20 Ocak 2009 tarihinde bizim saatle gecenin ilk saatlerinin, gerçekten de, ‘21. Yüzyıl’a geçiş’in ilk saatleri olduğunu televizyon ekranının karşısına geçip sabahın ilk saatlerine dek kalkmadığım
vakit anladım.
Önce
CNN Türk ekranında ‘I,
Barack Hussein Obama..’ (Ben, Barack Hussein Obama..) sözcükleriyle başladığı
yemin törenini izlemiş ve stüdyodan ‘Inauguration Speech’i Tahta Çıkış konuşması diyebilir miyiz?- yorumlamıştım. Ardından eve koştum ve
CNN International, BBC,
Euro News gibi televizyon kanallarındaki naklen yayını saatler boyu izledim.
Bizim televizyon kanalları ‘Inauguration Speech’ten sonra normal yayın akışlarına geçmişlerdi. İç politikanın siyasal kutuplaşmaya
yakıt veren ne kadar konusu varsa, ekranlardaydı.
Ertesi sabah, çok kişinin NTV’de
Ergenekon soruşturması kapsamında gözaltına alınıp bırakılan eski bir YÖK Başkanı, CNN Türk’te kullanım süreleri çoktan
dolmuş birtakım isimlerle yapılan Ergenekon konulu programlarından haberdar olduğunu gördüm. Söz konusu programları izleyip izlemediğim sorulduğunda, ‘Dün gece tarih yazılıyordu. Ama o söz ettiğiniz programlarda değil. Ben,
yabancı kanallarda Obama’nın
Kongre binasından
Beyaz Saray’a
Pennsylvania Caddesi’ndeki üç kilometrelik
zafer yürüyüşünü, ardından Beyaz Saray’ın önüne kurulmuş
küçük tribüne gelişini ve saatler boyu onu selamlayarak yapılan geçit törenini izledim. Hem çok öğretici, hem de çok heyecan vericiydi’ karşılığını verdim.
Özel günlerde büyük gösterilere meraklı ve bu işi pek iyi beceren
Amerika’nın tarihinde bile görülmemiş muazzam bir bir manzaraydı 20 Ocak 2009
Washington manzarası.
***
Bu gerçeği özellikle çok iyi bilebilecek bir konumdayım. Zira, bir buçuk yıl süreyle o şehirde, Washington’da yaşamışlığım var. Gerek çalıştığım düşünce kuruluşu gerekse evim Pennsylvania Caddesi üzerinde ya da hemen yanı başındaydı.
Ama, daha önemlisi 1999’u 2000’e bağlayan gece yarısına Mall’da binlerce kişinin arasında girdim. Şu Lincoln Anıtı’nın önünde başlayıp Beyaz Saray’ın hizasında obelisk şeklinde dikilmiş Washington Anıtı’nı da kapsayarak Kongre’ye doğru uzanan yeşil alanda.
Başkan Bill
Clinton Lincoln Anıtı’nda, Lincoln’ün heykelinin hemen önünde geçen
pazar gecesi Obama’nın konuşma yaptığı, büyük
kutlama konserinin verildiği yer- gece yarısı, saat 12’ye beş kala kısa bir konuşma yapacaktı ve yeni bir ‘Millenium’, ‘21. Yüzyıl’a’ orada, Mall’da giren insanlar arasında yer alacaktık.
Hava yine şu son 20 Ocak’taki kadar olmasa da, Washington’un o dayanılmaz rutubetiyle insanın içini titretecek ölçüde soğuktu ve ‘tarih anı’nı yakalamak için insanlar çok önceden Mall’da konuşlanmaya bakıyorlardı. Lincoln Anıtı’na hayli yakın ve aradaki havuzun önünde konuşlanabilen talihli insanlar arasında sanıyordum kendimi. ‘
Tarih’i takvim yaprağıyla değiştiren ‘tarihi anda’ orada olacaktım. Oldum.
20 Ocak günü televizyon ekranından Mall’un manzarasını görünce, o ‘tarihi an’ın tarihe karıştığını da anında görüverdim. The Mall, tarihi boyunca öyle bir mahşeri insan seli görmedi. Üstelik dondurucu soğukta. İki milyon insandan söz ediliyor. Washington ahalisi değil, zaten Washington’un nüfusu o kadar değil. Bir kıt’a büyüklüğündeki ülkenin her yanından gelenler. ‘Galiba 21. Yüzyıl’a gerçekten giriş anı şu saatler’ düşüncesini içimden geçirdim. Birkaç saat önce yazdığım yazıya attığım başlığın isabetli olduğu duygusuna vardım.
Televizyon ekranının önemli bir avantajı var. Çok geniş alanları, çok insanı, çok sayıda yüz ifadesini, hem ‘
olay yeri’ni, hem aynı anda dünyanın birçok yerinin o sırada izlediğiniz ‘olay’la ilişkisini seyredebiliyorsunuz.
20 Ocak gecesi, bir yandan
Colin Powell’dan Quincy Jones’e uzanan insan yelpazesinin neler hissettiğini dinlerken, ekranda töreni izlerken
Fransa’da
evet Fransa’da- heyecan ve mutluluk
gözyaşı döken insanları da görüyordum.
En önemlisi, saatler boyu izlediğim törende gördüğüm en önemli şey, içten bir yurttaş katılımıyla, müthiş bir
sivil canlılığın ortaya konduğu görkemli törenlerle birlikte ‘
Amerikan Rüyası’nın geri dönüşü’ idi.
Amerika’yı Amerika yapan ve bu nedenle dünyanın hâlâ en
çekici göçmenler ülkesi haline getiren ‘demokratik idealleri’ni, ‘fırsatlar ve özgürlükler ülkesi’ ve bir ‘açık
toplum’ olmasını ifade eden ‘idealler’in “Başkan
Barack Obama” diye üç sözcüğün telaffuz edilmesiyle yeniden canlanışını gözlüyor olmak başlı başına bir heyecan vesilesiydi.
***
Başkan Obama, dün kendi yönetiminin üst düzey yetkililerinin
yemin töreninde, ‘Çok uzun bir süredir bu şehirde çok fazla
gizlilik oldu’ diye bir saptama yaparak, Washington’da bu durumun değişeceğini ve kendi Başkanlık döneminin ‘köşe taşları’ olarak ‘saydamlık ve hukukun üstünlüğü’nü vurguladı.
Bu arada kafamı kaldırıp ‘
Türkiye’de ne oluyor?’a şöyle bir baktım. Bir süre önce
Ergenekon soruşturması kapsamında gözaltına alınıp,
Genelkurmay Başkanı’nın müdahalesi,
Başbakan’la yaptığı beklenmedik görüşme sonucunda serbest bırakıldığı kuşkusu yayılan eski MGK Genel Sekreteri
emekli Orgeneral Tuncer Kılınç, bir televizyon kanalında konuşmuş. 2001-2003 yılları arasında MGK Genel Sekreterliği yaptığını, Ergenekon diye bir örgütten haberdar olmadıklarını hissedilir alaycı bir dille söylemiş. ‘Ergenekon diye bir şey yoktur’ demeye getirmiş.
JİTEM diye bir şey olmadığı da yıllardır söyleniyor. Milyonlarca insanın bildiği, binlercesinin onlarca, yüzlerce yakınının katili olarak suçladığı bir yapı da yok varsayılıyor. Bu arada
Genelkurmay Başkanı ile kuvvet komutanlarının eşleri, Tuncer Kılınç gözaltına alındığı vakit onun eşini ziyarete gitmişlerdi. Bu kez hepsi birden, olmayan JİTEM’in komutanı olduğu iddia edilen ve emrindekiler tarafından bir dizi fail-i meçhulü gerçekleştirmekle suçlanan ve bu yüzden
intihar ettiği ileri sürülen emekli binbaşının eşini ziyarete gitmişler.
Bir de haber; Başbakan ile Genelkurmay Başkanı her perşembe düzenli olarak görüşeceklermiş.
Ankara, böylece ‘saydamlaşacak’ mı, yoksa daha da bir ‘garnizon başkenti’ görüntüsüne mi bürünecek? Bilmiyoruz.
Bildiğimiz, şu yukarıda yansıttığımız 20-21 Ocak Ankara tablosunun, iç karartıcı sıkıcılığı.
Bu tabloya bakarken, Obama’nın Yemin Töreni konuşmasındaki şu cümle aklıma geldi, ferahladım: “Dünyanın çeşitli yerlerinde.. toplumlarının hastalıklarının sorumluluğunu Batı’nın üzerine yıkan liderlere sesleniyorum; bilin ki halkınız hakkınızda ne yıktığınız değil ne inşa edeceğinize ilişkin hüküm verecektir.
İktidara yolsuzluk ve aldatma ile, ve muhalefeti susturmak ile yapışanlar, bilin ki tarihin yanlış tarafındasınız...”
Şu son cümleyi bir gerek Amerikan halkı ve gerekse dünya halklarının çok önemli bir sayısının muazzam desteğini elde etmiş bir Amerikan Başkanı’nın ağzından bugünün Türkiye’sinde duyduğunuz vakit, siz de ferahlamaz mıydınız?
Cengiz Çandar’ın bu yazısı aynı anda Referans gazetesi ve www.hurriyet.com.tr web sitesinde de yayımlanmaktadır