Başbakan Tayyip Erdoğan,
Birleşmiş Milletler kürsüsünden
Gazze için adını anmasa bile
İsrail’e karşı gürledi. Davos’taki ‘one minute’ olayından sonra, çok çevrede o ‘müessif olay’ın unutulmaya terk edileceği, üzerinin örtüleceği ve böylece
Türkiye-İsrail ilişkilerinin ‘
tamir süreci’ne girileceği tahmin ediliyordu.
Tayyip Erdoğan, kendisine tüm
İslam ve Arap dünyasında özel bir itibar kazandıran Davos’taki ‘one minute’un ardında yatanları unutturmamaya kararlı gözüküyor. Uluslararası
politikanın en önemli yıllık podyumunda,
New York’taki BM kürsüsünde konuşmasının en uzun ve en can alıcı bölümünü Gazze’deki duruma ayırmasından öyle anlaşılıyor.
Peki, bu Tayyip Erdoğan ve onun üzerinden Türkiye hesabına kaydedilmesi gereken bir ‘diplomatik olumsuzluk’ olarak mı kaydedilmelidir?
Hayır.
Hayır, çünkü Tayyip Erdoğan’ın BM mikrofonundan Gazze için İsrail’e adını anmadan gürlerken dayanabileceği kapı gibi bir
BM Raporu var. Yaklaşık 10 gün önce yayımlanmış olan 575 sayfalık BM Raporu, uzun bir araştırma ve
soruşturmanın üzerine inşa edildi ve İsrail’in
ocak ayında Gazze’ye karşı giriştiği saldırıyı ‘bir
sivil halkı terörize etmek, aşağılamak ve cezalandırmak amacına yönelik kasıtlı olarak orantısız bir saldırıya girişmek’le suçluyor ve bundan ötürü bazı İsraillilerin ‘bireysel olarak suçluluk sorumluluğu’ altında bulunduğunu saptıyor.
İsrail’in kimi
yöneticilerinin ‘savaş suçu’ işlediğini ilân eden bu kapsamlı
rapor geçiştirilemeyecek önemde. Zira Rapor, İsrail’in dördüncü
Cenevre Konvansiyonu’nu ihlal ettiğini ve Filistinlileri canlı kalkan olarak kullanarak savaş suçu işlemekle suçluyor ve iddiaları araştırmakla yükümlü tutarak, bu yükümlülüğü yerine getirmemesi halinde, konunun uluslararası savaş suçları mahkemesi savcısına intikal etmesini öngörüyor.
İsrail, soruşturma bulguları konusunda BM ile işbirliğini reddetti ve söz konusu raporun hazırlanması kararını alan BM
insan hakları konseyinin İsrail’e karşı önyargılı olduğunu ileri sürdü. İsrail’in açığa düştüğü ve inandırıcılığını hepten yitirdiği nokta tam da burası. Çünkü, saha çalışması sonucu Rapor’u hazırlayan BM Komisyonu’nun Başkanı Richard Goldstone,
İsrail ile çok güçlü ilişkileri bulunan bir
Yahudi.
***
Richard Goldstone, bir
Güney Afrikalı ve Rwanda ve eski
Yugoslavya için kurulmuş bulunan
Savaş Suçları Mahkemesi’nin başsavcısı idi. Yani Goldstone’un uluslararası savaş suçları konusundaki bilgisi, deneyimi ve uluslararası hukuka ilişkin itibarlı ismine kimsenin diyeceği bir şey yok. Üstelik İsrail ile güçlü ilişkilere sahip bir Yahudi olması, İsrail’in kendisine yönelen her eleştiriye yapıştırdığı ‘anti-Semit’ veya ‘İsrail’e karşı önyargılı’ gibisinden etiketleri de anlamsız kılıyor.
Goldstone, İsrail’in tepkisine karşılık başkanlığını yaptığı dört kişilik ekibin çalışmasını savundu ve “İşlenmiş olan uluslararası suçların dokunulmazlığı olmamalı. Adaletin yerine gelmesi çok önemlidir” dedi ve haklı olarak “Beni İsrail karşıtı olarak itham etmek saçmadır” dedi.
Richard Goldstone, 17
Eylül tarihinde, Rapor’un yayımlanmasının hemen ardından uluslararası Yahudi kamuoyu nezdinde ağırlığı olan ve sahipleri ve yöneticileri de Yahudi New York
Times gazetesinde ‘Gazze için
adalet’ başlıklı bir
makale kaleme aldı.
Birleşmiş Milletler’in İsrail’in Gazze’de savaş yasaları ve uluslararası insan haklarını ihlal ettiği iddialarını araştırmak üzere bir çalışmaya
başkanlık etmesi önerisini ‘tereddüt etmeden’ kabul ettiğini belirterek yazısına başlayan Goldstone’un yazısının tümü tarihi bir siyasi ahlâk ve hukuk belgesi niteliğinde. Son üç paragrafını aktarmakla yetinelim:
“Saygınlığı olabilecek yerel soruşturmaların yapılmaması halinde, uluslararası topluluğun oynayacağı bir rol vardır. Eğer sivil kurbanlar için adalet yerel yöneticiler aracılığıyla sağlanamıyorsa,
yabancı hükümetler harekete geçmelidir. Uluslararası adaleti uygulamak için harekete geçebilecek çeşitli mekanizmalar bulunuyor. Uluslararası Savaş Suçları Mahkemesi ve başka ülkeler tarafından Cenevre Konvansiyonlarını ihlal edenlere karşı evrensel hükümlerin tatbik edilmesi bunların arasındadır. Bunların hepsi şu ortak amacı taşırlar: savaş yasalarını ihlal edenleri sorumlu tutmak. Buysa, hükümetleri ya da yönetici otoriteleri bu konuda adım
atmak istemeseler dahi, savaşçılar ve komutanlarının adaletin karşısına çıkarılacağı.
Adaleti yerine getirmek hayati önemdedir çünkü hiçbir devlet veya silahlı grup yasanın üzerinde olmamalıdır. Batılı ülkelerin konumu bu konuda özellikle önemlidir zira onlar
Darfur
gibi yerlerde adaletin yerine getirilmesi için bastırmışlardır, ama şimdi bir müttefikleri ve demokratik bir devlet olan İsrail için de aynı şeyi yapmalıdırlar.
Savaş sırasındaki ciddi ihlallere ilişkin olarak adaletin yerine getirilmesini savsaklamak uluslararası adalet üzerinde derin bir yıkıcı etki yapar ve kabul edilemez bir ikiyüzlülüğü ortaya çıkartır. Gereksiz yere ölen yüzlerce sivil ve uluslararası adaletin eşit uygulanması için, söz konusu ciddi ihlalleri yapanlar bunlardan sorumlu tutulmalıdırlar (adaletin karşısına çıkarılmalıdırlar).”
***
Tayyip Erdoğan’ın BM konuşmasını can alıcı Gazze bölümünü, iç politika mülahazalarının ve
dış politikaya ilişkin bildik konvansiyonel kalıplarının dışında, Richard Goldstone’un İsrail’e tuttuğu aynanın yansımasında okumak ve değerlendirmek gerekiyor
O konvansiyonel dış politika kalıpları, ‘İsrail’in dokunulmazlığı’ üzerine inşa edilmiştir. Oysa bugün İsrail’in geldiği nokta, çoklarının inandıkları ve geniş bir kitleyi inandırdıkları, ‘Amerika’yı yönlendiren ve aslında yöneten güç’ olmakla hiçbir ilişkisi yok. İsrail, giderek ve özellikle bugün BM Raporu ile ‘savaş suçu işlediği’ ithamı altında bulunduğu Gazze macerasından sonra ‘kötü örnek’ cinsinden bir
Ortadoğu devleti haline büzülmüştür.
G20 üyesi, uluslararası sistemin bir yükselen aktörü ve
Osmanlı İmparatorluk mirasçısı, ‘bölgesel güç’ Türkiye’nin Başbakanı’nın, ber ‘kötü örnek’
küçük Ortadoğu devleti konusunda, Richard Goldstone’un bulguları ile uyum halinde BM kürsüsünde konuşmasında bir gariplik yok.
Ne olduğumuza ve ne olmadığımıza alışma zamanı...