M.ERTUĞRUL İNCEKUL
Beni candan usandırdı cefadan yar usanmaz mı
Felekler yandı âhımdan murâdım şem'i yanmaz mı
Kamu bîmârına cânân devâ-yı derd ider ihsân
Niçin kılmaz bana dermân meni bîmâr sanmaz mı
Şeb-i hicrân yanar cânım döker kan çeşm-i giryânım
Uyarır halkı efgânım kara bahtım uyanmaz mı
Gül-i ruhsârına karşu gözümden kanlı akar su
Habîbüm fasl-ı güldür bu akar sular bulanmaz mı
Gamım pinhân dutardım ben dediler yâre kıl rûşen
Desem ol bî-vefâ bilmen inanır mı inanmaz mı
Değildim ben sana mâil sen ettin aklımı zâil
Bana ta'n eyleyen gafil seni görgeç utanmaz mı
Fuzûlî rind-i şeydâdır hemîşe halka rüsvâdır
Sorun kim bu ne sevdâdır bu sevdâdan usanmaz mı
Fuzuli
Hüzün sarmalımız bitmiyor! Biz bitti desek de yapılan zulümler, her gün usanmadan yeni yeni gözü dönmüşlüklerin, hak ihlallerinin, özgürlük kısıtlamalarının ardı arkası kesilmiyor. Tüm olanlara gözümüzü kapayıp, kulağımızı tıkayamıyoruz. Zaten bunca çile ve acıya da insanlığını yitirmeyen nasıl seyirci kalabilir ki?
Peter Bichsel’in deyişiyle: “İnsanlardaki doğal hüzün onları hikâye anlatıcısı yapmaktadır.” Anlatırken de dinlerken de farklı biri olur, bir süreliğine kendimizden sıyrılırız. Çileler insan karakterini çelikleştirir. Kimilerinde çile kemale, kimilerinde isyana ve kopuşlara sebep olabilir. Hikayelerimizin kurgularını aslında ortaya koyduklarımız oluşturuyor. Duruşumuz ve olayları yorumlama şeklimiz hayatımıza anlam katıyor ya da anlamsızlaştırıyor.
Ben kaybetmekten korktuğum her şeyi; Özgür bıraktım, diyor Sabahattin Ali. Ama öyle olmuyor! Bıraktım dediğin her şey seni gelip tekrar buluyor, sana sorular soruyor. Vicdanına yüklediğin her yük seni daha da esir hale getiriyor. Kendi içinde zindanını inşa ediyorsun. Ya da insanı ve sevgiyi merkeze alarak içimizdeki sarayları inşa ediyoruz.
Ruh dünyalarımıza ebedi gençlik aşısı yapmanın yolu ümitten, inançtan, ahlaklı olmadan, başkalarına faydalı olmaktan geçiyor. Tahribe kilitlenmiş anarşist ruhlara meydan okumaktan, teslim olmamaktan geçiyor. Umudun elini bırakan kendini karanlıklara salmış olmaz mı?
İnancı kadar vicdanı geniştir insanın. Bir insanlığı içine alacak kadar sinesini açan ufuk insanlar gördü bu yeryüzü. İrade felç oldukça insan kaderine isyan eder, varoluşunu inkar eder. Kendi inancını, kıblesini kaybedenler ise hep güce teslim olagelmiştir ve adaletin gücü yerine güçlülerin adaletine teslim etmişlerdir kendilerini.
Milletin başına musallat olanların çektirdikleri ile adeta Türkiye bir işgal yaşıyor. Amasız fakatsız her alanda kısıtlamalar artıyor, özgürlükler daralıyor. Kalb ve ruh hayatını bile felç edecek bir işgal yaşanıyor ülkemizde maalesef... Rıza Tevfik; Ne günlere kaldık ey Gazi Hünkâr, katır mühürdar oldu, eşek defterdar! Vay milletin haline vay! Der.
Bir canavarlık almış başını gidiyor. Ne çocuk dinliyorlar, ne yaşlı. Bir mantıksızlığın kurbanı olan hapislerde niye tutulduğunu bilmeyenlerin sayısı hiç de az değil. Cefadan yar usanmaz mı? Diye çok soruyorum kendime. Her ciğersuz olayda bu da mı oldu? Nasıl olabilir? diyerek absürtlüğe, hukuksuzluk, vicdansızlık, mantıksızlığa yuh çekiyorum. İnsaf sanki ülkeyi yöneten zihniyeti terk etmiş gibi. Bunca zulmün temiz vicdanlarda makes bulmasını beklemek çok mu hayalcilik acaba?
Cenderelerin ve cefanın bitmediği, hız kesmediği doğrudur. Ama Yaradana karşı bir saygı sınavından geçirilmediğimizi söyleyebilir miyiz? Çilenin tek başına yaşanması, çilenin uzleti zordur. İnsan bazen tek başına göğüslemek zorunda kalır hayatı. Mevlâna ne hoş söyler; Herkes seninle aynı yolda, yan yana yürür ama kimse senin için yürümez.
Fuzuli yaşadığı yalnızlıkların, katmerli gurbetlerin acısı ile “Dost vefasız, dünya acımasız, dönem huzursuz, dert çok, dert paylaşan yok, düşman güçlü, talih esir/ güçsüz” diyordu ama derman da çok, düşman kavi olsa da tali zebun değil. Zor olsa da gamı tasayı bırakıp, iradelerimiz canlı ise! Ümit kaynağı olabilmek ne tatlı bir huzur.