Gerçi
12 Haziran seçim sonrasında patlak veren ve şiddet kullanarak bastırılmaya çalışılan günlük kitle gösterileri yok ve bu nedenle
İran, manşetlerden düşmüş gibi görünüyor ama “direniş” sürüyor.
İran’da ne olup ne bittiğini izlemenin en sağlıklı yollarından biri, komşu ülkedeki son gelişmelerle “değeri” ve “önemi” birden bire anlaşılan
Twitter.
Twitter, internet üzerinden bir
haberleşme yolu. Bir seferinde 140 harften fazlasını yazamıyorsunuz. Aklınıza ne eserse ve ne zaman isterseniz, 140 harflik bir şeyler yazabilir ve o an sizi izleyen herkes tarafından ne dediğiniz, ne yaptığınız, ne istediğiniz anında öğrenilebilir.
İran’la ilgili ve İranlıların kullandığı birçok twitter var ve ben onları her vesileyle izliyorum. Bunların arasında Mir Hüseyin Musavi’ninki de var. Mir Hüseyin Musavi’nin twitter’ı sayesinde kendisinin yarın
Cuma namazında kitlelerin arasına katılacağını öğrenmiş bulunuyorum.
Bu, şayet olursa, seçim sonrası büyük gösterilerin durmasından bu yana Musavi’nin halkın önüne çıkacağı ya da halkın arasına karışacağı ilk gelişme olacak.
Tabii, olduğu takdirde, böyle bir gelişme İran’daki muhalefetin herşeye rağmen sıkı durduğunun, geri adım atmadığının da bir göstergesi sayılmalı. Zaten İran ile ilgili yazışmalarda ne Mir Hüseyin Musavi’nin ve ne de
Mehdi Karrubi’nin pozisyonlarını değiştirmediği ifade ediliyor.
Bu arada geçen Cuma günü yine
Tahran sokaklarının binlerce gösteriyle dolduğu ve güvenlik güçleriyle ciddi bir çatışma yaşandığı haberleri alındı. Yine, Mir Hüseyin Musavi’nin twitter’ına 30 Haziran günü yani yaklaşık iki hafta önce düşülen notta “Tahran semalarında dün gece bugüne dek işitilen en yüksek Allahu Ekber sesleri” yazıyordu.
1979’da İran Devrimi’ni getiren, başta başkent Tahran olmak üzere büyük kitle gösterilerinin yanısıra sürekli olarak karanlık bastığında damlarda “Allahu Ekber” ve “Merg Ber Şah” yani “Şah’a Ölüm” sloganlarıydı. Şimdi, yine “Allahu Ekber” ve bu kez “Merg Ber Diktator” haykırışları kesilmeden sürüyor.
Söz twitter’tan açılmışken, Mir Hüseyin Musavi’nin twitter’ında 11 Temmuz tarihli, Gandhi’ye ait bir söz dikkatimi çekti:
“Önce seni takmazlar, sonra sana gülerler, bundan sonra seninle savaşırlar, en sonunda sen kazanırsın”...
*** *** ***
Düşüncene, vizyonuna, geleceğe ilişkin özgüveni bundan daha çarpıcı ifade eden bir söz olabilir mi?
Düşünce, vizyon ve geleceğe bakış denince –bence- “dünün olayı”
Washington Post gazetesinde okuduğum
Buzz Aldrin’in yazısıydı.
Buzz Aldrin kim mi?
Neil Armstrong gibi birisi! Bundan 40 yıl önce Ay’a Neil Armstrong’dan saniyeler sonra ayak basan ikinci insan ayağı ona aitti.
İnsanoğlunun –onların üç öncüsü Neil Armstrong, Buzz Aldrin ve Mike Collins’in- Ay’a yolculuğunun 40. Yıldönümüymüş dün. Ve Buzz Aldrin, bu muazzam olayın 40. Yıldönümünde, Amerika’ya Ay’ı bir süre için bir yana bırakıp Merih’e ayak basma ve orada bir “
Amerikan yerleşimi”
hedefi gütmesi önerisinde bulunuyor. Birlikte okuyalım:
“1927’de bir ilkbahar sabahı Charles Lindbergh tek başına
Atlantik Okyanusu’nu geçmek için havalandığında, böyle bir işe kalkışabilecek bir avuç araştırmacı-maceraperestten başkası yoktu. Lindbergh’in başarılı uçuşundan önce birçokları aynı şeyi başarmaya çalışmış ve bu uğurda hayatlarını kaybetmişlerdi. Birçok insan bunun üzerine transatlantik
seyahatin imkansız bir rüye olduğunu düşündü. Ama 40 yıl sonra günde 20,000 insan “Lone Eagle”ın (Yalnız
Kartal) uçtuğu aynı rotada, her gün güvenli biçimde seyahat ediyordu. Transatlantik uçuş bir rutin haline dönüşmüştü.
Kırk yıl önce bugün, Neil Armstrong, Mike Collins ve ben, uzayın karanlığı arasından geçerek Ay’a ulaşmak için çeyrek-milyon millik yolculuğumuza başlamıştık.
Neil ve ben, onun köhne tozlu toprağında yürürken, bir başka dünyanın üzerinde ayakta duran ilk insanlar olmuştuk. Bununla birlikte bugün, bizimkisi dahil hiçbir ulus, Yeryüzü’nün yörüngesinin ötesine, uzayın çok daha derinliklerine kimseyi gönderemiyor.
Televizyonda ve sinemalarda, ‘
Star Trek’ ‘cesaretle hiç bir insanın daha önce gitmediği yere gitmeyi” göze aldığımızda nelerin başarılabileceğini gösterdi. Gerçek hayatta, ben o yolu katettim ve biliyorum ki doğru amaç ve Amerikalıların çoğunun desteğiyle, cesaretle yine gidebiliriz.
Ay için
yarış çıkmaz sokaktır. Ay yüzeyi ileri teknolojilerin geliştirilmesi için kullanılabilirse bile, yerleşip
ürün yetiştirmek bakımından kötü bir yer. Ay,
yaşam bulunmayan, çıplak bir dünya, onun çırılçıplak ıssızlığı, yaşayan herhangi bir şeye karşıtlığı ile kendisini ortaya koyuyor. Ve Apollo’nun şanlı günlerini tekrarlamak Amerikan uzay önderliğini
davasını geliştirmeyecek ve halkın coşkusu ile uzay araştırmacılarının gelecek kuşağı için yeni bir ilham kaynağı olmayacak.
Şimdi, Amerika’nın Ay’ı tümüyle terketmesini önermiyor, sadece Ay-odaklı yarıştan vazgeçmesi gerektiğini söylüyorum. Ay tüm insanlığa ait olması gerektiği için, ona uluslararası bir
koalisyon önderliğinde ilerde tekrar geri dönebiliriz... Bırakalım Ay yüzeyi nihai kertede küresel ortaklığın konusu olsun, bu arada bize daha uzak ve elde edilebilir amaçlarla uzay programımızı canlandırmak üzerine yoğunlaşalım. Gelecek kuşağımız uzay programı için cesur bir amaç üzerinde düşünmelidir: Amerika’nın geleceği için
Mars. Bayrak dikmek ve fotoğraf çektirmek amaçlı bir kaç geziden söz etmiyorum; uzayda ilk yerleşimi gerçekleştirmek amacıyla yola çıkmaktan, bir yeni dünyada bir Amerikan kolonisi kurmaktan söz ediyorum.
Mars’ın robotlarca elde edilen araştırma sonuçları bir zamanlar tümüyle suya batmış
gezegen hakkında heyecan verici ipuçları sundu. Mars’ın toprağının alt derinliklerinde, ilkel yaşam biçimlerini hala barındıran izler ile donmuş su bulunabilir. Yeryüzü kendi iklim evriminin içindeyken, Mars’taki insanlı uzantılar bu geniş gezegensel değişiklikleri incelemek bakımından
sanal bir laboratuvar oluşturabilirler. Ve Mars’ı incelemenin en iyi yolu, bir jeologun iki eli, gözleri ve kulaklarıyla, önce Mars’ın yörüngesine giren bir ay, daha sonra
Kızıl Gezegen’in yüzeyine konarak olur.
Uzay programının Mars’ta bir insan kolonisi kurmak üzerinde yoğunlaştırmak için seferberlik, bir yanda bizim uluslararası ortaklarımıza Ay’ı kendi başlarına araştırmalarında
yardım ederken, diğer yandan Amerika’nın
genç öğrencilerine ilham verecek bir dava oluşturmuş ve uzay araştırması için kamusal desteği harekete geçirmiş olacak. Mars araştırması uzay endüstrimizi teknolojinin gelişmesini tüm oyuncuların önüne açacak, yenileyecek. Sadece Ay’ı hedef alma hatasına düşmezsek, bizim Apollo 11 uçuşumuzun 60. Yıldönümünde Mars’ta olabiliriz.”
Şunun şurasında 20 yıl kaldı!
*** *** ***
40 yıl önce Buzz Aldrin Ay’a ayak basarken, İran’da Şah vardı ve damlara çıkıp “Allahu Ekber” diye bağıran kimse yoktu. Türkiye’de ise sadece tek bir askeri
darbe olmuştu; 27
Mayıs. O günden bugüne biri “postmodern” dört tane daha oldu.
Buzz Aldrin’in vizyonu tutar ve 20 yıl sonra insanoğlu Mars’a, üstelik yerleşmek perspektifiyle ayak basarsa, acaba İran’da durum ne olur?
Ya Türkiye’de?
Sivil yargı-Askeri
Yargı tartışması devam ediyor olur mu dersiniz?
Genelkurmay,
Anayasa Mahkemesi,
Yargıtay, YHSK vs. gibi kurumlar ve kavramlar aynı bugünkü “anlam yükü”nü taşıyor olurlar mı?