Erkan Çıplak / samanyoluhaber.com
Zalimler ve Kahramanlar
Yüzyıllar boyu insanoğlu karakterine göre hep bir taraf seçme durumunda kalmıştır. Bu yüzden tarih, Firavun’u ve Ebu Cehil-i zalim, Musa’nın yanında duranları ve Habeş kralı Necaşi’yi kahraman olarak hatırlatır. Bağımsız bir Hindistan için Gandhi’nin yanında duranları kahraman, iyi bir gelecek için sömürgecilerin yanında duran Ali Cinnah’ı hain olarak bilir. Milyonlarca insanın katili Hitler diktatör olarak kayıtlara geçerken, 669 yahudi çocuğu İngiltere'ye kaçırmak için bütün parasını harcayan İngiliz Nicholas Wilton’un kahramanlığını da unutmaz…
Bosna savaşında komşusunu boğazlayan Sırp’ların zalimliğine yakın tarihimiz lanet okurken, ‘yaptığınız zulümdür!’deyip Boşnakların arasında savaşan ve şu anda kabri müslüman mezarlığında bulunan Sırp Miljan Markoviç’in kahramanlığına alkış tutar. Türk halkı, daha 25 yaşında idama giden Deniz Gezmiş’i ve yıllarca hapis yatan Muhsin Yazıcıoğlu’nu kahraman, Kenan Evren’i zalim olarak hatırladığı gibi, bugünün zalimlerini ve kahramanlarını da aynı şekilde hatırlayacaktır…
Bu kahramanlardan ikisiyle, politikacılarımızın ezeli düşman olarak bahsettiği Yunanistan’da, Ramazan Bayramı münasebetiyle ziyarete gittiğim Selanik’te tanıştım. Anne-babaları ve kardeşleri tarafından sırt dönülen masum ve mağdurlara, ‘Yunan gâvuru’ dediğimiz düşmanlarımız (!) anne babalık ve kardeşlik ediyordu. Kendi devletinin terörist ilan edip yaşam hakkı tanımadığı insanların kalbindeki masumiyetlerini yüzlerinden anlamışlardı çünkü... Kimse onları bu mağdur muhacirlerle tanıştırmamış veya kimse yardım yapmaları için yönlendirmemişti, sadece bir süre onları izleyip kalplerinin sesini dinlemiş ve tanışmışlardı bu asrın çilekeşleri ile.. Sonra ise ömürlük dostluklar, kalpten kalbe köprüler kurulmuştu…
Nicos amcanın annesi de Türkiye'den mübadele ile gönderilenlerden.
Bu kahramanlardan biri 74 yaşındaki Nicos… İlerleyen yaşına rağmen zamanının çoğunu onlarla geçiriyor. Hastane ihtiyaçları, resmi evrak işleri, çocukların okul ve dil problemleri ile ilgileniyor daha çok.. Sahibi olduğu kursta ücretsiz olarak İngilizce öğretiyor Türk çocuklarına. Kiminin babası, kiminin amcası, kiminin dayısı olmuş. Çocuklar onu görünce bacaklarına sarılıyor bu yüzden… Nicos, bütün bunları öncelikle empati duygusundan dolayı yapıyor. Annesi ilk ‘Rum Tehciri’nde gelen ailelerden birinin kızıymış. Daha üç yaşında olmasına rağmen o günü hiç unutmamış ve oğlu Nicos’a son nefesine kadar sürekli anlatmış. Hatta kendini halâ Türk hissettiğinden, anavatanını hiç bilmeyen oğluna bir gün geri dönülür umuduyla Türkçe öğretmiş. Bu duygu ve hasretle büyüyen Nicos, annesinin vatansızlığını iliklerine kadar taşıyan bu insanlara gönlünü sonuna kadar açmış. Onun diğer bir motivasyonu da tıpkı annesi gibi vatanlarından kovulan Türklere yardım etmenin annesinin ruhunu mutlu edecek olması… Konuşurken samimiyetinin gözlerinden okunduğu, iyi dilekler dilerken akan göz yaşları ve dua ederken elini kalbine götürmesine kadar fıtri davranışlar sergileyen Türklerin altın kalpli Nicos abisi sen çok yaşa…
Bir diğer kahraman ise 63 yaşındaki Vaso hanım. Aileleri, akrabaları, mesai arkadaşları ve komşularının sahip çıkmadığı insanlara adamış kendini. Çoğu insan ona ‘Vaso Abla!’ diyor. Evlerini, yurtlarını ve hayata dair bütün güzel anılarını biriktirdiği toplumunu bir gecede terk edip Meriç nehrinin serin sularında ölümü göze alarak geçen insanlara kalbinde yer açmış mazlumların ablası Vaso!.. Onların annesi ve ablası olmuş.. Komşularının ihbar ettiği insanlara komşuluk ediyor. O insanların samimiyetine, masumiyetine ve mağduriyetine inanmış; yüzlerindeki aydınlığı, kalplerindeki saflığı ve gönüllerindeki hicranı da görmüş… Ve Nicos abi gibi Türkiye’de kimsenin yapmadığını yapmış, empati. ..
1964 tarihinde “Yanınızda en fazla 20 kilo yükle 12 saat içinde yurdu terk edin!” talimatı verilen 13 bin İstanbul’lu Rumdan biri Vaso Abla ve o zaman sadece 8 yaşındaymış. Onun hatıraları ve vatan hasreti daha taze bu yüzden. Bütün geçmişini bir sırt çantasına sığdıran 12-14 saatlik tehlikeli bir yolculukla Yunanistan’a ulaşan insanlar ile empati kurmak onun için hiç de zor olmamış. Güzel Türkçesi'yle sürekli onlarla konuşmakta ve her türlü dertlerine koşturmakta. Ve onlardan bahsederken gözleri doluyor. ‘Bu insanlar benim çocukluğumdan hatıralar taşıyor. Yüzlerindeki masumiyet, gözlerindeki umut 1964’deki anne-babalar gibi… Çocuklar tıpkı benim gibi ne olup bittiğinden haberi yok… Onlara yardım etmek ruhuma iyi geliyor… Farklı ırk ve dinlere mensup olsak da yardımcı olmak insanlığımızın gereği ve bu bizi daha iyi insan yapar’diyor. Ve yaptığı insanlıklarla yüzlerce insanın duasını almaya devam ediyor.Tanışırken “Size sarılabilir miyim?” dedim. 'Neden!’dedi. Ben de “Buradaki insanlara yardım ettiğiniz için!” dedim. Gözleri dolarak sarıldık ve dedi ki “Keşke imkânım olsa da daha fazlasını yapabilsem!…” Allah onların sayısını artırsın… Görünen o ki, dünya var oldukça zalimin ve mazlumun coğrafyası değişiyor sadece… İnsanların tavırları değişmiyor, kimi zalimin yanında olmayı, kimi mazlumun yanında olmayı seçiyor. Ve yaptığı bu seçimle nasıl anılacağını da tayin etmiş oluyor.
Selanik'ten bir kare
Bu yüzden, hiç tanımadığı insanlara yaptığı iyilikleri az bulacak kadar yüce gönüllü, kendi toplumunun sahip çıkmadığı insanlara kol kanat olacak kadar merhametli Nikos abi ve Vaso abla mazlumun yanında olan kahramanlar olarak anılıyor ve tarih boyunca da kahramanlar listesinde yerlerini alacaklardır. Tıpkı Ebu Cehil’den kaçan müminlere “Burada, güven içinde yaşayabilirsiniz!”’ diyen Habeş kralı Necaşi gibi… Fakat işinden, evinden ve vatanından olan binlerce kişiye, iddianamesi bile yazılamadığı halde aylardır hapiste tutulan onbinlerce masuma, tutuklu 17 bin ev hanımına, hapiste büyüyen 864 bebeğe, hücrede doğum yapan anneye, kelepçeli olarak doğumhaneye alınan hanımlara, anne baba yolu bekleyen binlerce gözü yaşlı çocuğa rağmen vicdanının sesini duymayan ve onlara sırtını dönen anne babalar, kardeşler, komşular ve akrabalar ise zalimin yanında yer aldığı için korkak ve onursuz olarak anılacaktır. Çünkü bu günler elbet bitecektir. Ve bir gün mazlum, çektiği çilenin “elemi gitti lezzeti kaldı” şükründe iken, her şey için çok geç olduğunu idrak eden talihsizler, kucaklarında kocaman bir vicdan azabıyla kalacak, belki de onlara el uzatan yine sırt döndükleri insanlar olacaktır.