Eyüp Ensar Uğur | samanyoluhaber.com
Dalkavuklar İsimleri değil Sıfatları sever
Terazinin ağırlığı ne tarafı gösteriyorsa orada biten insanlar tarih boyunca hiç tükenmedi. Özellikle siyasi mücadelelerde eski efendileri güçlü olduğu müddetçe yanlarında yer alıp onları mübalağalı ifadelerle öven bu tipler, güç dengesi değiştiği zaman hemen saf değiştirip yeni muktedirin yanında bitivermişlerdir. Yeni efendisinin zor günlerinde yanında yer almamasının boşluğunu da ayakları yerden kestirten, baş döndüren methiyelerle kapattılar.
Tarih boyunca tipik özellikler sergileyen övücülerin en önemli ortak yönlerinden biri hayal güçlerinin güçlü olması ve bu kurguları başta efendisi olmak üzere birçok insana inandıracak güçlü belagat ve kalem sahibi olmalarıdır. İnsanoğlunun zaaflarından biri olan övülme ve gurur damarını çok iyi bilir ve kullanırlar. Hele bu insanlar siyasi lider ve aktörler ise onlar için bitmez, tükenmez malzemeleri vardır.
Hali hazırdaki efendisinin tarihte yer almış kimi büyük şahsiyetlerle benzerlikler ortaya koyup adeta onların eşdeğerindeki ikinci şahsiyet olduğunu anlatır dururlar. Bitmez onların kurgularında İkinci İskender, ikinci Napolyon, İkinci Fatih hikayeleri.
Onlara göre, tarihin şu yüce şahsiyetinden beri benzeri gelmemiştir, O ezilmiş toplumun veya ümmetin beklenen kurtarıcısıdır, şirk kabul etmez başarıların yegane sebebidir...
Tarih boyunca yola iyi niyetle çıkılmış nice hareketin önünde gözüken liderler, zorlu mücadele sonrasında elde edilen güçle birlikte bu samimi olmayan övücüler tarafından etrafı sarılmış; ulaşılan başarıların tek başına başardığının dayanılmaz cazibesine kendini kaptırmış ve bu sebeple birlikte yola çıkıp, zorlu patikaları aştığı dava arkadaşlarını saf dışı etmişlerdir.
İktidar olmayla ortaya çıkan güç tapıcılarının sebep olduğu mağduriyet, kişilerle sınırlı kalmamış; ‘Büyük kurtarıcı’ övgüleri ile minnet altına alınmış toplumun, sıkıntı ve taleplerinin duyulmasına mani olunmuş, emanetlerin suistimaliyle elde edilen rantlar sonucu konfor ve zevk alemleri lider ve avanesini gerçek hayattan koparmıştır.
Bir yığın besili dalkavuğun, fındık faresi yakalamış bir kediye adeta: ”Fil avlamak da ne ki” dedirten küçük başarıları abartmaları, kimi zaman topyekün bir milleti, sonu bilinmez maceralara sürükleyip büyük felaketlere uğratmıştır.
1.Balkan Savaşı’nda Osmanlı’nın büyük hezimeti sonrası Edirne Osmanlı’nın elinden çıkmıştı. Daha sonra kazanılan toprakların paylaşımında anlaşmazlık çıkınca diğer devletler Bulgarlara savaş ilan etti. Bunun üzerine Bulgarlar işgal ettiği Edirne’den birliklerinin büyük kısmını çekmek zorunda kaldı.
O sıralarda kanlı bir darbeyle iktidara gelen Enver Bey tarafından Edirne’nin, istirdat edilmesi zor olmadı. Ama Edirne’nin öneminden dolayı bu küçük başarı methiyeciler tarafından abartılarak, Enver Paşa’nın, Osmanlı’nın makus tarihini değiştirecek bir kahraman olduğu propagandası yapıldı.
Kazım Karabekir hatırâtında, yakın arkadaşı olan Enver Bey’le o günlerde görüşme talebinin ancak iki hafta sonra kabul edildiğini, seraskerlik makamına gittiğinde ise uzun süre bekleme salonunda bekletildiğini anlatır. Bekleme salonunda kendisi gibi Enver Paşa’yla görüşmeyi bekleyen Alman zabitlerden birinin duvarda asılı olan Napolyon panosunu gösterip; “ senyör Enver ikinci Napolyon’dur” dediğini aktarır. Ayrıca avuç içindeki alaca lekenin dahi büyük cihangir olacağına yorulduğuna ve buna Enver Paşa’nın inandırıldığını belirtir.
Nihayetinde realiteyle örtüşmeyen propagandaların etkisiyle dünya fatihi olma hayaliyle girilen Dünya Savaşı, gidip de gelmeyenleri anlatan acı Yemen Türküsüne, Sarıkamış Faciasına, Çanakkale’de ve diğer cephelerde ölen milyonlarca canın kaybına ve İstanbul merkezli İslam Dünyasının birlikteliğinin yok olmasına sebep oldu.
O günlerde adeta antik dönemin bir kahramanı gibi gösterilen diğer bir isim de Enver Paşa’yla aynı tayfadan olan Cemal Paşa’ydı. Osmanlı’nın asırlarca yönettiği koskoca Ortadoğu’nun tüm sorumluluğunu üstlenen Paşa'nın mağrur kişiliği, etrafına bir yığın dalkavuğu üşüştürdü.
Hele içlerinde yirmili yaşlarda bir gazeteci vardı ki etkili kalemi ve anlatımıyla ikinci bir Büyük İskender olacağını en başta Paşa’nın kendisi olmak üzere çok kimseyi inandırdı.
Yazılarında Cemal Paşa’yı neredeyse yarı tanrı gibi gösteren bu kişi Falih Rıfkı (Atay) idi.
Cemal Paşa, bu gibi isimlerin teşvikiyle, savaştan önce, adeta zafer kazanmış bir edâ ve debdebeyle büyük bir basın topluluğunun eşliğinde, Büyük İskender gibi beyaz bir atla Mısır’ı fethetmek için ordusunun önünde yola çıktı.
Cemal Paşa böyle cümbüşlü, gürültülü bir şekilde yola çıkmasına karşılık; Mısır’a otuz yılı aşkındır hakim olan İngilizler, yoğun ve sessiz bir çalışmayla, 163 km uzunluğundaki Süveyş Kanalı boyunca ray döşeyerek, yardım gerekecek yerlere hızlıca asker intikal imkanı sağlamış, böylece kanal kıyılarında aşılması çok zor olan, muhkem bir savunma hattı kurmuşlardı.
Ve sonuçta Cemal Paşa’nın İkinci İskender olma hayali, binlerce ana evladının cansız bedenleriyle kanalı doldurdu.
Her kibirli lider gibi en yakınında bulundurduğu methiyecilerin etkisiyle realiteyi görmezlikten gelen paşa yıllar sonra hatıratında:
“Hakikati söylemek gerekirse, bu birinci Kanal Seferi yaptığımız zaman hiç kimse bu kanalın nasıl geçileceğini bilmiyordu...” itirafında bulunmuştu..
Paşa’nın kudreti tükenip miadı dolduktan sonra Falih Rıfkı İstanbul’a döner, her ne kadar şekillenmesinde büyük katkısı olduğu resmi tarih anlatımlarında, İngiliz işgaline karşı yazılar yazıp, Ankara’nın mücadelesine destek verdi denilse de “Büyük Taarruz”un sonuna kadar İstanbul’da kalmıştı. Ama Yunanlıların Anadolu’yu terk ettiği eylül 1922’de İzmir’e alelacele gelip, Mustafa Kemal’le ne yapıp etti tanışmayı başardı. Zor günlerde yanında olmadığı Paşa’yı övgü dolu yazılar ve sözlerle, onun kurtuluşun tek ve eşsiz mimarı olduğunu işleyip durdu.
Falih Rıfkı için övgüler düzmek en kolay işti. Zira eski muktedir Cemal Paşa için yazıp söylediklerinden dolayı bir hayli idmanlıydı. Artık övgüler Mustafa Kemal içindi:
“Gazi’yi bilmek insanın insanlığına vücut veren yaratıcılardan birinin hayat ve eserini öğrenmek demektir…” (1)
Zafer sonrası Anadolu’ya geçen Falih Rıfkı Atay’ın, başta Çankaya kitabı olmak üzere; yazıları, aktarımları ve anıları bugün resmi tarihin ana omurgasını oluşturuyor.
Falih Rıfkı’nın ‘Tek Adam’ın başarısıdır’ kurgusunda yarıştığı isimlerden birisi olan, kendisi gibi kurtuluşta yer almayan ve gömlek değiştirir gibi ideoloji değiştirmesiyle meşhur olan Şevket Süreyya Aydemir’di.
Mevcut rejimi eleştirip, Komünist ideolojiyi yaymaya çalıştığından İstiklal Mahkemesi tarafından hapse atılmış Aydemir, artık aykırı bir sesin kalmadığı 1927’den itibaren keskin bir dönüş yaparak, ülkenin yönetildiği sofrada bir köşe kapmayı bile başarmıştı. Hem şu cümleleri yazabilen biri neden hak etmesin ki böyle bir payeyi:
“M.Kemal her şey bitti denilen bir anda Olimpos’un korunaklı tanrılar otağından inip, (Selanik’ten) Türk’ün kaderini yeniden yazan savaş tanrısıydı. Son iki yüz yıldır Türk’ün yaşadığı tüm elemlere sadece o son verebilirdi. Samsun’da başlattığı kurtuluş hamlesini insanüstü bir şevkle ve taktik beceriyle tek başına becerebilen ulu önder ve eşsiz bir kahramandı o…” (2)
ilk günlerde ortada olmayıp Ankara’ya sonradan mülaki olan birçok isim devletin önemli makamlarını işgal etmişlerken, Kurtuluş Savaşı’nın en zor günlerinde mücadele etmiş ve zaferde önemli katkıları olan isimlerin her biri ise sonrasında farklı gerekçelerle yönetimden tasfiye edildiler.
30’lu yıllar gelmeden Mustafa Kemal’in yanında, 1919 tarihinde mücadeleye birlikte başladığı üst düzey dava arkadaşlarından hiç kimse kalmamıştı. Her biri ya sürgünde, ya hapiste, ya da Kazım Karabekir gibi gözetim altındaydı. Hatta Bandırma Gemisi’yle 19 Mayıs’ta Samsun’a çıkanlardan dahi sonrasında idam edilen oldu.*
Uğruna eski dostların terk edildiği övgü sahipleri peki Mustafa Kemal’in ölümünden sonra ne yaptılar. Çokça bahsettiğimiz Falih Rıfkı Atay’dan yine örnek verelim. Neredeyse lider kültünün oluşmasında en önemli payı olan bu gazeteci, İsmet İnönü’nün artık devri başlayınca şu sözü söylemiştir:
“Atatürk öldüyse başımızda İnönü ve Stalin var!” (3)
İsimleri aşırı ön plana çıkartanların sözlerinin kıymet-i harbiyesi işte bu kadar, zira onlar için gerçekte isim değil sıfat önemlidir. Yani güç, kudret ve diğer istifade edebileceği özellikler. Helvadan yaptıkları tanrıya ihtiyaç kalmadığında anda onu yerler veya bir köşeye atarlar.
Bu arada yeni muktedir İnönü’nün dışında nasıl olur da başka bir isim olur?
O günlerde hemen yanı başımızda bizden toprak talebi olan SSCB tehlikesi vardı, bu tür nâYiğitlerin temkinli olduklarından dem vurmamış mıydık yoksa?
EYÜP ENSAR UĞUR
Kaynaklar
1 Çankaya, pozitif yayınları, s.f. 111
2 Ş. süreyya aydemir, tek adam, s.f 495, cilt 3)
3 Nimet Arzık,Anılar 2,syf;97-98
*1919’da Mustafa Kemal’in kurmay ikinci başkanı olarak Bandırma Vapuru’yla Samsun’a çıkan 19 kişi arasında yer alan milletvekili Mehmet Arif Bey, muhaliflerin yargılandığı İzmir Suikastı davası sonrası idam edildi.