Cevheri Güven / Kronos.news
17 ve 25 Aralık yolsuzluk soruşturmalarını yürüten hemen herkes ya hapiste ya da sürgünde.
Silivri’de kaldığım iki ayda, Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en büyük yolsuzluk operasyonunu yürütenlerden hapiste olanların, yani Mali Şube polislerinin tutulduğu hücrelerin karşısında kaldım.
İstanbul Mali Şube Müdürü Yakup Saygılı’yı 10 dakikalık aileyle telefon görüşmesi hakkımı kullanmak için hücremden çıkartıldığımda gördüm ilk kez.
Yan tarafımdaki ankesorlü telefondan getirmesini istediği kıyafetleri tarif ediyordu. “Onu almazlar canım” sözleriyle Silivri’deki mavi, lacivert gibi tonlardaki kıyafet yasaklarını izah etmeye çalışıyordu eşine.
Gün boyu tek başınıza tutulunca konuşmayı unutacakmışsınız gibi geliyor. Birkaç kelimeyle de olsa sohbet etmek için yollar yöntemler aramaya koyuluyorsunuz. Bağırmak akla ilk gelenlerden.
Yakup Saygılı ile sohbetlerimiz işte böyle bağırarak başladı.
Saygılı üç ayrı kilitle kapatılan hücre kapısının ardından, ben de karşısındaki odamın havalandırma boşluğundan bağırıyordum.
Böylece bazen ailelerimizden, bazen hukuki durumlarımızdan, bazen memleket meselelerinden üç beş dakika bağrışıyoduk. Fazlasına nefeslerimiz yetmiyordu.
O günlerde Can Dündar da tutuklanmış ve Yakup Saygılı’nın çapraz hücresine konulmuştu. Saygılı, Can Dündar’ın “Erdoğan’ın En Uzun Günü” belgeseli ve 17/25’le ilgili yazı dizisini övmüş, dava dosyasına delil olarak sunduğunu anlatmıştı.
Yakup Saygılı çok saygıdeğer biri. 15 yıla yakın Ankara gazeteciliği yapmış ve onlarca bürokratla tanışmış biri olarak Yakup Saygılı’nın gördüğüm en saygın devlet adamı olduğunu söyleyebilirim.
Görevini yapmış olmanın rahatlığı ve güveni içindeydi, başka da bir beklentisi yoktu.
Kırgın olduğu tek konu vardı. Tüm muhalefet partileri (o günlerde MHP dahil) kendisi ve ekibinin yürüttüğü yolsuzluk soruşturmasını ağızlarına sakız yapmışlardı, siyaseten sürekli olarak dile getiriyorlardı ama bir kez olsun tutuklu Mali Şube polislerini ziyaret etmemiş, onların ağzından olayı dinlememişlerdi. Muhalefet bu operasyon kendi kendine olmuş gibi davranıyor, Saygılı ve ekibini yok sayıyordu.
Tıpkı bugün olduğu gibi.
Şu an Yakup Saygılı ve ekibinden iki önemli isim İstanbul Emniyet Müdürlüğü’nde.
OHAL döneminde çıkartılan bir KHK’yla polise verilen cezaevinden adam alıp sorgulama yetkisine dayandırılarak yapılan bir işlem bu.
Bu yetki 90’lı yıllarda da kolluk kuvvetlerinde vardı ve özellikle Güneydoğu’da cezaevinden alınan tutuklulara işkence yapılması, kolluk tarafından yeni suça zorlanmaları nedeniyle iptal edilmişti. Cezaevlerindeki tutukluların sadece savcı tarafından sorgulanabileceğine ilişkin AB ile uyumlu düzenleme yapılmıştı.
AKP pek çok alanda olduğu gibi bu konuda da 90’lara döndü.
OHAL döneminde gözaltı süresi 30 gün. Saygılı ve ekibi kısıtlı gıda, banyosuzluk, soğuk ve yetersiz dinlendirme yöntemleriyle bu süre kullanılarak iyice yıpratılacak.
Bu bile başlı başına işkence ama belki de fiziki, psikolojik ya da kimyasal (ilaç) işkenceye geçilecek. Aileleriyle tehdit edilecekler.
Muhalefet partileri ise yine Saygılı ve ekibi yokmuş gibi davranmakta.
İşkencenin olabileceği çok açık oysa.
Çünkü emin olun Erdoğan, Saygılı ve ekibinden 15 Temmuz’un aktörlerinden daha çok nefret ediyor.
Çünkü Erdoğan’ın takındığı “dindar-dürüst” maskesinin Türkiye’de ve tüm İslam aleminde düştüğü günlerdir 17 ve 25 Aralık.
Hâlâ seçimler kazansa da herkes Erdoğan’ın bir hırsız olduğunu, 25 yaşındaki İranlı bir züppe tarafından dahi satın alınabildiğini biliyor.
Duvarlara yazılan hırsız var sloganları onun için…
Arap medyasında 17-25 sonrası çıkan “Yanılmışız, Ortadoğu’nun hırsız diktatörlerinden farksızmış” yorumları onun için…
Amerikan mahkemelerinde en iğrenç boyutlarıyla anlatılan, hırsızlıklar, yolsuzluklar “hayırsever işadamının” itirafları onun için…
Erdoğan’ın asıl yarası budur. Türkiye’de, Ortadoğu’da, dünyada itibarının bittiği tarihtir 17/25.
Her diktatör gibi güçlü ama itibarsızdır.
Ve Yakup Saygılı bu yüzden ne yaptığının farkında olarak ve bedeline katlanmış olarak bir Silivri akşamında bu satırların yazarına şunu der:
“Buradan en son biz çıkarız.”