"Demokrasi ve hukuk, herkes için gerekli. Bindiğin dalı kesiyorsun" dedi
Başbakan Tayyip Erdoğan,
CHP Genel Başkanı Deniz
Baykal'a hitaben. Ve, ekledi: "İllegal yapıların avukatlığına soyunmak, demokratik hukuk devletine inancı zayıf olanların işidir. Bu tür siyasetçilerin
demokrasiye verdiği zararı başka kimse veremez."
Yanlış. Başbakan'ın
Deniz Baykal'a ilişkin değerlendirmesi yanlış.
Zira, Deniz Baykal CHP'sinin "demokrasi ve hukuk" ile bir ilişkisi yok. "Demokratik hukuk devletine inancı" zayıf değil; yok.
CHP, 1970'lerdeki
Bülent Ecevit dönemi istisna edilirse, hep böyleydi. Bu bakımdan, Deniz Baykal CHP'si, aslında bir "tarihsel tutarlılığa" işaret ediyor. Seçimle
iktidara gelmesi asla mümkün olmayacak, siyasi iktidara ancak "askeri
darbeler"in sağladığı "olağandışı" durumlara bel bağlayarak tutunabilen bir parti CHP.
İlk askeri darbe olan 27 Mayıs'a CHP'nin çanak tuttuğu artık biliniyor. 27 Mayıs'ın yol açtığı siyasi ortamda, 1961-65 arası CHP, o da ancak
koalisyon hükümetlerinde yer alarak siyasi iktidarı paylaştı. 1971'deki 12
Mart askeri müdahalesi, Süleyman
Demirel hükümetini istifaya zorladıktan sonra kurulan "koalisyon hükümeti", CHP ağırlıklı idi. Partide Genel Sekreter Bülent Ecevit'e karşı kanatta yer alan Nihat Erim'e kurduruldu "asker payandalı" hükümet.
1980'deki 12
Eylül askeri darbesi, Genel Başkan Bülent Ecevit'i içeri attı, CHP'yi diğer partiler gibi kapattı. Deniz Baykal, parti yöneticilerinden olduğu için Zincirbozan yolunu tuttu. Bugünkü Deniz Baykal ise, CHP tarihinin "Bülent Ecevit parantezi"ni bir kenara atarak, CHP'yi "tarihi rotası"na geri çevirdi. Seçimle iktidara gelmesi imkansız, askeri darbe süreçlerinde siyasi iktidarı bir kulpundan yakalamayı hesaplayan parti.
CHP, hükümet olabilme anlamında siyasi iktidar sahibi olması
seçim yoluyla- imkansız bir parti olmakla birlikte, "bürokratik elit"in siyasi temsilcisi olarak "devlet iktidarı"nda her zaman yer almıştır.
Ergenekon ile yolu açılan süreç, Türkiye'nin "demokratik hukuk devleti" olabilmesi doğrultusunda en "umut verici" gelişme olduğu anlamda, "bürokratik elit"in daimi iktidarına son verilmesinin de yollarını açıyor.
CHP Genel Başkanı'nın "Ergenekon avukatlığı"na soyunması, bir bakıma, kendisi açısından bir "varoluşsal direniş" olarak da görülebilir.
***
Yasemin Çongar , bu ülkenin ve medyasının, "en güvenilir habercileri"nden biri olarak yıllar içinde temayüz etti. "Ergenekon operasyonunda en başından itibaren görev almış bir istihbaratçı" ile konuşmasını naklettiği dünkü Taraf'taki yazısı kesip saklanacak ve önemi Ergenekon
davasının seyri içinde daha iyi anlaşılacak nitelikte.
"Dava, başta
Danıştay cinayeti olmak üzere bir dizi saldırıyı;
PKK,
DHKP-C,
Hizbullah ve İBDA-C gibi örgütlerle Ergenekon arasındaki bağlantıyı; çetenin kimyasal, biyolojik
imha silahlarına sahip olma hevesinden kendi mafyasını yaratma merakına uzanan kanlı ve kirli işlerini aydınlatma potansiyeline de sahip. Bu potansiyel ne ölçüde hayata geçirilebilirse, devlet de o ölçüde temizlenecek. Ve belki, yeni komploların, yeni darbeleri, yeni
cinayetlerin önüne geçilecek" diye yazıyordu.
İşte tam da bu nedenle, Ergenekon davasını Deniz Baykalvari alaya alarak gözden düşürme ve üzerinde şüphe yaratamaya çalışanlar ve "medya karartması" sökmeyince daha duruşmalar başlamadan köşelerinde
yargıç edasıyla şimdiden "
beraat kararı" verenler, ağır vebal altındadırlar.
***
Yasemin Çongar'ın yazısındaki şu satırları okuduğumda yüreğim sızladı:
"Ve belki, yeni komploların, yeni darbelerin, yeni cinayetlerin önüne geçilecek. Bize ‘Yapıyı ortaya çıkartmak cinayetleri aydınlatmak kadar önemli' diyen istihbaratçı tam da bunu söylüyordu aslında.
Üsteleyince, ‘
Hrant Dink cinayetinin Ergenekon dosyası kapsamında çözülemeyebileceğini' açıkça söyledi ama şunu da ekledi: ‘Biz bu operasyonu bir değil, iki yıl önce başlatsaydık, belki Hrant bugün sağ olacaktı'..."
Hrant'ı kaybetmiş olmanın acısını, ziyadesiyle, onu tanıyanlar, onu anlamış olanlar, onun arkadaşları, bizler biliriz. Eğer Ergenekon operasyonu bir yıl önce değil, iki yıl önce başlamış olsaydı, Hrant'ın bugün sağ olacağını bilmek, yüreğimizi burkuyor.
Tam da o nedenle, Ergenekon konusunda sistemli bir karşı
kampanya yürütenlerden dudak bükenlere uzanan "koalisyon" içimizi öfkeyle dolduruyor.
Soğukkanlı biçimde baktığımızda ise, bu "koalisyon"un "yeni komplolar", "yeni darbeler", "yeni cinayetler"den nemalanacak çevreler, kurumlar ve bireyler olduğunu anlayabiliyoruz.
Böyle bir konuda, bu türden bir "hesaplaşma" da, "demokratik hukuk devleti" mücadelesinde bigane kalınabilir mi? "Tarafsız" olunabilir mi?