Safvet Senih - Samanyoluhaber.com
Her şeyin iyi tarafını görmek konusunda, başından geçenleri Lucile Blake şöyle anlatıyor:
“Hayatım bir curcuna içinde geçiyordu. Arizona Üniversitesi’nde org dersleri alıyor, şehirde bir hitabet kliniği idare ediyor. Desert Willov Rahch’de müzik dersleri veriyordum. Oturduğum yerde orasıydı. Geceleri, yıldızlar altında, partilere, danslara gider, at gezintileri yapardım. Bir sabah sendeleyip, çöküverdim. Kalbim hastalanmıştı! Doktorlar, tam bir istirahat içinde bir yıl yatmam gerektiğini söylediler. Eski gücümü tekrar kazanacağıma dair ümit verici hiçbir açıklamada bulunmadılar.
“Bir yıl yatakta hasta yatmak, belki de ölmek! Büyük bir korkuya kapıldım. Bütün bunlar neden beni bulmuştu? Bunlara müstahak olmak için ne yapmıştım? Ağladım, sızlandım. Acılı ve isyankâr oldum. Mr. Mudolf adında bir komşum, bana dedi ki: Yatakta geçireceğin bu bir senenin bir facia olduğunu düşünüyorsun. Fakat, hiç de böyle değil. Düşünmek ve kendini daha iyi tanımak fırsatını bulacaksın. Önümüzdeki birkaç ay içinde sağlayacağın ruhî gelişmeyi, şu ana kadar yaşadığım sürede kazanamadığını göreceksin. Bu sözler beni sakinleştirdi. Yeni değer hükümlerine varmaya çalıştım. İlham verici kitaplar okudum. Bir gün, radyo spikerinin şöyle konuştuğunu işittim. Ancak kendi şuurunuzdakileri ifade edebilirsiniz. Bu çeşit sözleri daha evvel bir çok kereler duymuştum. Fakat şimdi bu, kalbimin tâ derinliklerine girdi, kök saldı. Sadece içinde yaşamak istediğim şartları düşünmeye karar verdim. Neşe, mutluluk ve sıhhat düşüncelerini… Her sabah uyandığım zaman, kendimi, müteşekkir olmam gereken şeyleri düşünmeye zorladım. Acım yok. Sevimli, küçük bir kızım var. Görüyorum, işitiyorum. Radyoda tatlı bir müzik çalıyor. Okumak için zamanım var. İyi yemek yiyorum. İyi dostlarım var. Öyle neşeliydim ve o kadar çok ziyaretçilerim vardı ki, doktor, muayyen saatlerde ve teker teker ziyaretçilerimi kabul etmemi şart koşmak zorunda kaldı.
“O zamandan beri dokuz sene geçti. Şimdi dolu ve hareketli bir hayat yaşıyorum. Yatakta geçirdiğim o bir seneye minnettarım. Arizona’da geçirmiş olduğum en değerli ve en mutlu senemdi. O zamanlar edinmiş olduğum, her sabah Allah’ın vermiş olduğu nimetleri saymak âdetini, hâlâ muhafaza etmekteyim. Bu, sahip olduğum en kıymetli servettir. Ölüm korkusu gelmeden evvel yaşamayı öğrenemediğimi düşünerek utanıyorum.
“Mutfakta bulaşıkları yıkarken bile nasıl heyecan duyulduğunu bilmek ister miydiniz? Eğer istiyorsanız, inanılmayacak gayret hakkında Borghild Dahl tarafından yazılan kitabı okuyunuz. Kitabın adı, ‘GÖRMEK İSTİYORUM’ dur. Bu kitabı yazan, yarım yüzyıl âdeta kör gibi yaşamış olan bir kadındır. ‘Sadece bir gözüm vardı.’ diye yazıyor ‘fakat öyle kalın yara izleriyle örtülmüştü ki, ancak kalan ufak bir açıklıktan görmeye çalışıyordum. Bir kitabı yüzüme iyice yaklaştırmak ve o açıklığa doğru eğmek suretiyle görebiliyordum. Fakat kimseyi kendine acındırmak istemiyordu. Çocukken, arkadaşları ile seksek oynamak istiyor, fakat işaretleri göremiyordu. Onun için, çocuklar gittikten sonra yere yatıyor. Gözünü işaretleri iyice yaklaştırarak sürünüyordu. Arkadaşları ile oynadığı bütün alanı ezberledi ve kısa sürede, koşmaca oyununda usta oldu. Okumasını evde yapardı. Büyük harfle yazılmış kitabı yüzüne öyle yaklaştırırdı ki, kirpikleri sayfalara sürtünürdü. İki kolejden derece aldı. Minnesota Üniversitesinden ve Columbia Üniversitesi’nden.
“Twin Valley isimli küçük bir köyde öğretmenliğe başladı. Güney Dakota’da Augustina Koleji’nde gazetecilik ve edebiyat profesörlüğüne kadar yükseldi. Orada on üç sene öğretmenlik yaptı. Kadınlar kulübünde konferanslar verdi, kitaplar ve yazarlar hakkında radyo konuşmaları yaptı. ‘Kafamın bir köşesinde’ diyor, tamamen kör olma korkusu daima gizli idi. Bu korkuyu yenebilmek için hayata karşı şen ve neşeli bir tavır takındım.
“Sonra, 1943 senesinde, elli iki yaşına geldiği zaman, bir harika meydana geldi: Ünlü Mayo Kliniğinde bir ameliyat geçirdi. Şimdi, evvelce olduğundan kırk kere daha iyi görebilmektedir. Önünde yeni ve heyecanlı bir güzellik âlemi açılmıştı. Artık, mutfakta bulaşıkları yıkarken bile büyük bir heyecan duyuyordu. Diyor ki: ‘Bulaşık taşının içindeki beyaz ve yumuşak köpüklerle oynamaya başladım. Ellerimi içine daldırıyor, ufacık sabun köpüklerinden meydana gelen topu avucuma alıyordum. Herbirini ışığa tutuyor, içlerinde ufacık bir gökkuşağının renklerini görüyordum. Mutfak musluğunun üzerindeki pencereden bakarken, ‘lâpa lapa yağan karların arasında uçan serçelerin kurşûnî kanatlarını çırptıklarını’ gördü.
“Sabun köpüklerine ve serçelere bakmaktan öyle bir sevinç duyuyordu ki, kitabına şu sözleri nihayet verdi. Ulu Rabbim! Sana şükrediyorum!... Sana şükrediyorum!
“Tabakları yıkayabildiğiniz, köpüklerin içinde gök kuşaklarını ve karlar arasında uçuşan serçeleri görebildiğiniz için Allah’a şükretmeyi tasavvur ediniz!..
“Siz ve ben, kendimizden utanmalıyız. Bütün yıllarımızı masal ülkesi gibi bir güzellik içinde yaşadık da, bunu göremeyecek kadar kör, zevk alamayacak kadar duygusuz kaldık.
“Üzüntüyü bırakıp, yaşamaya başlamak istiyorsanız, bunun bir kâidesi de şudur: Sahip olduğunuz nimetleri, sayın, dertlerinizi değil!”
Cenab-ı Hakkın sonsuz nimetlerine şükredelim ve hamdedelim ve asla nankörlük yapmayalım. İmtihan gereği başa gelenler için yine O’ndan sabır isteyelim ve sabredelim. Ama nıkmetin bir nimet sunduğunu asla unutmayalım ve bizlere sunulan fırsatları değerlendirmeyi de çok iyi bilelim. Tenkitler, suçlamalar sadece musibeti katmerleşdirir. Cenab-ı Hak bize sadece yaptıklarımızın hesabını sorar. Yapmadıklarımızın değil… Mükafatları da öyledir; sadece salih amellere ecir ve sevap verilir. Gerisi boştur; boş şeylerle uğraşmayalım vesselam…