Ergenekon sürecinin ulaştığı
istasyonla birlikte ilk bakışta bir “alacakaranlık kuşağı”na girmişe benziyoruz. Kimisi “Korku Cumhuriyeti” olduk diye feryat figan. Öyle mi olduk gerçekten?
“Korku Cumhuriyeti” sıfatı Samir Khalil takma ismini kullanan
Iraklı bir entelektüelin, Kenan Makiya’nın
Saddam Irak’ı için yazdığı bir kitabın adı idi (Republic of Fear). Saddam 2003 yılında yıkılana dek, o kitap Irak’ın durumunu en mükemmel tasvir eden kitaptı.
2009
Türkiye’si 1980’ler ile 1990’lar arasının Irak’ına benziyor mu?
O Irak’ta yani kimilerinin bugün arkasından gözyaşları akıttığı Saddam döneminde 180 bin
Kürt ve onbinlerce Şiî Irak’lı soykırım boyutlarına varan
katliam kampanyalarıyla öldürülmüşlerdi. Ülkede siyasi muhalefetin esamesi okunmuyordu.
Böyle bir Türkiye var mı 2009 yılında?
Tersine, Ergenekon denilen canavarın dokunulmazlığı sürseydi, o
vakit asıl “Korku Cumhuriyeti”ne doğru geçiş yapacağımız anlaşılıyor. Türkiye, o kadar “Korku Cumhuriyeti” değil ki, “Ergenekon avukatları” en şirret biçimde karşı-kampanya yürütebiliyorlar. Aylarca sürdürdükleri “karartma” yetmedi, güneş balçıkla sıvanmaz hale geldi; bu kez “sulandırma”ya başlandılar. Toprak altından çıkartılan silahlar “lâubalilik” kaldırmaz hale gelince, bu kez soruşturmanın usûl hataları üzerine “Korku Cumhuriyeti” tezini inşa etmeye çalışır oldular.
Ülkenin bir çok basın kuruluşunun birinci sayfaları, köşeleri, en önde gelen televizyon ekranlarının kumandası onların elinde. “Korku Cumhuriyeti” yanıltması, Ergenekon avukatlığının en çarpıcı
savunma metni, Ergenekon mağdurlarına yani Türkiye halkına, Türkiye
demokrasisine, Türkiye’de demokrasi mücadelesine yöneltilen en etkileyici saldırı söylemi haline getirildi.
Usûl, esası yok edemez; gözlerden kaçıramaz.
***
Esas,
Ergenekon soruşturmasının, usûl üzerinden “Korku Cumhuriyeti oluyoruz” söylemiyle yürütülen ve soyut iddiaları ya da bazı hezeyanları dile getirmeye imkân veren yanı değil. Esas, Türkiye’de bir askeri
darbe ortamı oluşturmak amacıyla
sabotajlar ve suikastlara girişmeyi tasarlamış olan bir yapının açığa çıkartılması v
e devlet yapısından ve toplumdan ayıklanması için yürütülen bir soruşturmayla ilgili.
Ümit Kıvanç, ne kadar güzel yazmıştı:
“Zorundan başlayalım: O silahları kim, niye gömdü? Ne yapılacaktı onlarla? Haydi, “anlamıyoruz”cular, lütfen mâkûl bir
cevap.
PKK Ankara’da
karakol basarsa bunlarla karşı saldırı yapılacaktı, falan deyin. Ya da işi büyütüp, işgalci ABD ordusuna karşı gerilla savaşı örgütlenecekti gibi birşeyler..? Metal Fırtına olayı? Ha?
Ben hemen cevap vereyim, zahmet olmasın: Bizi öldüreceklerdi.
O halde şimdi “anlamıyorum” diyen, bizi öldürmelerini de umursamayacaktır. Bu kadar.
Başka soru: O silahları
Teknosa’dan mı,
Carrefour’dan mı alıyorlar? Akmerkez’de var mı? Ben nadiren de olsa gidiyorum buralara, hiç gözüme ilişmiyor. Niye?
Yine girmeyin zahmete; buyurun:
O silahların, bombaların falan çoğu düpedüz
Türkiye Cumhuriyeti ordusuna ait. Ya da bilmediğimiz bir
takım resmî kurumlara. Bunlar kayıtsızsa başka rezalet, kayıtlı ve yokluğu fark edilmemişse başka rezalet. Yarbay cephaneliğe giriyor, “Koçum, şuradan on iki
el bombası sarsana, akşama
misafir gelecek,” diyor. (Adede takılmayın, takım olsun diye on iki.) Üçüncü bir ihtimal daha var: Bunlar birilerinin bilgisi dahilinde birilerine verilmiştir. Nasıl? Şimdi hiç anlamıyorlardır herhalde...”
İşte, “esas” Ümit Kıvanç’ın bu içinde bulunduğumuz durumu “Korku Cumhuriyeti” vaveylâsı altında “anlamakta zorluk çekenler” için yazdığı bu alaycı satırların dayandığı somut veriler.
***
Yani Ergenekon soruşturmasının “esası”, toprağın altına gizlenen sabotaj ve suikast silahları, bunları oraya gömen ve kullanmak amacı taşıyanların oluşturdukları askeri-
sivil örgütlenmenin açığa çıkartılması ve haklarında gereğinin yapılması ile ilgilidir.
Bunun yapılması halinde, Türkiye’nin devleti
modern bir demokratik devlet olarak güncellenebilecek; öyle güncellenebilecek ki, başta
Avrupa Birliği, dünyanın demokratik uluslar ailesi içinde yerini sağlama bağlayarak- alabilecektir.
Bu “
senaryo”nun alternatifi, Türkiye’nin, Üçüncü Dünya zemininde patinaj yapmaya devam etmesidir. Saydam bir devlet olmaktan uzaklaşarak, perde arkası pazarlıklarla,
komplo düzenekleriyle, siyasi suikastlara ve sabotajlara açık, laik ama gerçekten bir “korku cumhuriyeti” halinde varlığını sürdürmesidir.
Bu nedenle, Ergenekon soruşturması, basit bir “adlî süreç” ya da “yargı işleyişi” olmanın ötesinde, Türkiye’nin geleceğinin nasıl olacağının tanımıyla doğrudan ilişkilidir.
Nasıl bir
ülke istersiniz; Ergenekon avukatlarının “Korku Cumhuriyeti” nidaları arasında “sabotaj ve suikast silahları”nın ve onların göndereceği nice insanın
toprak altında kalacak olmaları olgusunun karartıldığı bir ülke mi? Yani, gerçekten bir “Korku Cumhuriyeti” mi?
Saydam bir devlet yapısı kazanmış, vatandaşlarının can ve mal güvenceleriyle uygar ve özgür biçimde yaşayacakları bir ülke mi? Ergenekon’a ilişkin mücadelede, Ergenekon’un yenilmesi durumunda ulaşacağımız istasyon budur.
Hangi “Korku Cumhuriyeti”nden yanasınız?
Birinci safta yer alanlar, Ergenekon soruşturmasının usûlüne takıldılar.
İkinci saftakiler, “esas”la uğraşıyorlar.
Usûl hatası yapmamak da çok önemli, doğru.
Ama...
“Esas”ı kaçırmayın...