Sakarya gişelerinde bir GBT uygulaması vardı. Otobüsten indirildi. Polis bir elindeki kimliğe bir karşısındaki genç kıza baktı, “Abi bir daha kontrol etsene” dedi arkadaşına. Tekrar baktılar. “Yok valla, aranıyor, mecbur alacağız.” dedi polis. Sonra pek hatırlamadığı kısa bir konuşma geçti aralarında.
O gece, 25 Mart 2018’de gözaltına alındığında polisler “şüpheli” sıfatını bile yakıştıramamıştı üniversite öğrencisi Nihan Koç’a. Bir arkadaşı karşılamak için otogarda bekliyordu. Otobüsten inmeyince ailesine haber verdi hemen. Aile telaşla otobüs yazıhanesini aradı, “Kızınızı polisler indirdi, evden mi kaçmıştı?” sözleri karşısında şaşkına döndü. Kimse ihtimal veremedi suçlu olduğuna…
O gece baba Hüseyin Koç (50) koltuğun bir köşesine, anne Hacer Koç (43) diğer köşesine oturmuş ağlamışlardı sessizce. Çaresiz ve yapayalnızdılar… Kalkıp gelemiyorlar, kimseyi arayamıyorlardı.
22 yaşındaki Nihan Koç’un ilk ifadesi tam dört buçuk saat sürmüş. 4 saat sadece anne ve babasını sormuşlar. Adreslerini istemişler. “Benim annem ev hanımı, yanlış yere çöp mü dökmüş de arıyorsunuz?” demiş Nihan kızgınlıkla. Sorguyu yapan polis de sinirlenmiş bu sefer. Kocaman bir dosya çıkarıp hırsla karıştırmaya başlamış. “Bekle göstereceğim sana…” demiş. Meğer sebep darbe iddiasıymış. Gülmüş sadece…
Savcı Nihan Koç için, “ikmalen ifadesini alıp bırakın” demiş. Fakat o ailesinin adresini bilmediğini söylediği için polis çok sinirlenip tekrar tekrar savcıyı aramış. “Ben bu kızı bırakmıyorum gözaltı kararı çıkarır mısınız?” diye ısrar etmiş.
GÖZALTI SEBEBİ CEVŞENDEKİ PARMAK İZİ
Değil 6 kişilik Koç ailesinde, bütün akrabalar içinde karakol yüzü gören ilk kişi olan Nihan Koç (23), günün sonunda çöpte bulunan bir Cevşen’in 2 sayfasında parmak izi bulunduğu gerekçesiyle bir gece gözaltında kalmış. Ertesi gün bu ‘çok önemli bilgi ve delil’ savcının ve hakimin önünden de geçtikten sonra haftada bir imza ve yurtdışı yasağı ile bırakılmış.
‘ONLARIN ÖNÜNDE AĞLAMAYACAĞIM!’
Olanlara hâlâ anlam veremeyen üniversiteli Nihan Koç, yaşadıklarını şöyle anlatıyor: “Henüz iktisat 4. Sınıf öğrencisiydim, sınav haftamdı. İkamet ayarla, imza adresi ayarla derken epey bir koşuşturmacam vardı. Ben bırakıldıktan 25 gün sonra 20 nisan akşamı annemleri aradım -ki telefona bakan olmadı. O sırada sekiz polis evimize girmiş, iki küçük kardeşimin (15, 9) gözleri önünde evi didik didik armışlar. Babamın haber vermesi ile eski komşumuz, aynı zamanda dershaneden de tanıdığımız bir kişi koşarak geliyor hemen çocukların yanına… Gece 01.00’e kadar süren aramadan sonra annemle babamı alıp götürüyorlar. Henüz ilkokula giden küçük kardeşim Elif binayı inletiyor, ‘Anne çiçek ektik onlar nasıl büyüyecek, onlara kim bakacak, sen gidemezsin anne!’ diye… Erkek kardeşime sarılmak istiyor annem vedalaşmak için. Eliyle durduruyor erkek kardeşim: ‘Anne sarılma, sarılırsan ağlarım, onların önünde ağlamayacağım!’ Hemen o gece 05.00 arabasına bindim, sabah 08.00’de kardeşlerimin yanındaydım. Bir kız kardeşim Sivas’taydı, onu da çağırdım. Akşam hep birlikte kardeşlerimi alan tanıdığımızın evindeydik. Derken bir telefon geldi. Ev sahibimiz annemlerin durumunu öğrenmiş. Evimi hemen boşaltsınlar diye haber göndermiş. 4 kardeşiz dördümüz de öğrenciyiz. Anne ve babam hâlâ gözaltında, belki de çıkıp gelecekler, bu kadar korku niye…”
OKUL TAKSİDİ TUTUKLANMA SEBEBİ
İlahiyatçı babasının ve ve işletme mezunu annesinin gözaltına alınmasının gerekçeleri de basit: “Babam Hocaefendi’nin evde bulunan bir fotoğrafı ve 10 sene önce sigortasının gözüktüğü şirketlerden, annemse Bank Asya’dan bana gönderdiği 1054 liralık okul ücretinden yargılanıyordu.”
‘AİLEMDEN GÜNLERCE HABER ALAMADIK’
Anne ve babası gözaltına alınmasından sonra dört gün boyunca hiçbir haber alamaşlar. Hiç bir şube kabul etmemiş orada olduklarını. Sonra bulmuşlar ama avukatla bile görüşmelerine izin verilmemiş. Nihan, sabah soluğu avukatla Vatan Emniyet’in önünde almış, akşam koşup kardeşlerini teselli etmiş. Bir yandan da ev bakmış. En sonunda avukat annesiyle görüşmüş.
Annesi bir kaç eşya istemiş. Eşofman takımı, havlu, sabun, seccade ve tülbent.. Nihan Koç, “Hemen bir çanta yaptım götürdüm. Polis almamakta çok diretti. Sadece havluyu ve seccadeyi kabul ettiremedim.” diyerek şöyle anlatıyor sonrasında cezaevi personeli ile tartşmasını:
“Yasak mı” diye sordum. “Ben sana yasak mı dedim” dedi. Yasak değilmiş bunu inkar etmedi ama orası otelde değilmiş. Rahat ettiremezmiş. Annem sadece gözaltında. Suçu ispat edilmemiş daha ifadesi bile alınmamış. Yasal hakkı olan bir havluyu ve seccadeyi de çok gördüler. Ne diyeyim ki; seccadeye zaten ihtiyaçları olmaz da bir havluya muhtaç kalırlar mutlaka.
Bunca kavga dövüş aldığı eşyaları da anneme vermemiş. Annemin haberi bile yok o çantadan. Vatana sonrasında da gittim. O çantayı bulamadık. O polis alıp çöpe mi attı, ne yaptı bilmiyorum.
Yaşatabileceği bütün mağduriyetleri yaşatıyor ve arkasına dönüp bakmıyor”
DOKTOR YÜZÜ GÖSTERMEDİLER
Anne ve babası yaşlı insanlar değil ama sağlık sorunları var. Gözaltı sürecinden önce tahlil yapılmış. Annesinin kolesterolü altı ayda tam iki katına çıkmış. Doktor, mutlaka kardiyolojiye gidin bu normal değil diye uyarmış. Kalp rahatsızlığı da vardı zaten… 20 Nisan 2018’de alınmışlar.
Nihan Koç, 1 Mayıs’tan önce, sadece Gülen Cemaati mensupları değil sol kesimlere ve Kürtlere yönelik de cadı avı başlatıldığını KCK, PKK, DHKP/C gerekçeleriyle farklı görüşten gençlerin nezarethanelerde olduğunu söylüyor. “Annem kendine değil, onlara üzülüyordu.” diyor ‘Annemin ifadeleri ile, “Hepsi çiçek gibiydi. Çok saygılılardı ve özverililerdi. Art niyetli birilerini gördüklerinde beni ikaz ediyorlardı. Benim daha rahat edebilmem için yardımcı oluyorlardı çünkü onların ilk tecrübesi değildi. Ben daha önce lafını duysam belki korkudan yolumu değiştirebilirdim ama PKK’lı diye suçlanan o gençler benim için mücadele veriyorlardı. Bir ara yutkunamamaya ve göğüs ağrısı çekmeye başladım. Onlardan biri hemşireydi ve ortalığı ayağa kaldırdı. “Bu kadın kalp krizi geçiriyor olabilir acil ambulans getireceksiniz!” diye. Demirleri yumruklamalar, duvarlara vurmalar… Polis elinde kesme şekerle gelmiş, şeker vermeyi teklif ederken o tehdit ediyordu: bu kadın ölürse hesabını ödersiniz. Acile götürüldüm, tetkikler yapıldı. Rahatlayınca geri getirilip apar topar ifadem alınıp tutuklandım.”
ÇOCUKLAR HEM ANNESİZ HEM BABASIZ KALDI
Gözaltındayken dışarıda annesiz ve babasız kalan 4 çocuğundan haber alamayınca iyice tetiklenmiş anne Hacer Koç’un rahatsızlıkları. Herhalde ölüp başımıza kalmasın diye tutuklayıp kurtulmuşlar!
Bu kez Hacer Koç’un cezaevinde şekeri nüksetmiş stresten. 300 civarında seyrederken üç hafta revire çıkarmamış, hastaneye götürmemişler. O günlerde sosyal medya aracılığı ile seslerini duyurmaya çalışsalar da sonuç alamamışlar.
Bir arkadaşı yaşadıklarını yazmasını istemiş. O zaman, “Ben çok bir şey yaşamadım ki” demiş Nihan Koç. “Sen yaz” ısrarı üzerine yazıp göndermiş. Günler sonra kendi mektubunu sosyal medyada ve internet yayınlarında görmüş. Şaşırmış elbette… “Mektup yazdığımdan ailemin haberi yoktu, babam ağlayarak okumuş.” diyor Nihan Koç: “Sanırım Rabbim hissettirmiyor, biz farkında değiliz yasarken ama insanlar duyunca sahipleniyorlar Allah razı olsun. Ama duyurabilmek kolay oluyor mu, kendi yağımızda kavruluyoruz. Sesimizi duyanlar yine bizim gibi insanlar oluyor. Ne hukuk ne mahkeme ne devlet… Yaşayabileceği bütün mağduriyetleri yaşatıyor ve arkasına dönüp bakmıyor.” diyor biraz da sitem ederek.
‘ELİF’İ BİR SAAT ADLİYE KORİDORUNDAN KALDIRAMADIM’
Koç ailesinin yaşadıklarını en çok küçük kardeşi Elif’in mahkeme salonundan atıldıktan sonra koridorda uzanarak gözyaşı dökerken çekilen o fotoğraf anlatıyor. O anı şöyle anlatıyor abla Nihan Koç:
“Babamla annem beraber mahkemeye çıkıyorlar. İkinci mahkemeleriydi. 25 Ekim’di yanlış hatırlamıyorsam. Mahkeme salonuna girdik. Avukat konuşmaya başlayınca Elif çok gerildi doğal olarak. 6 ayı geçti hem annesiz hem babasız. Gözünden bir damla yaş düştü. Ama sesi soluğu çıkmıyor öyle… Ben de elimle o bir damla yaşı sildim sadece. Hakim bizi izliyor olsa gerek bir bağırdı ki, ‘Çıkın çabuk dışarı, çıkın dışarıda bekleyin’ dedi. Bizi çıkardılar. Mahkeme 15 dakika sürdü zaten. Avukat ikisi için de ‘tutukluluk devam’ deyince, Elif’i bir saat boyunca kaldıramadım o adliye koridorundan. Sesi yedinci katta yankılandı da hakimin vicdanı duymadı.
Koç ailesi 15 Temmuz’dan önce sıradan bir aileydi. Anne, baba ve dört çocuk. Fakat hiç birlikte fotoğrafları olmadı. Hep bir eksik oldu, hep bir eksik kaldı…
Nihan Koç, başlıyor o günleri anlatmaya “Ben 14 yaşımda ayrıldım evden, yurtlarda kalmaya başladım.” diyer ve devam ediyor:
“Erkek kardeşim 7 yaşında, en küçüğümüz de 2 yaşındaydı. Erkek kardeşim 9 yaşına gelince hafızlığa başladı. Bir küçük kardeşim de üniversiteye başladı derken bir araya gelmemiz çok zor oluyordu. Beraber olunca da, “Hadi bir fotoğraf çekinelim, dünyanın dört bir yanına savrulacağız.” diye kimseni aklına gelmemiştir.. Dördümüz ya da beşimizin beraber olduğu fotoğraflar var ama hep beraber maalesef yok. Şimdi babam Silivri Cezaevi’nde. 20 Nisan’da tam bir senesi dolacak. Annem 21 Aralık’ta tahliye oldu çok şükür. Küçük kardeşimle beraber İstanbul’dalar. Ortanca kardeşlerimse.. Annemler tutuklandıktan iki ay sonra iddianameleri geldi. Benim adım da geçiyordu. Babamı da gözaltında kamerasız bir odaya çekip tehditler savurmuşlar. ‘Seni tutuklayacağım, karını tutuklayacağım, kızını da tutuklayacağım senin çocuklarına kim bakacak?’ demişler. Biz akrabalarımızdan çok bir destek göremedik bu süreçte. Dört kardeş yalnızdık hep. Bana da bir şey olsa çocuklar iyice yalnız kalacaktı. Benim yurtdışı yasağım vardı. Zaten ben de gitsem annem ve babama bakan, ‘bir ihtiyacın var mı?’ diye soran olmazdı. Annem dedi ki ‘çocuklar zaten burada da Allah’a emanetsiniz, bari gidin daha insani ve medeni şartlarda yaşayın.’ Çünkü burada hayat bizim için asla eskisi gibi olmayacaktı.
DÜZMECE RAPORLARLA BİR AİLE PARÇALANDI
Sadece, çocuk psikolojisinden anlayan büyükler en küçük gitmesin Türkiye’de kalsın dediler: Hem annesiz hem babasız yabancı bir yerde yabancı bir dilde adapte olamaz, daha kötü olur. İki ortanca kardeşime pasaport çıkarttık ve Brezilya’ya gittiler. Orada 2.5 ay kadar kaldılar. Onlar orada iken MİT bir rapor hazırlayıp annemlerin dosyasına göndermiş. Elif’in bile bankada hesabı olduğu, kız kardeşimin KHK ile kapatılan bir okuldan mezun olduğu, erkek kardeşimin de bankada hesabı olduğu yazıyor… Brezilya güvenlik sıkıntısı olan bir ülkeydi. Oradayken kız kardeşimin ev arkadaşına biri saldırınca kardeşimin iyice psikolojisi bozuldu, vizeleri de bitmek üzereydi. Türkiye’ye dönemezlerdi. Uzun bir yolculuğun ardından Hollanda’ya geçtiler. Şimdi oradalar. Ben de Atina’dayım.”
Atina’ya ulaşmadan önce Sakarya Üniversitesinde öğrenciymiş. Son sene okuluna gidememiş ve yakalanmış. “Belki öğrenci olduğum için belki sadece bir dua kitabında parmak izim olduğu için, belki annemlere ulaşmak için bilmiyorum, bırakıldım ama imza ve soruşturma devam ediyordu. Annemler alındı derken kardeşlerime bakmaya başladım. Annemin tahliyesinden sonra dosyaya benimle alakalı yeni içerikler gelince beşinci senemde okulumu yarıda bırakıp Yunanistan’a geldim.” diyor.
‘DEDEM VE BABAANNEM GECE VAKTİ KIZ KARDEŞİMİ SOKAĞA ATTI’
Şimdi Atina’da ama geriye dönüp baktığında içerlediği çok anısı var Nihan Koç’un:
“Annemler alındıktan sonraki akşam ev sahibi arayıp evi boşaltmamızı istemişti. Öz babaanne ve dede evinde istemiyor yedi el yabancı neden istesin ki? Kira günü dört gün geçtiği için depozitomuzu da vermedi. Kiraya sayacağım dedi. Evi taşıdık, kardeşlerimle yaşamaya başladık. Annem 9 ay sonra tahliye oldu. 9 ay boyunca bir tane akraba görmedi o ev. Nasılsınız, ne yiyip ne içiyorsunuz, başınızın üzerinde bir çatı var mı.. Merak eden olmadı. Yaşadığımız süreç malum. Zalim bir süreç, burada zalim vazifesini yapıyor. Ama bizim aile diye saydıklarımızdan yediğimiz darbeler daha ağır geldi. Sürecin daha başında babaannemle dedemin küfürler savurarak kız kardeşimi sokağa atması, bunun üzerine telefonla dedemin babamı arayıp, ‘Buraya kadar, bundan sonra herkes başının çaresine baksın, böyle çok güzel oldu.’ demesi.. Kardeşimse daha 18 yaşında. Sivas’ın o soğuğunda gecenin bir vakti çocuğu sokağa atıyor, ardından kapılarını kilitleyip İstanbul’a dönüyorlar.. Daha darbe yeni olmuştu, biz şehirden, insandan uzak bir eve taşınmıştık. Virane gibi bir yerdi ama çok şükür başımızı sokabileceğimiz bir evimiz vardı. Önceki evimizde aynı binada dört aile idik. Kapılarımıza Türk bayrağı asılmıştı. Kimin yaptığını apartman görevlisi de bilmiyordu. Bir dönem yaşanan Alevilerin evlerinin işaretlendiği gibi işaretlenmiş kapılarımız, ötekileştirilmiştik. AKP sempatizanı site sakinleri evlerimizin önüne gelip slogan atıyorlardı. Tehdit ediyorlardı. Evde çocuklar, annem, babam çaresiz ve kimsesiz bekliyorduk. Gözaltında yapıldığını duyduğumuz işkenceler, yetimhanelere verilen çocuklardan sonra canımızı kurtarmanın, bir arada kalmanın derdine düşmüştük.
Babaannemlerin bir dairesi vardı, kirasını babama veriyorlardı oraya da halamları oturttular. İki sene, yani annemler cezaevine girene kadar da bir kere bile arayıp sormadılar. Biz dört kardeş bir sene boyunca kiradaydık, üç dairesi olan halam ve ailesi ise hiç bir ücret ödemeden babaannemlerle yaşıyorlardı. Arayıp kira istediğimde halam bas bas bağırarak, ‘Burası senin babanın değil benim babamın evi.’ demişti. Senin baban dediği kişi 1 yıldır hapis yatan öz abisi. Öz halan, babaannen, deden bunları yapınca elin yaptığı çok gelmiyor gözüne. Elif sınıfının en iyi öğrencilerindendi. Annemlerin bu meseleleri yüzünden okula gidemediği için öğretmeni sınıfta bıraktı. Sınıfın önde gelen öğrencilerinden biri iken şuan 4. sınıfı tekrar okuyor.”
‘ABLA İSİM VERMEK NE DEMEK?’
Genç yaşta bu kadar acıya dayanmasını, zorluklara göğüs germesini ise “Allah” diyerek izah etmeye başlıyor Nihan Koç:
“Her şey ondan. Elif’i o adliye koridorundan da böyle kaldırmıştım. Ben de ne zaman takılsam aklıma bunu getiriyorum. Bu rüzgârı estiren Rabbim’in bizden de haberi vardır elbet. Demek ki şu an bu şekilde olmamızı murâd ediyor. Elif annemlere mektup yazarken bile, ‘Elif gibi dimdik dur demiştiniz siz bana, ben de dik duruyorum.’ yazıyordu. 10 yaşındaki kardeşim böyleyken ben boynumu bükemezdim. Elhamdülillah bir suçumuz yok, bugünler elbet geçecek. Elif bir gün isim vermeyi öğrenmiş. ‘Abla isim vermek ne demek?’ dedi. ‘Polisler soruyor, arkadaşlarının isimlerini söylüyorsun ve seni bırakıyorlar.’ dedim. ‘Annem neden vermiyor peki?’ dedi. ‘Annemin söylediği kişileri alıp hapsederler bu kez.’ dedim. ‘O zaman onların çocukları annesiz kalır.’ dedi. Ben de ‘Evet’ deyince, ‘Öyle çıkacaksa çıkmasın. Ben zaten alıştım.’ dedi. 9 yaşındaki bir çocuk bunu söyleyen… O çok güçlü bir çocuk. İmtihanın Hz. Yusuf imtihanı olduğunun farkında. Ona bakınca siz de güç buluyorsunuz…”
‘YUNANİSTAN’DA İNSAN OLDUĞUMUZU HATIRLATTILAR’
Yunanistan ve Atina ile ilgili izlenimlerini ise şöyle anlatıyor Koç:
“Karşılaştığım Yunan veya Türk herkesin ilk sorusu ‘Tek başına korkmadın mı?’ oluyor. Ben de diyorum ki, ‘Türkiye’den daha çok korkuyordum.’ Hatta burada ilk ifademi alan kadın polise bu cevabı verince gözleri dolmuştu. Herkes biliyor zaten suçlu olmadığımızı. Herhalde hayatımızda işlediğimiz tek suç buraya izinsiz girmiş olmamız. Birisi hasta olunca kampa gelip ‘Aranız da doktor var mı?’ diye soruyorlar. Sokakta yürürken Türk olduğunuzu anlarlarsa hemen muhabbet etmeye çalışıyorlar, çok seviniyorlar. Türkleri çok seviyorlar. Bizdeki Yunan düşmanlığı gibi onlarda Türk düşmanlığı yok.. Ben burada Türkiye’deki sözüm ona Müslümanlarda görmediğim bir insanlık gördüm. Alışveriş yapmak için gittiğim aktar Philip amca bile numarasını yazıp verdi ve ‘Bir ihtiyacın olursa mutlaka ara.’ dedi. Ben burada insanları tekrar sevdim. Türkiye’de insandan kaçar olmuştuk. Buraya gelen herkesten aynı cümleyi duyarsınız: ‘Ben burada insan olduğumu hissettim.’”
‘NEDEN YUNANİSTAN’DA, ATİNA’DAYIM’
“Çok hastalandım annemler içerdeyken. Anaokulunda çalışıyordum 2-3 hafta üst üste derste fenalaştım. Bağırsak spazmı geçiriyordum o da kıvrandırıyor. Okulun yemekhaneci ablası Beni doktora götürürdü. Serum verirler, hastaneye yatırırlar. En son dedi ki ‘Bir yakınını çağır ben gideyim.’ Telefonu elime aldığımda arayabileceğim kimsem yoktu. O kimsesizlikten sonra ilk defa yurtdışına çıkmak istedim. Evet burada da kimsem yoktu ama güvenebileceğim, bir ihtiyacım olduğunda gelecek insanlar olduğunu biliyordum. Nitekim öyle de oldu. Yunanistan nezarethanesinde 7 gün kaldık. 7 gün boyunca oruçluydum. Sabah öğle akşam, üç öğün kişi sayısı kadar yemek geliyor. Ben oruçlu olduğum için hiç yemek almaya meyletmedim. Nasılsa bir tane kalır onu alırım gibi düşünmüştüm. Yemekler hep eksik çıktı. Yedi gündür tanıdığım insanlardan en az 2-3’ü, ‘Nihan oruçlu ona yemek ayıralım’ deyip fazladan yemek almışlar. Evet Rabbimden başka kimsem yoktu ama Rabbim hiç kimsesiz bırakmadı çok şükür.”
BURUK BİR ANI
Babamın 2. açık görüşüydü. Görüşe yetişebilmek için sabah 06.00’da evden çıkmak gerekiyor. Silivri çok uzak. Görüş saat 09.00’da ve bir sürü aramadan geçiyoruz. O gün uyuya kalmışız, cezaevine vardığımızda saat 08.30’du. Yalvar yakar kayıt yaptırdık. Biz kayıt olduğumuz için babamı da görüş yerine çağırmışlar ama aramalardan geçene kadar görüş başlamış. Babam da salona gelmiş. Bizi göremeyince, benim başıma bir şey geldiğini düşünmüş. Soruşturmam vardı hâlâ ve cezaevinden alınan bir sürü insan duyuyorduk. Kayıttan sonra alındığımı, bu yüzden orada olmadığımızı düşünmüş, kapının dibine çökmüş, ağlamak üzereydi geldiğimizde. Açık görüşler, yakını medresede olana bayramdır. Ama bizim için hem bayram hem imtihandı. Çarşamba günleri annemin, perşembe günleri babamın görüşü vardı. Aynı zamanda çarşamba günleri Sakarya’da benim de imzam vardı. Annemden çıkıp Sakarya’ya koşardım. Tekrar geri dönerdim ki ertesi gün babamı da görebileyim…
SİLİVRİ KAHRAMANLARI, AYAKTA TUTAN DAYANIŞMA
“Silivri’de çok kahraman tanıdım. Eşleri darbeden beri içeride olan, üçer dörder müebbet alan kahramanlar. Eşleri ayrı kahraman kendileri ayrı.. En çok çileyi onlar çekmişti ama yüzleri her zaman gülerdi. Melekler diyeceğim onlara. İlk görüşe gittik dört kardeş. İlk defa cezaevi görüyoruz. Etrafımıza bakıyoruz, ne yapacağımızı bilmiyoruz. O melekler sardı etrafımızı. ‘Siz yenisiniz galiba?’ dediler. Bütün stresimizi süpürdüler o güzel yüzleriyle. Evi yeni taşımıştık o gün. Numaramı aldılar. Ayrıldık. Akşam üstü biri aradı. ‘Benim aklım sizde kaldı sizi gelip görmem lazım.’ dedi. ‘Abla dedim her yer koli, daha bugün taşındık, sonra misafir etsek?’ ‘Olsun beraber yerleştiririz.’ dedi. O kapattı başkası aradı. ‘Nihan aklımdan çıkmıyorsunuz, benim size gelmem lazım.’ O kapattı bir başkası, ‘Nihan müsait misiniz, ben bir arkadaşımla size geleceğim.’ O akşam dört abla birbirinden habersiz bize geldi. Biri her şeyi düşünüp market alışverişi yapmış, biri üç beş ne topladıysa bir şeyler sıkıştırdı elime. Evimiz birinci kattı, abla çıkarken beni uyarıyor: ‘Ev çok alçak, hoşlanmadım, geceleri kapıyı kilitleyin camları kontrol edin!’ Bir tane akrabam gelip bakmadı o eve ama o gün tanıştığım meleklerin bizi bu kadar sahiplenmesi… Oturmaya gelirlerdi börek, kek salata ne yeyip içeceklerse yapıp getirirlerdi, ben sadece çay demlerdim. O kadar ince o kadar düşünceliler ki… Onları tanımış olmak benim süreçteki en büyük kazancım oldu. Öyle ilgilendiler ki her gittiğimizde hepsi birer anne gibi abla gibi.. Hem babamı hem onları görmeye giderdim o Silivri’ye. Haklarını ödeyemem. Rabbim onlardan razı olsun.”
(kronos21.news/tr)