‘PKK’nın ‘eylemsizlik kararı’nın kalıcı bir
ateşkese ve oradan
silah bırakmaya uzanması, demokratik
siyasetin her alanda işlemesine bağlıdır.
Kürt siyasal hareketi çerçevesinde bu yönde iyimserlik yaratan gelişmeler var. DTK’nın yeniden yapılanması ve eş başkanlıklarına
Ahmet Türk ve Aysel Tuğluk’un seçilmesi, bu açıdan çok önemlidir”.
Prof. Mithat Sancar ‘Barışa
evet’ başlıklı yazısında böyle diyordu önceki gün. Ve,
Demokratik Toplum Kongresi, ateşkesin ‘kalıcılaşması’ ve
Kürt sorununa ‘demokratik çözüm yolu arayışları’nın önünü açmak için Diyarbakır’da iki gün sürecek çalışmalar için toplandı.
Başkan Ahmet Türk, “12
Eylül’ün mağduru olan
Kürtlerdir.
12 Eylül’ün mağduru olan Kürtler ‘
Hayır’ demeyecek” diyerek kendi ibresinin nereye doğru dönük olduğunun sinyalini veriyor.
Ahmet Türk, Kürt halkının nabzını en iyi hissedebilen, deneyimli bir siyaset adamı, ondan daha önemli yanı ise ‘
Türkiye’nin Kürt bilgesi’ olması.
Anayasa değişiklik paketi TBMM’ye geldiği
vakit, Kürt halkının ezici çoğunluğu ile bunu destekleyeceğini, o ‘nabzı’ hissederek söylemişti. O bakımdan, Ahmet Türk’ün önceki gün söylediği sözler, Kürt halkı içindeki genel eğilimi yansıtıyor.
Zaten Diyarbakır’da
Ticaret ve
Sanayi Odası Başkanı
Galip Ensarioğlu ile GÜNSİAD Başkanı Şahismail Bedirhanoğlu’nun başını çektiği neredeyse tüm
meslek odaları da, 12 Eylül referandumunda kesin bir ‘Evet’
tavrı alacaklarını açıkladılar.
Bu durumda, ‘boykotçuluk’ cazip bir seçenek olmaktan çıkıyor.
***
BDP Genel Başkanı
Selahattin Demirtaş da referanduma ‘boykot’a ilişkin kategorik konuşmaktan kaçınır oldu. ‘Şartlar
değişirse, boykot kararının değişebileceği’nin işaretini verdi.
Abdullah
Öcalan da, son açıklamasında, ‘boykot’ mesajı vermeyip,
Kürt vatandaşların aralarında tartışıp serbest iradeleriyle karar vermeleri çağrısında bulunmuştu.
Bütün bunlar, Kürtler arasındaki ‘Evet’ dinamiğinin gücünü gösteriyor.
BDP, ‘boykot’u ‘Evet’e çevirmek için 5 şart ileri sürdü:
1. Etnik vatandaşlık tanımı olmayan
yeni Anayasa;
2. Askeri operasyonların durması;
3. KCK’dan tutuklananların serbest kalması;
4. Seçim barajının düşürülmesi;
5. Siyasi çözüm için müzakerelerin başlaması.
Demokratik Toplum Kongresi’nde bunların ele alınmasını beklemeliyiz.
Peki, bu ‘5 şart’ı nasıl okumamız gerekiyor?
Bunlar 12 Eylül’e kadar yerine getirilmezse, BDP ‘boykot’ kararında ısrar mı edecek?
Sanmıyoruz. Çünkü bu şartların tümü 12 Eylül’e kadarki üç hafta süre içinde yerine getirilemez.
BDP’nin ‘siyaset dışı’ davrandığına pek çok örnek bulunabilir ama gerçeklerle tümüyle bağlantısını koparıp bir hayal âleminde yaşadığı söylenemez.
Söz konusu 5 şartın ilki, tümüyle yeni bir anayasa yapımını gerektiriyor. Talep haklı ama herhalde 12 Eylül’e dek yeni anayasa yapılmasını kimse beklemiyor.
Kaldı ki, anayasa değişikliğinin 12 Eylül referandumundan geçmesi halinde, bunun yeni bir anayasa için anahtar olacağı da ortada. Türkiye’ye daha demokratik bir siyaset zeminine taşıyacak olan söz konusu anayasa değişikliklerine sırtını çevirip, bunun çok ötesinde demokratik bir anayasa talep etmeye, Anadolu’da ‘hamur yoğurmak istemeyen kadın akşama kadar un eler’ derler.
Daha ileri ve demokratik bir anayasa istiyorsan, 12 Eylül’ün anti-Kürt, askeri
darbe anayasasının kimyasını bozan değişikliklere ‘Hayır’ da diyemezsin, sırtını da dönemezsin.
BDP,
seçimlere yarım yıl kala bir
CHP-MHP koalisyonu tezgâhlarının pişirilmek istendiği bir dönemde seçim barajının düşürülmesinin kabul görmeyeceğini görecek kadar asgari bir sağduyu sahibi olmalıdır.
Diğer üç ‘şart’ ise fiilen yerine getirilmesi mümkün şartlardır. Operasyonlar, bundan önce olduğu gibi, adı konmadan ve öyle olacağı ilan edilmeden durabilir. Şu ara durmuş gözüküyor. Bunun en önemli güvencesi, askerin siyasetteki ağırlığını kaybetmesidir.
12 Eylül referandumundan ‘Evet’ sonucunun çıkmasıyla oluşacak ‘demokratik iklim’de KCK tutuklularının serbest kalması, yabana atılmayacak ciddi bir ihtimal.
“Siyasi çözüm müzakereleri”nin önünü açacak olan da ‘demokratik bir iklim’in oluşması.
Demokratik Toplum Kongresi, ‘demokratik iklimi’ sağlayabilmek ve ‘demokratik siyaset zemini’ni güçlendirecek ve bu arada BDP’yi de siyasete yönlendirecek hangi siyasi hamleleri yapacağını tartışacaktır.
***
12 Eylül referandumuna giden yolda, ‘boykotçu’ zihniyetin en önemli savı olan ‘Pakette Kürtler için bir şey yok’ savı doğru değildir. ‘Paket’, Türkiye’de Kürtlerin inkârının ve Kürtlere yapılan zulmün baş sorumlusu olan askeri-bürokratik
vesayet rejiminin kimyasını bozucu, gövdesinde delikler açacak nitelikte. Bunda ‘Kürtler için’ bir şey olmaz mı? Kürtler, Türkiye dışında mı yaşıyorlar?
Bu ‘paket’ geçmez, başta
HSYK, yargının yapısı böyle kalırsa, Ergenekon’un kontratağına hazır olun. Faili meçhullerin peşine düşülmesini unutun. Oysa ‘paket’in geçmesi halinde, Kürtlerin
hesap soracağı, ‘Hakikat Komisyonları’ kurulabilmesini mümkün kılacak gelişmelerin önü açılacak.
BDP’nin şayet Türkiye gündemiyle ilişkisi yoksa, olmayacaksa; o takdirde “Pakette Kürtler için bir şey yok” savına sarılabilir. Öyle bir durumda, Türkiye içinde siyaset yapmasına da gerek kalmaz. Ve bu anlamda ‘boykot’, siyasi değil ‘apolitik’ bir tavırdır.
Oysa, BDP’nin özellikle Kürtler için- siyasetin merkezine yerleşmesine ve iktidara Kürt sorunu konusunda muhatap olması gerekiyor. Bu da ancak ve öncelikle “kalıcı bir ateşkes ortamı”nda, Kürt sorununun şiddetten arındırılmış bir atmosferde tartışılmasına ve demokratik siyasetin her alanda işlemesine bağlı.
Demokratik Toplum Kongresi’nin 20-21
Ağustos toplantısının,
12 Eylül 2010’a giden yolda önemli bir virajı döneceğine dair inancımızı koruyoruz..