O anın detaylarını ve duygularını bize yansıtan işte o yazı...
6. kattaydık…
Nefesler tutulmuş sulh ceza hakiminin vereceği kararı bekliyorduk.
Önce bir alkış koptu.
Sonra derin bir sessizlik…
Ve gözyaşları…
-Tarih 26 Kasım 2015-
Günlerden Perşembe. Cumhuriyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Can Dündar ve gazetenin Ankara Temsilcisi Erdem Gül, “devletin gizli belgelerini ifşa etmek ve terör örgütüne bilerek ve isteyerek yardım” suçlamasıyla savcılığa ifadeye çağrılmıştı. Çağlayan’daki devasa adliye binasının önüne geldiğinde Dündar’ın sesinden dinlediğim “Kırlangıcın Hikayesi” geldi aklıma. Hikayede soğuk bir kış gününde kırlangıca penceresini açmayan bir adamın vefasız duruşunu anlatıyordu usta kalem.
“Vefa” Fatih’te bir semtin adı değildi sadece. Düşmanın husumeti karşısında dostun vefasızlığı bahis mevzu şu günlerde. Tıpkı Hidayet Karaca’nın bir kış günü dizi filminden tutuklandığında yaşadığı yalnızlık gibi, tıpkı Mehmet Baransu’ya kaşıksız yemek verildiğinde insan hakları insan hakları diye bas bas bağıranların dut yemiş bülbüle döndüğü gibi..
Üç beş meslektaşı eşi Dilek Dündar ve CHP’nin özgürlükçü vekilleri Eren Erdem, Barış Yarkadaş ve Mahmut Tanal dışında kimse yoktu Çağlayan’da.
Savcılık sorgusunun ardından tutuklamaya sevk ettiler Can Dündar’ı ve Erdem Gül’ü. Altıncı kattaki duruşma salonuna girmeden çektirdiği iki fotoğraf belki de yıllarca hafızalardan silinmeyecekti. Birinde eşi Dilek Dündar’la ayaklarını uzatmış umutla geleceğe bakan iki mutlu eş portresi vardı; diğerinde tek başına bankta oturan ve ülkesi adına endişe duyan bir aydının endişesi yansımıştı objektife.
Sonra saatler ilerledi. Sulh ceza hakiminin karşısına çıktı iki gazeteci. Dündar çevresine pozitif enerji yayıyordu ama hukuksuzluğu içine sindiremeyen meslektaşları ve yakınları öfkesini kontrol edemiyordu. Savunma hakkını kullanamayan avukatlar, milletvekilleri ve ailesiyle ünlü gazetecinin arasına bariyerler girmeye başlamıştı. Altıncı katta sulh ceza hakimliği duruşma salonunun önüne ulaşmak çok zordu. Siyah üniformalı güvenlikçiler ne gösterilen sarı basın kartını ne de baronun verdiği avukat kimliğini tanıyordu. Verilen emirlere kilitlenmişler. Karşılarındakilere fiziksel güç gösterisinde bulunuyorlardı.
Gerilim çok büyümeden yatıştı ortalık. Can Dündar ve Erdem Gül tarihe geçecek bir savunma yapmıştı mahkemede. Ama kimse onların bu savunmasının işe yarayacağını düşünmüyordu. Gazeteci Aslı Aydıntaşbaş, karar açıklanmadan önce Twitter adresinden “tutuklanacaklarını düşünüyorum” diye sezgisini paylaştığında ümitler azalmaya başlamıştı.
Adliye koridorlarında bekleyen bir yüz çekti tam o sırada dikkatimi. 11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün danışmanı Ahmet Sever de oradaydı. Belli ki desteğe gelmişti. O da bariyerlerin dışında bekletilen isimler arasındaydı.
Savunmalar ifade işlemleri tamamlandıktan sonra herkes usta iki gazeteci hakkında verilecek karara kilitlenmişti. Saatler 21.00’ı geçiyordu. Bariyerlerin önünde bekleyenler duruşma salonunun kapısından gelecek müjdeli bir haberi bekliyorlardı.
Tükenmek üzere olan umutları 3 saniyelik bir alkış yeşertti birden bire. Duruşma salonunun kapısından gelmişti o alkış sesi. Ama belliydi bir yanlış anlaşılma olduğu. Adliye koridorlarına derin bir sessizlik çöktü.
O sessizliği “Özgür Basın Susturulamaz” sloganları böldü.
Hakim iki gazetecinin tutuklanmasına karar vermişti. Saatler 21.18’i gösteriyordu.
Herkes Can Dündar’ın kararı nasıl yorumlayacağını merak ederken onun ağzından çıkan tek kelime üzüntüden umutsuzluktan tükenmek üzere olan yakınlarına belki de biraz olsun güç vermişti. Dündar, “Üzülmeye gerek yok. Bunlar bizim için şeref madalyası. İçeride ve dışarıda mücadelemiz devam edecek."
Dedi ve omzunda atkısı duruşma salonunun arka kapısından veda etti.
Adliye koridorlarında onu bekleyenler gözyaşlarına hakim olamadılar. Yakınları birbirine sarıldı sessiz ve hüzünlü bir bekleyiş aldı öfkenin yerini. İnsani bir durum olan bu manzaraya bile tahammül etmedi Çağlayan’daki güvenlikçiler. Bir bir kapattılar adliye koridorlarındaki lambaları..
Ve gece Erdem Gül’ün başörtülü annesinin gözyaşlarıyla noktalandı.
Can Dündar, kalemini dışarda kalan özgür gazetecilere emanet etti ve tıpkı Hidayet Karaca, tıpkı Mehmet Baransu tıpkı Gültekin Avcı gibi, Türkiye’de namuslu olmanın bedelini ödemeye gitti.
Geçmiş olsun usta kalem Can Dündar…