'Terörün dehşeti' başlıklı yazısı Ahvalnews.com'da çıkan Türköne'nin satırları şöyle:
Terörün Dehşeti
Başlığa itirazınız varsa doğru yerde duruyorsunuz demektir. Bu başlık yanlış: Amacım bu yanlışlığı fark etmemize engel olan “terör” kavramının içinde yer aldığı çok fazla terörize olmuş dünyamıza ışık tutmak.
Bu kavramın çok ağır yükleri kaldırması, hele günümüzde hele de Türkiye’de siyasi iletişimin ağırlık merkezine yerleşmesi “terörün dehşeti”ni aydınlatmayı çok kritik bir soruna dönüştürüyor.
Hayatınızı idare eden bir kavramın, en yaygın haliyle yanlış kullanılması, can güvenliğinizi, ülkemizin güvenliğini tehlikeye sokar. Kavramsal berraklık, iç tutarlılık, somut karşılığı ile uyum, sınıflandırma ve tanımlama aracı olarak üstlendiği görev ve bilhassa hukuk dünyasında kamu güvenliğine ve adalete hizmet edecek şekilde kullanılması gerçekten çok esaslı bir mesele değil mi?
Kelimeler gündelik dilin, kavramlar mantığın, soyut düşüncelerin, sembolik anlatımın araçlarıdır. Fransız İhtilali’nin en kanlı günlerinde, gündelik dildeki terör kelimesini akla uygun bir gerekçe ile kavram düzeyine çıkaran Robespierre, aslında alışılmış usule uygun bir kavram çifti önermişti.
Aydınlanma’nın eli kanlı zorbalarından olan bu şöhretli ihtilalci, terör kelimesini bir iktidar tekniği olarak tanımlarken, tam karşısına “erdem”i yerleştirmişti. Kısaca erdem yoksa terör devreye giriyor.
Mardin Belediyesi’ne kayyım olarak atanan valinin yolsuzluk iddialarına karşı, “terörün üstünü kapatmak istiyorlar” savunması da, bu kavram çiftine dayanmıyor mu?
Bir erdem tartışması ne kadar kolay terör düzlemine sıçrıyor.
“Cinayet cinayettir” diyebilirsiniz. Hiç de öyle değil. Terörün kapsama alanına giren cinayetlerin soğukkanlı çok sağlam bir mantığı var. Albert Camus “öfke cinayeti”ne karşı “ mantık cinayetleri”nin farkını, cinayeti sınırsızca arttırmak olarak açıklar. Terör cinayete mantık elbisesi giydirir ve bir siyasi teknik olarak ölümü basitleştirip yaygınlaştırır.
Robespierre terör kelimesini, dayanıklı ve kalıcı bir kavram olarak tahtına yerleştirirken, giyotini kıyma makinesi gibi çalıştırarak işlediği cinayetleri bir siyasi gerekliliğin hatta mecburiyetin içine yerleştirmiş oldu. Sonrakilere bu mantığı kalıp halinde tekrarlamak kaldı.
Terör kavramı içerdiği anlam gibi etkileyici, ürkütücü ve maalesef sağduyunun kapattığı her kapıyı maymuncuk gibi açma özelliğine sahip. Daha ürkütücü olan gerçek anlamından uzaklaşıp, belirsiz ve alacakaranlıkta çirkin bir hayalet halinde ortalıkta dolaşması.
Terörün gerçek anlamı da bu yüzden önemli. Hortlaklar, gulyabaniler dünyasında korkuyla kilitlenip çaresizliğe mahkum olmak istemiyorsanız, gerçekler aleminde kalmak zorundasınız. Anlam belirsizleşir, kendi gerçekliğinden uzaklaşır, kavramsal tutarlılığını kaybederse, işte o zaman teröre elleriniz kollarınız bağlı teslim olursunuz.
Entelektüel gevezeliğin oyuncaklarından değil, hayatınızı ve değerlerinizi yok eden bir anlam karmaşasından söz ediyoruz. Terör kelimesinin anlamı, bu anlamın sarahati, kısaca bir ölüm-kalım meselesi. Hele Türkiye’deki yaygın ve makbul karmaşaya bakınca, bütün önceliği bir sarahat arayışına ve –ısrarla vurgulanmalı- kavramın mantıksal tutarlılığına vermek çok önemli bir çaba olmalı.
Müphemiyetin oluşturduğu mayın tarlası Türkiye’de terörün kendisi kadar tehlikeli: Tehlike büyük, çünkü tam da bu kavramı en çok kullananlar ve bu kavramı didik didik edenler, bilhassa politikacılar ve hakim-savcılar bir mayın tarlasında enerjilerini tüketiyorlar.
“Yanlış” kullanımı, “yaygın” kullanım kanıtlıyor. Hoşlanmadığınız her durumun sonuna bu çirkin kelimeyi takarak ve anlamından uzaklaşarak isimlendirmek, bu yaygınlığı gösteriyor: Trafik terörü, ekonomik terör, sebze-meyve terörü, erkek terörü, silahlı-silahsız terör deyimlerini kullanmak en kısa yoldan bu yaygın yanlışın somut karşılıkları.
Terör “korku” anlamına geliyor; ama öyle böyle bir korku değil, insanın aklını başından alacak çapta bir dehşet durumu. Türkçede kullandığımız kelimeler arasında özdeş karşılığı “dehşet” kelimesi. Nitekim 1960’ların sonuyla, 70’lerde resmi dilde “terör” kelimesi yerine “tedhiş” kelimesi kullanılırdı. Dünyada bugün ortak bir kelime olarak “dehşete düşürme”, “korkutma” anlamı kabul ediliyor.
Bu karşılık hem Robespierre’in muradına, hem de bugün evrensel kullanıma bütünüyle uyuyor. “Terör” kelimesi ülkemizde 80’lerden itibaren, bilhassa uluslararası işbirliğine dayanarak oluşturmak üzere benimsendi ve yaygınlaştı.
Öncesinde “tedhiş”in yanında “anarşi” deyimi yerleşti. O da garip bir serüven, Dünya’nın hiç bir yerinde “anarşi” kelimesi bizde olduğu kadar aşağılanmadı. Thoreau, Ghandi, Tolstoy gibi isimlerin savunduğu ve otoriteye karşı çıkışı ifade eden bu deyim de aşırı kullanıma uğradı ve sonunda tüketildi.
Latince kökenli “terror” kelimesinin Yunanca eş anlamlısını da renkli bir deyim olarak kullanıyoruz. Fobi (Phobia, Phobos) dehşet duygusunu anlatıyor; ama sadece psikolojinin etki alanında kullanılıyor.
Yine “terör”ün İngiliz dilindeki orijinal karşılığı olan “gallows” kelimesi, verdiği dehşet duygusu ile idam sehbası anlamında kullanılıyor. Bu deyimlerin kullanıldığı, dönemlerde şehrin merkezi yerlerinde idam sehpaları sürekli bulunur ve cezalar bu darağaçlarında teşhir edilerek kullanılırdı.
Paris’in Seine nehri kenarında, Giyotin tahta geçene kadar Orta çağlardan itibaren bu darağaçları halka korku salarak kamu düzenini sağlamak için şehrin bir aksesuarı gibi yer alırdı.
Gallows ters L şeklindeki darağaçları için kullanılan aslında dehşet verici anlamına gelen bir kelime. Terörün giyotinle eşleşmesi de, yarattığı dehşet duygusundan olmalı.
Demek ki “terör” Robespierre’de simgeleştiği gibi bir yönetim aracı olarak icat edilmiş bir kavram.
Sonra, bilhassa Marksist-Leninist örgütlerin iktidarı ele geçirme taktiğine dönüşmüş, en nihayetinde ayrılıkçı örgütlerin stratejilerine uygun bir araç olarak kanlı yüzünü siyasi coğrafyalara yerleştirmiştir.
Sonuç olarak terörü kavramsal tekamülü içinde “siyasi dehşet” olarak anlamamız gerekiyor. Korkutma, yıldırma, sindirme ve sonuçta boyun eğdirme gibi amaçlarla terör üretiliyor. Tarih boyunca, bu kavram dağarcığımıza girmeden önce de “dehşet” siyasi olarak, bir yönetme, ele geçirme veya direnme tekniği olarak kullanıldı.
Moğollar bu tekniği vahşice kullanarak, işgal edecekleri ülke halklarının dirençlerini kırdılar. Otrar gibi bir şehrin ahalisi tek bir kişiyi sağ bırakmadan toplu katliama tabi tutunca, yol üzerindeki diğer şehirler teslim olmayı tercih ediyordu.
Vikingler, ve özellikle içlerinden bir kabile olan Vandalların acımasız yıkımları da bu amaca hizmet ediyordu. Aynı dehşet yaratma hedefini bireylere sistematik olarak yönelten Hasan Sabbah’ın Esasiyyun Tarikatinin fedaileri –bizim terör kelimesini Batı’dan almamıza karşılık- Batı’ya –esasiyyundan gelen- assassin kavramını hediye etmiş oldular.
Kelimedeki inceliğe bakın: Suikast, yani kötü maksat. Krala yönelik suikastin “lese magete” yani “kralı incitmek” olarak metinlere girmesinde de aynı incelik mevcut.
“Terör”, çıplak ve dolaysız bir kavram olarak, mantığa dayalı siyasi cinayetlerin kitleleri hedef almasını ve halkta yol açtığı korku ile sonucu elde etmesini anlatıyor.
Davutoğlu’nun 7 Haziran ile 1 Kasım arasında 2015 yılında geçen sürede meydana gelen olayları seçim gibi bir siyasi olaya bağlaması, tam olarak terör yani dehşet atmosferine gönderme yaptığı içindir ki insanları şaşkına uğratmış olmalı.
Davutoğlu’nun sözleri ancak “terör” yerine “dehşet” kelimesi konunca anlaşılabilir.
“Silahlı terör- silahsız terör”, “terör propagandası” gibi deyimlerin de yanlış kullanıldığı anlaşılmış olmalı.
Siyasi sonuca odaklı halkta dehşet duygusuna yol açma ve korkuya teslim olan insanların siyasi kararlar vermesi; en çok iktidara baskı yaparak bu sonuca katkı sağlamaları söz konusu olunca bir çok tamlama anlamını kaybediyor.
Mesela silah kadar etkili şantaj, tehdit de çok yaygın kullanıldığı zaman ve etkili olursa bir terör yaratma faaliyeti olarak görülebilir.
Halkı, muarızları tehdit ederek korkuya sevk etmek ve bu durumdan siyasi kazanç sağlamak terörün mantığı ile uyuşmuyor mu?
Düzeltmeden geçmeyelim. “Terör örgütü ile iltisaklı” deyimi hem yargı metinlerinde hem de iktidar temsilcilerinin dilinde son zamanlarda yaygın şekilde kullanılıyor. Yanlış. Deyimin kendi iç bütünlüğü yanlışı ele veriyor. Doğrusu “Terör örgütüne iltisaklı” olmalı. Sözlükte “iltisak” kelimesinin karşılığını “yapışık” olarak görenler, hatanın sebebini anlayacaklar.
Öyle görülüyor ki “iltisaklı” kelimesini “bağlantılı” zannediyorlar ve bu şekilde kullanıyorlar. Tekrarlayarak bitirelim. Terörle başınız belâda ise, terörden bahsediyorsanız, terörü yargılıyor ve terörü önlemeye çalışıyorsanız tam olarak bu dehşet duygusuna odaklanmalısınız.
Böyle yaparsanız yolunuzu kaybetmeden, dehşete kapılmadan, teröre teslim olmadan, korkunun aklınızı esir almasına izin vermeden mantığınızı ve çare üretme yeteneğinizi muhafaza etmiş olursunuz.
Mesele bir etimoloji meselesi, bir kavramsal esneklik meselesi değil. Bu kadar belâlı bir kavramı yanlış kullanıyorsanız, bu belâ ile savaşamazsınız. Akıl ve mantık bütünlüğünü kaybeder, sonra da gerçek anlamına sadık geri kalan dünyaya hiç bir şey anlatamaz, bu yanlış terör kavramı etrafında ürettiğiniz hukukla sapla-samanı değil, akla karayı birbirine karıştırırsınız.
Dehşetin, yani terörün aslî kaynağı cehalettir. Demek ki “terörün dehşeti”, yani “dehşetin dehşeti” olmaz; şayet akla ve mantığa sahip çıkarsak.
Terörle Mücadele Kanunu’ndaki (TMK) terör tanımının yanlışlığını, yanlışlığın ötesinde iç tutarlılık itibariyle terörle mücadele için elverişsiz olmasını sanıyorum göstermiş oldum.
Gündemde olan TMK’da yeni terör tanımına mesai harcayanlar bu yazıyı okursa bizim dışımızda kalan dünyanın benimsediği ve hukuk kaynaklarında etkili bir şekilde kullandıkları terörle mücadele araçlarına erişme imkânımız olacak.
İnanın bu evrensel tanım ve araçlar, “Türke özgü” tanımlara ve araçlara göre terörü önleme konusunda daha elverişli ve başarılı: Sadece kendisine eleştiride bulunan bütün muhalifleri “terörist” diye hapse tıkma ayrıcalığını iktidarların elinden almış olacaksınız.
Nitekim bu yazıyı da “onlar gazeteci değil terörist” diye yaftalanan hapisteki bir “terör zanlısı” kaleme aldı.
Müdhiş, yani “dehşet verici” değil mi?