Ahmet Davutoğlu siyasete bir daha dönebilir mi? Vedasının ertesi günü memleketi Konya’ya gitmesi yeni bir başlangıç işareti mi? Dili ‘mutlak itaat’ dedi. Birlik, beraberlik ve Saray’a selam ağzından düşmedi. Ama hâli başka sanki. Yedek kulübesinde oyuna girmeye her an hazır oyuncu gibi. Kenarda bekleyecek.
Türk siyaseti her türlü sürprizi barındırır. Yarınların neye gebe olduğunu kestirmek zor. Ama ben Davutoğlu’nun tekrar oyuna döneceğini sanmıyorum. O siyaseti bırakmasa da siyaset onu bıraktı. Artık ‘başbakan koltuğu’ hayal, Kaf Dağı’nın arkası kadar uzak. Böyle gidenin döndüğü pek vaki değil. Darbeler hariç. Davutoğlu olayının tanksız topsuz ‘darbemsi’ bir özelliği var. Fakat darbeye hedef olan siyasetçiler hep direndi. En azından kabullenmedi, diz çökmedi. Davutoğlu sadece ‘tercihim değil, zaruret’ demekle yetindi. Daha ötesini söyleyemedi. Giderken dönüşüne ilişkin iz bırakmadı. Oysa hem kendisi hem Türkiye için yeni bir sayfa açabilirdi.
Bakmayın canlılık emareleri gösterdiğine. Davutoğlu bir siyasi mevta artık. 20 ay başbakanlık yapan Davutoğlu tarihe nasıl geçti? 20 ay kısa bir süre değil bu. Hele tek parti iktidarında. Ağzından çıkanın kanun olduğu olağanüstü bir dönemde. Sadece başbakanlığıyla da sınırlı değil. Danışman ve Dışişleri Bakanlığı ile birlikte değerlendirmek lazım. Davutoğlu AKP hükümetlerinde iç politikadan dış politikaya kadar çok geniş alanda söz sahibi oldu. Hüküm vermek için çok fazla veri var.
Tarihin hükmüne tek başına Suriye politikası yeter. ‘Sıfır sorun’ hedefiyle işe koyuldu. Geleneksel dış politikaya reddiyeydi bu. Paradigma değişikliydi. Sonuç fiyasko oldu. Kemalist dış politikayı akladı. O slogan ‘sırf soruna’ dönüştü. Bugün Türkiye’nin kavgalı olmadığı ülke yok. Yakın komşulardan uzak coğrafyalara kadar… Politikanın başarısı niyetle, retorikle değil ‘sonuçlarıyla’ değerlendirilir.
Davutoğlu’a Suriye’nin vebali ve günahı yeter de artar. Belki niyeti halisti. Ama netice ortada, felaket. Evdeki hesap Şam’a uymadı. Ne ‘siyasi ömrünü en fazla 2-3 ay’ olarak öngördüğü Beşar Esed gitti ne de Şam’da cuma namazı kılabildi. Süleyman Şah Türbesi’yle ricat yaşandı. PKK’nın uzantıları sınırın öte tarafına yerleşti. Suriye dramının vicdanında yankılanmaması mümkün değil.
Çözüm sürecinin bedeli de çok ağır. Belki politikanın üretilmesinde ana aktör değildi. Ama bir numaralı koltukta oturan o. Terör örgütünün elindeki silah ve patlayıcılarla kırsaldan şehirlere taşınmasının sorumlusu AKP Hükümeti. Hükümet ‘Valilere dokunmayın, göz yumun’ talimatı verdi. Güvenlik kuvvetlerinin eli kolu bağlandı. Bölge PKK’ya bırakıldı. Her gün şehit, her gün acı haberin nedeni bu. Kürt sorunu ve terör bugün daha da ağırlaştı. Davutoğlu sorumluluktan kaçabilir mi? Hayır. Aslan payı onun.
Ve ‘paralel yapıyla’ mücadele adı altında AKP’yi hukuksuzluğun odağı haline getirdi. Adaleti öldürdü. ‘Paralel yapı’ safsatasına inanmadığını biliyorum. Onun için gerçek paralel KCK’ydı. Ama tazyiklere dayanamadı. Mecbur kaldı. Koltuğunu kaybetmemek için fikrini de, zikrini de değiştirdi. Bugün AKP zindanları binlerce masumla dolu. ‘Zekat, sadaka, himmet’ suç sayıldı. 90 yaşındaki piri faniler de, ev hanımları da operasyonların hedefi oldu.
Özellikle kadınlara böylesine operasyon hiçbir karanlık ve zulüm döneminde yaşanmadı. CHP’nin tek parti dönemi dahil. Zulüm kadına ilişmedi.
Davutoğlu’nun başbakanı olduğu AKP iktidarı yaşlılara, hanımlara, çocuklara kelepçe takmakta beis görmedi. Oysa ‘sosyolojiyle savaşılamayacağını’ en iyi Davutoğlu bilir. Ama akademisyen kimliğini unuttu. Sırf koltuğunu muhafaza uğruna. Değer miydi? Şimdi bu soruyla baş başa kaldı.
Ve hüküm. Günlük siyasetin darası düştükten sonra tarih Ahmet Davutoğlu’nu ‘zulüm döneminin başbakanı’ diye yazacak. Hayırla yâd etmeyecek. ‘Devr-i istibdatın başbakanı’ diyenler de çıkacak. Kendine de yazık etti, ülkeye de. Kişisel hakların helali kolaydır. Ama mesele millet ve vatan olunca iş ciddileşir. Hayır, bu benim şahsi fikrim değil. Ben tarihim. Devr-i zulmün başbakanı Davutoğlu’nun helallik alması çok zor. ‘İyi biliriz’ de diyemiyorum, ‘helal olsun’ da…