Resmi rakamlara göre 17 binin üzerinde kadın, yaşı 5’ten küçük 700’den fazla çocuk ve bebek mahpus. 60 bin tutuklu, 150 bine yakın işinden atılıp açlığa mahkum edilmiş kişi ve bunların aileleri, yakınları göz önüne alındığında kelimenin tam anlamıyla bir açık hava hapishanesi var karşımızda.
Ülkedeki medya ise ya kapısına kilit vurularak ya da itaate mahkum edilerek susturulduğundan, tüm bu zulümleri kitlelere duyurmak vicdanlı 3-5 basın kuruluşu ile cesur birkaç gazeteciye kaldı. İşte onlardan biri de Gazeteci Nur Ener. Nur Ener’in gözaltına alınmadan önce başladığı ve zulümleri anlatan çalışması kendisi cezaevine girince Yeni Asya Yayınları tarafından tamamlanarak kitaplaştırıldı. Doğruluğu araştırılan mağdur mesajlarının yer aldığı Üç Dal Papatya, öğretmenler, doktorlar, ev hanımları, akademisyenler, anneler, babalar ve çocukların hikâyelerini anlatıyor. Yeni baskısı yapılan Üç Dal Papatya’da, daha büyük sıkıntılara yol açmamak için mağdurların isimleri ve adresleri verilmiyor, ancak hepsi kayıtlarda mevcut.
MAĞDURLARI ANLATIRKEN, MAĞDUR OLAN BİR GAZETECİ
1 Mart 2016 günü evi basılarak gözaltına alınan Nur Ener, üç gün sonra tutuklandı. Kitabında anlattığı bebeklerle ve kadınlarla aynı zulmün ortak mağduru oldu. 1 yıl sonra ev hapsi şartıyla cezaevinden tahliye edildi. Çıktığı zaman düzenlenen programda yaşadıklarını anlatırken hem kendi hem de izleyenleri duygulandırdı. ‘Eğer sen mi bebekler mi çıksın diye sorulsaydı, herhalde onlar çıksın derdim’ ifadesini kullanan Nur Ener’in kitabına Yeni Asya Yayınları’ndan veya Kitap Yurdu gibi online satış platformlarından ulaşabilirsiniz.
“TEHLİKELİ, ZARARLI, YASAK!”
Hâlâ meselenin farkında olmayanlara düşünme ve tefekkür kapıları aralayan Üç Dal Papatya, zulüm dönemini tarihe mal eden bir çalışma. Kitaba ismini veren mağdur hikâyesi ise eserin ve dönemin özeti gibi:
‘Geçen açık görüş günü bir sıkıntı oldu. Salona girdiğimde ailemin morali ciddi bozuktu. Salondakilerin de moralleri bozuk. Hayırdır inşallah dedim içimden. Boş bir masaya geçtik ailemle. Çocuklarım, eşim, babam, annem, kardeşim geldiler. “Hayırdır” dedim, “Neden bozuk moraliniz?” Bir şey yok, dediler. Halbuki yüz ifadeleri öyle demiyordu.
Beş dakika sonra bir infaz koruma memuru elinde papatya ile geldi ve kucağımda oturan 3 yaşındaki kızıma verdi. “Güzel kız bak getirdim, ağlama tamam mı” dedi. Ailem de bu durum üzerine, moral bozucu olayı anlatmaya mecbur kaldı.
Cezaevi girişinde küçük kızım, duvarların yanında biten kır papatyasından koparmış. “Babama götüreceğim bunları” demiş. Açık görüş olduğundan normal üst aramanın dışında, çok daha detaylı bir arama yapılıyor. İç çamaşırına kadar ziyaretçiler aranıyor. Aramalar bittikten sonra ailem artık salon girişine yönelmişken hadise yaşanıyor. Bayan infaz koruma memuru küçük kızımın elindeki papatya ile girmesine izin vermiyor. “Tehlikeli, zararlı, yasak” diyor. Eşim, babam itiraz ediyor. “Babasına götürecek, ne zararı olabilir” diyorlar. Bayan memur diretiyor, tartışma çıkıyor, sonra papatyaları kızımın elinden zorla alıp çöpe atıyor.
Kızım öyle feryat edip ağlamış ki hem oradaki ziyaretçi aileler hem de vicdan sahibi memurlar, askerler üzülmüş. Bazı infaz koruma memurları bayan memura sitem etmişler, “ne olacak sanki” demişler. Hatta ziyaretçi bir kadın, o memurun yanına gidip “Utanın” demiş, “Allah bunun vebalini sana sorar.” Üç dal değersiz, zararsız, yürürken üstüne bastığımız papatya. Meğer sen ne kadar tehlikeliymişsin! Fakat küçük kızım için o kadar değerli ki anlatamam. Babasına hediye edecek, onu ne kadar sevdiğini o çiçeklerle anlatacak.
Bir infaz koruma memuru belli ki durumu içine sindirememiş, cezaevi dışına çıkıp aynı papatyalardan bulmuş, koparmış. İçeri görüş salonuna kadar bize getirdi. Belki de riske girdi, bilmiyorum. Ama vicdanının sesini dinlemiş, insani değerleri düşünmüş ve günahsız kızımı sevindirmişti. Allah razı olsun. Şartlar zor olsa da Rabbimize sarılmaya, hem dem olmaya, ümit içinde beklemeye devam inşallah.