Abdullah Aymaz / samanyoluhaber.com
Eskişehir Mahkemesinde Üstad Bediüzzaman Hazretleri Ceza Hakimine karşı verdiği son müdafaasında diyor ki:
“Bir zaman, cerbezeli bir padişah, adalet niyetiyle çok zulmediyormuş. Bir muhakkik âlim ona demiş: ‘Ey hükümdar! Sen, halkına adâlet namıyla hükmediyorsun. Çünkü tenkitkârâne cerbezeli nazarın zaman yönünde ayrı ayrı yer ve zamanlarda parça parça kusurları birden toplayıp, bir zaman içinde yapılmış tasavvur edip, sahibini şiddetli bir cezaya çarptırıyorsun. Sonra o perde ile o taifenin herbir ferdine karşı bir nefret bir hiddette bulunup, haksız olarak onları vuruyorsun. Evet, senin bir sene zarfında attığın tükürük ve balgam bir günde çıkmış bulunsa, sen içinde boğulacaksın. Ayrı ayrı zamanlarda kullandığın sulfato gibi acı ilaçları bir günde birkaç kişi kullansa, hepsini de öldürebilir. İşte, aynı bunun gibi, güzelliklerin ortalarında bulunmasıyla, ara sıra kusurları örtmek lâzım gelirken, sen halkına karşı, kusurlarını gideren iyilik ve güzellikleri düşünmeden cerbezeli nazarınla parça parça kusurları toplayıp, ağır ceza veriyorsun.’ İşte o padişah, o muhakkik âlimin ikazlarıyla, adâlet namına yaptığı zulümden kurtulmuş…
“Gizli bir kuvvet, beni mahkum etmek istiyor. Her bahaneyi bulup, bin dereden su getirir gibi her bir çareye müracaat edip, kurdun kuzuya bahanesinden daha garip bahanelerle, beni itham altına almak ve mahkûm ettirilmek istenildiğini hissediyorum. (…) Ben de bütün mukaddesata yemin ediyorum ki; bin siyasetim olsa, iman hakikatlarına feda ediyorum. Ben nasıl iman hakikatlarını dünya siyasetine âlet edebilirim.
“Mesela: Ben bir maksadımı hedef ederek yoluna koşup gidiyorum. Yolumda koşarken iradem dışında büyük bir adama çarpıp, o adam yere düşse, desem, ‘Efendi, affet. Ben maksadıma gidiyordum. Bilmeyerek çarpıldım.’ Elbette affeder ve gücenmez. Eğer kasdî olarak bir parmağımı, o adama tâciz suretinde kulağına iliştirsem, hakaret telakki edecek ve bana gücenecek.
“Dünyada emsâli nâdir bulunan bir haksızlığa giriftar edildim. Bu haksızlığa karşı sükût etmek hakka karşı bir hürmetsizlik olduğundan bilmecburiye gayet ehemmiyetli bir hakikatı fâş etmeye mecburum. Diyorum ki: “Ya benim idamımı ve yüz bir sene cezayı gerektirecek kusurumu kanun dairesinde gösteriniz veyahut bütün bütün divane olduğumu isbat ediniz; veyahut benim ve Risalelerimin ve dostlarımın tam serbestiyetimizi verip zarar ve ziyanımızı sebep olanlardan alınız. (…)
“Çünkü bu hizmet ki, yüz yirmi Risale o hizmetin tercümanları olmuş. O hizmetle koca Avrupa filozoflarına meydan okuyup, esasları zir ü zeber edilmiş. Elbette o tesirli hizmet ya dahilde gayet müthiş bir netice verir veyahut gayet faydalı, yüksek ve ilmî bir semere verecek. Onun için, göz boyamak nev’inde ve efkâr-ı ammeyi aldatmak tarzında ve hakkımızda zâlimlerin entrikalarını, yalanlarını setretmek suretinde, çocuk oyuncağı gibi bana bir sene ceza verilmez. Benim emsâlim ya idam olur, darağacına iftiharla çıkarlar; veyahut lâyık olduğu makamda serbest kalırlar. Evet, binler lira kıymetinde elmasları çalabilen mâhir bir hırsız, on kuruşluk bir cam parçasına hırsızlık etmekle, elmas çalmış gibi aynı cezaya kendini mahkum ettirmek, dünyada hiçbir hırsızın, belki hiçbir şuur sahibi insanın kârı değildir. Böyle bir hırsız kurnaz olur. Böyle nihayet derecede ahmakça hareket etmez.
“Ey efendiler! Haydi, zannettiğiniz gibi, ben o hırsız gibi oldum. Ben Isparta nahiyelerinden perişan, bir köyde dokuz sene inzivâda bulunan ve şimdi benimle beraber gayet hafif bir cezaya mahkum olan safdil beş-on biçarenin fikirlerini hükümet aleyhine çevirmekle, kendimi ve hayatımın gayesi olan Risale-i Nurları tehlikeye atmaktansa, eski zamanda olduğu gibi, Ankara’da veya İstanbul’da büyük bir memuriyette oturup, binler adamı takip ettiğim maksada çevirebilirdim.
“Acaba dünyada hiçbir akıl sahibi, elinde gayet keskin elmas kılınç bulunsa, müthiş bir arslanın veya ejderhanın kuyruğuna hafifçe iliştirip kendine musallat eder mi?
“Otuz Bir Mart Hâdisesinde bir nutukla, isyan etmiş sekiz taburu itaate getiren, İstiklâl Harbinde Hutuvât-ı Sitte namında bir makale ile İstanbul’daki ulemanın düşüncelerini İngiliz aleyhine çevirip, Milli Hareket lehinde ehemmiyetli hizmet eden, Ayasofya’da binler adama nutkunu dinlettiren ve Ankara’daki Mebuslar Meclisinin şiddetli alkışlamasıyla karşılarına ve 150 bin banknot, 163 mebusun imzasıyla Van’da açılacak üniversiteye (Medresetü’z-Zehra’ya) tahsisatı kabul ettiren Reis-i Cumhur’un hiddetine karşı, Divan-ı Riyasette kemâl-i metanetle fütur getirmeyerek mukabele edip namaza davet eden ve (Şeyhülislamlığa bağlı) Dârü’l-Hikmeti’l-İslamiye’de İttihadçıların Hükümetinin ittifakı ile hikmet-i İslamiyeyi Avrupa Filozoflarına tesirli bir surette kabul ettirmek vazifesine lâyık görünen ve harp cephesinde yazdığı ve şimdi mahkemenin el koyduğu İşârâtü’l-İ’caz tefsiri o zamanın Baş Kumandanı Enver Paşa’ya o derece kıymettar görünmüş ki, kimseye yapmadığı bir hürmetle, istikbaline koştuğu o harp yadigârının hayrına, şerefine hissedar olmak fikriyle, İşârâtü’l-İ’caz’ın matbaada basılması için kağıdını vererek, müellifinin harpteki mücahedeleri takdirkârâne yad edilen bir adamı, böyle âdi bir beygir hırsızı, bir yankesici gibi, bir senelik ceza ile mahkum edip muamele edesiniz.”
Cerbeze ile habbe kubbe edilip mahkemeye sevk edilen maznun, mazlum ve mağdurların neticede masumiyetleri ortaya çıkınca, dağ fare doğurmuş olunca göz boyama nevinde cezalar veriliyor… Şu yaşadığımız süreçte ise, binlerce kat suç ve cinayetler işleniyor. Ne diyelim her şeyi Allah görüyor…