını belirten Davutoğlu, "Demokratik açılım, milli birlik ve kardeşlik çözüm süreci. Ama hep iki şeyi hedef edindik. Bir, demokrasimiz derinleşsin, kökleşsin, insan hak ve özgürlükleri en geniş anlamda uygulansın. Buna özgürlük alanı diyelim. İkincisi, Türkiye'de silahların, şiddetin, terörün sonu gelsin. Buna da güvenlik alanı ya da kamu düzeni alanı diyelim." ifadelerini kullandı.
"HER AÇIKLAMALARI ERTESİ GÜN KANDİL'DEN TEKZİP EDİLDİ"
"7 Haziran'dan beri eş başkanların, Sayın Demirtaş'ın, Yüksekdağ'ın yaptığı her açıklama yukarıdan bir yerlerden tekzip edildi, şu denmeye çalışıldı: 'Sen siyaset oyunu oynayabilirsin ama aklı ben üretirim, senin söz söyleme hakkın yok'. Her açıklama ertesi gün Kandil'den tekzip edildi." diyen Başbakan Davutoğlu, şöyle devam etti: "Şimdi önce akıllarına saygı duyanlar, vicdanlarına saygı duyan HDP'lilerin buna isyan etmesi lazım. Ha 12 Eylül rejimi partilere dönüp 'Hizaya girin' demiş, ha Kandil'den birileri HDP'ye dönüp 'Hizaya girin' demiş, aynı mantıktır, aynı zihniyettir, hiçbir farkı yok. Mesele Kürt meselesi değil, mesele 'Kürtler için ne doğruysa sadece ben bilirim' diyen ve aynen 12 Eylül'de 'Türkler için ne doğruysa sadece ben bilirim' diyen zihniyet paralelliğidir." CİHAN