Kim ne kadar farkında bilemiyorum ama ‘
demokratikleşme eşiği’nin aşılmasının göstergesi
Genelkurmay Başkanı Or
general İlker Başbuğ’un
basın toplantısı ve ertesi oldu.
Orgeneral Başbuğ, basın toplantısı yapmadı, hiçbir demokratik
ülke yönetiminde görülmeyecek, görülmesi mümkün olmayacak türden bir ‘askeri gösteri’ yaptı. 36 generali
arkanıza alarak basın toplantısı yapmak ne demek?
Herhangi bir ‘demokratik ülke’de bir
Genelkurmay Başkanı, arkasına 36 generali dizerek ‘basın toplantısı’ yapıyorsa, bunun
doğal tercümesi o ülkede bir ‘askeri müdahele’ olduğu veya ‘ordunun
iktidara el koymak üzere’ bulunduğudur.
O görüntüyü gören herkesin aklına, bu bir ‘askeri resttir; eğer o rest görülmez ise, bunun doğal devamı, ordunun yönetime el koymasıdır’ düşüncesi gelir.
Genelkurmay Başkanı ve 36 general! Bu nasıl bir basın toplantısıdır?
Ertesi güne ne oldu?
Türkiye’de genellikle askerin ‘yedek gücü’ gibi çalışma alışkanlığındaki medya
hazırola mı geçti?
Hayır. Tersine, Genelkurmay Başkanı’nın basın toplantısında söyledikleri geniş bir
kesim tarafından
otopsi masasına yatırıldı ve ciddi ve içerikli eleştirilere konu oldu.
***
Aslında, ‘demokratik eşik’in aşıldığının en çarpıcı göstergesi, Genelkurmay Başkanı’nın 36 generalli basın toplantısından birkaç saat sonra
Ergenekon savcısının, ismi üzerinde onca gündür tartışılan Deniz
Albayı’nı ve onunla birlikte 8 albayı daha İstanbul’da ifade vermeye davet etmesiydi.
Oysa, daha 48 saat önce
Askeri Savcılık, söz konusu albay için işlem yapılmasının gereksizliğine hükmetmişti. Genelkurmay Başkanı ise albayın altında imzası bulunduğu ileri sürülen ‘Belge’den ‘kâğıt parçası’ olarak, arkasına 36 generali alarak söz etmişti.
Gelgelelim, geçmişte öyle gelişmeler sonucunda ‘hazırola geçmesi beklenen’ kurumlar istifini bozmadı, ‘rahat’ konumunda çalışmaya devam ederek albayı ifadeye çağırdılar ve birkaç gün sonra da tutuklanması talebiyle mahkemeye çıkarılan albay, tutuklandı.
Albayın 24 saat geçmeden
tartışma uyandıran, şaibeli biçimde
tahliye edilmesi, ne Ergenekon davasının sanıklarından biri olduğu olgusunu ortadan kaldırıyor, ne de tutuklanmasına kadar giden sürecin gerçekliğini.
Kaldı ki, Genelkurmay Başkanı’nın 36 generalli basın toplantısının yapılmasının gecesi,
TBMM ‘askerlerin
sivil yargıda yargılanması’nı öngören bir
yasa değişikliğini gerçekleştirdi.
Bu yasa değişikliği, anında
Avrupa Birliği tarafından demokratikleşme ve Türkiye’nin AB hedefleri bakımından ‘olmazsa olmaz’ bir gelişme, bir ‘olumlu adım’ tarafından selamlandı.
Daha önce de değinmiştik; yasa değişikliğinin esprisi-özeti şu:
1. Sivillerin askeri yargıda yargılanmasının önlenmesi;
2. Askerlerin sivil yargıda yargılanmasının sağlanması.
Bir rejimin ‘militarist gölgeler’den arınması ve gerçekten ‘sivilleşmesi’ için atılabilecek en anlamlı üstelik çok gecikmeli- adımların başında bu gelmiyorsa, ne gelebilir?
Zamanlaması ise başlı başına önemli; rastlantı veya değil, söz konusu adım, Genelkurmay Başkanı’nın 36 generalli basın toplantısının hemen ardına geldi. Bu dahi Türkiye’nin
önemli bir ‘demokratik eşiği’ geçtiğinin göstergesi.
***
Genelkurmay Başkanı’nın 36 generali arkasına dizerek yaptığı basın toplantısından sonra yukarıda saydığımız gelişmeler gerçekleştiyse, bugünlerde bir ‘Milli
Güvenlik Konseyi’ yönetimi altında siyasi yaşamımıza başlamış olmamız gerekirdi. Öyle bir durum var mı? Öyle bir yakın geleceğe dair yol aldığımıza ilişkin bir işaret var mı?
Yok.
Tam tersine, son yılların en uzun MGK toplantısının ardından Cumhurbaşkanı’nın işlevi arttı. Generaller, Cumhurbaşkanı’ndan medet umar durumda gözüküyorlar.
Cumhurbaşkanı kim?
Abdullah Gül.
Şunun şurasında iki yıl önce seçildiği
vakit, şimdi ‘hukuk süreci’ açısından ondan medet umar gözüken
generaller, onun
yemin törenini boykot etmişlerdi.
Abdullah Gül’ün generaller nezdinde de ‘meşruiyet’ kazanması, askerin ‘meşruiyet çizgisi’ne ‘geri çekilmesi’nin de işaretidir.
Abdullah Gül’ün, ‘bildik lobi’nin gayretleri, ‘perde arkası pazarlıklar’ ya da gerçekten kendi kanaatleri ile TBMM’den ‘askerlerin sivil yargıda yargılanmaları’na ilişkin yasayı geri çevirmesi, hatta yasanın Abdullah Gül’den çıkması halinde
Anayasa Mahkemesi’nden dönmesi bile, Türkiye’nin ‘demokratik eşiği’ geçtiği gerçeğini ortadan kaldırmayacak.
Bu ‘gerçeğin’ göstergesi ise,’faşizan’ siyasi akımın TBMM’deki temsilcisi
CHP’nin başı kesik bir tavuğun oradan oraya koşuşmasına benzer halidir. CHP Genel Başkanı Deniz
Baykal, önce devam eden MGK toplantısına, daha doğrusu 30 Haziran 2009 MGK’sının bir 28
Şubat 1997 MGK’sına benzeyeceğini umut ederek ‘Abdullah Gül’ün birkaç saat içinde yasayı iade edeceği’ kehanetini savurdu. MGK’dan böyle bir sonuç çıkmayınca, ‘MGK açıklamasını tatmin edici bulmadığını’ bildirdi.
‘Asker+CHP=İktidar’ şeklindeki Cumhuriyet’in ‘geleneksel denklemi’nin birkaç gün önce tedavülden kalkmış olduğuna hükmedebiliriz.
Türkiye’nin hukukun üstünlüğünün geçerli olduğu bir
modern-demokratik devlet olabilmesi, ‘askeri
vesayet rejimi’nin son bulmasıyla paralel olarak mümkün olabilecek bir süreç. Bu süreçte, iniş-çıkışlar, sağa sola sapmalar haliyle olacak ve sürecin sancıları görülebilir bir süre daha devam edecek.
Ancak, ‘büyük resmi’ gözlerden kaçırmamalıyız.
Türkiye, şu son bir hafta boyunca önemli bir ‘demokratik eşiği’ geçti. Bunu, Türkiye’nin son günlerdeki ‘siyasi gündemi’ne kahreden medyadaki ‘statüko zaptiyeleri’nin köşelerine sinen ‘depresif ruh hali’nden de anlayabilirsiniz.