Bundan üç hafta önce
New York’ta
Irak Cumhurbaşkanı Celal
Talabani ile konuşurken,
Amerika’da bir ‘Obama
zaferi’nin kendisini endişelendirip endişelendirmediğini sormuştum.
Barack Obama’nın ABD Başkanı seçilmesi halinde, Irak’taki
Amerikan askerlerini geri çekmekten yana olduğunu, geri çekeceğini ilan ettiği biliniyor.
Talabani, yüzünde hiçbir tereddüt ifadesi olmadan “En ufak bir kaygım yok. Joseph Biden’ın bize çok yakın olduğunu, çok eski dostumuz olduğunu biliyorsundur” karşılığını verdi.
Obama’nın yanına ‘Başkan Yardımcısı’ adayı olarak aldığı Delaware Senatörü, Senato’nun kıdemli dış
politika uzmanı, dahası ‘Senato Dışilişkiler Komitesi Başkanı’ sıfatı taşımış olan Biden, gerçekten Irak
Kürtlerinin, Amerikan sistemindeki en kadim dostlarının başında geliyor. Talabani’nin bir Obama Amerikan başkanlığına ilişkin ‘rahatlığı’ da, Biden’lı bir yönetimin kendilerini ‘kaderlerine terk etmeyeceğine’ ilişkin inancından kaynaklanıyor besbelli.
Biden, Obama’nın başkan seçilmesi halinde, Amerika’nın ‘yeni Irak politikası’nı ne ölçüde etkileyebilir?
Bu sorunun cevabını Peter Galbraith’in ‘New York Review of Books’ adlı önemli haftalık derginin son sayısında ‘Is This a ‘Victory’?’ (Bu bir Zafer mi?) başlıklı
Bush yönetiminin Irak’ta elde edilen son gelişmeleri başarı olarak gösteren politikasını yerden yere vurduğu yazıda bulmak mümkün. Peter Galbraith de bir Demokrat. Amerika’nın Irak’ı ‘içerden’ ve üstelik en uzun süreli bilen şahsiyetlerinin başında geliyor. Ayrıca, Kürt bağımsızlığından yana olduğu, hatta kendisine ‘Kürt Lawrence’ı’ sıfatı takıldığını da özelliklerine eklemek gerek. Yazısının bir bölümünde şöyle diyor:
“Bush yönetimi asla açıklamayacak olsa da, fiiliyatta çok uzun bir süredir Senatör Joseph Biden tarafından savunulan ve şimdi Senatör Obama tarafından da desteklenen ademi merkeziyetçilik (decentralization) stratejisini kabul etmiş durumda. Biden’ın planı güvenlik de dahil olmak üzere- hemen tüm hükümet işlevlerini, yetkileri şu anda
Kürdistan’dakine benzer biçimde donatılacak olan
Sünni ve Şii bölgelerine devretmeyi öngörüyor...”
Peter Galbraith, Irak Başbakanı
Nuri el-Maliki’nin
Alman Der Spiegel dergisine verdiği demece de dikkat çekiyor. Maliki, söz konusu demeçte “ABD Başkan adayı Barack
Obama 16 aylık bir çekilme takviminden söz ediyor. Bu, bizce de, belki bazı
küçük değişiklikler yapılarak, doğru bir geri çekilme süresidir.”
Irak’ta geleceğe yönelik bütün
hesaplar, bir muhtemel Obama, Amerikan başkanlığına göre yapılıyor.
Türkiye’nin de öyle yapması gerekiyor. Hiçbir başka neden olmasa bile, Obama’nın şu ya da bu zaman süresi içinde Irak’tan Amerikan askerlerini çekmeye başlayacağını,
bir yeni ‘Irak paradigması’nın ortaya çıkacağını hesap ederek,
hazırlık yapmalıdır.
***
Irak
Kürtleriyle bir ‘yakınlaşma politikası’nın başlatılmasını, böyle bir ‘stratejik vizyon’ içinde değerlendirmek şart.
Bağdat’ta hafta başında Mesut
Barzani ile görüşmeyi, böyle bir ‘yaklaşım’ın yakın geçmişteki en anlamlı adımı olarak bu nedenden ötürü anlamakta yarar var.
Konu,
Kuzey Irak’taki
PKK’nın
terör eylemlerini tırmandırmasının önüne geçilmesinin ötesine geçiyor. Elbette ki, PKK’nın zayıflatılması ve Türkiye’nin içine
Kuzey Irak’tan yola çıkan silahlı saldırıların etkisiz kılınması için Irak’taki Kürt otoritenin ‘
işbirliği’ni sağlamak çok önemli. Hatta hayati önemde. Ama, Türkiye-Kürt yakınlaşmasının tek ve ‘operasyonel’ gerekçesi bu olamaz.
Asıl gerekçe, Obama Amerika’sı (Obama-Biden) ile birlikte ortaya çıkması muhtemel’ yeni Irak paradigması’.
Amerikan askeri varlığının bulunmadığı Irak’ın parçalı yapısında
İran sahnede olacak. Kuşkusuz, Irak nüfusunun çoğunluğunu oluşturan Şiiler üzerinden. İran, kendisi de çok çeşitlilik gösteren Irak Şii yelpazenin her unsurunda etkili ve kurumsal ilişkilerle yerini zaten alıyor. Irak Şiileri üzerine İran’dan daha fazla hiçbir ‘bölgesel aktör’ün etkili
olma ve nüfuz kurma şansı yok.
Aynı şekilde, Sünni Arapların da ta Fas’a kadar uzanan bir geniş ‘Arap hinterland’ı mevcut. Irak’a ‘Arap karakteri’ni veren esas olarak Sünni Araplar ve onlar geniş Arap dünyasının Irak’taki ‘siyasi yansıması’.
Kuzeydeki Kürtlerin ‘
doğal hinterlandı’ ise dünya Kürtlerinin neredeyse yarısını barındıran Türkiye. Aynı şekilde, Irak Kürtleri de, Türkiye’nin Bağdat’taki yönetimin içine kadar uzanabilecek nüfuzunun doğal taşıyıcıları.
Bir yandan jeopolitik, diğer yandan jeostratejik mülahazalar Türkiye ile Kürtler arasında ‘stratejik işbirliği ve beraberliği’ zorunlu kılıyor.
Özellikle Amerikan askerinden boşalacak yeni Irak’ta ve oluşacak ‘yeni Irak paradigması’nda.
***
PKK bu bağlamda, söz konusu ‘stratejik beraberliği’ torpilleyen bir işlev gördüğü besbelli. Tam da bu nedenle, PKK eylemlerindeki
tırmanış,
Ankara ile
Erbil arasına daha fazla mesafe sokmayı değil, inadına o mesafeyi kısaltmayı, daraltmayı ve hatta giderek bütünleşmeyi davet ediyor.
Türkiye ile Irak Kürtleri arasındaki yakınlaşma bir ‘stratejik gereklilik’ olmanın ötesinde bir ‘stratejik zorunluluk’. Bu yönde sağlanacak her ilerleme PKK’nın zayıflatılmasında, etkisizleşmesinde de bir adım olacak.
Türkiye ile Irak Kürtleri arasındaki yakınlaşmanın, Türkiye Kürtleri üzerinde olumlu izdüşümü olması da kaçınılmaz. Türkiye Kürtleri, Irak Kürt liderlerine ilişkin her davranışı, her söylemi olağanüstü bir duyarlıkla not ediyor.
Bununla birlikte, PKK’nın esas olarak bir ‘Kuzey Irak olgusu’ değil, bir ‘Türkiye olgusu’
olduğunu kavramak da şart.
Yani
dış politika boylamında Kürt meselesine ilişkin olarak atılacak olumlu ve doğru adımlar, içeride Kürt sorununun ‘kimlik sorunu’ boyutu göz önüne alınarak atılacak adımlarla beslenmek ve desteklenmek zorunda...