KADİR GÜRCAN
Saray ve iç avluda iş gören medya ve ekran yüzleri “Biz bize yeteriz!” romantizmi yaşıyor görünseler de, yaptıkları her icraatta göz ucuyla “Acaba dünya ne diyor?” endişelerini aşamıyorlar. Saray'ın lise seviyesinde kalmaya mahkum aforizmaları ile dünyaya çeki düzen verecek lider görünümleri sadece iç piyasaya yönelik kelepir sevdası.
Beni asıl şaşırtan Saray'ın Putin hayranlığı ile iktidar partisi içinde kendine yer bulan köhne marksistlerin gayretkeşliği. Nesli tükenmeye yüz tutmuş bu fersude tipler için özel bir “Tür koruma kanunu!” çıkarılsa yeridir. Onları ne kadar düşündüğümüzü görün! Kimsenin aklına böyle bir fikir gelmemiştir. Mevcut iktidarın düştüğü halleri anlatmak için görsel materyale her zaman ihtiyaç duyulacak merak etmeyin.
Son yılların Rusya tutkusundan en fazla lezzet alan bu döküntü tipler. Türkiye'yi Rusya'nın bir vilayeti olarak görme hülyalarının bir yönüyle gerçekleşimiş olmasından memnunlar. Bununla birlikte, haber ve bilgi kaynakları eskiden olduğu gibi bu gün de resmi gazete ve devletin propaganda televizyonu ile sınırlı olduğu için bütün dünyayı kendilerinden ibaret saymaktan kurtulamamışlar. Sabah-akşam parti ve lider propagandasının psikolojik takıntılar oluşturacağı malum. Marksizm'den Saray soytarılığına oradan da şizofrenik eğilimlere doğru ağır bir transformasyon sözkonusu.
Puşkin ve Chehov'un kısa hikayelerini okuyup yakın gelecekte halkların kardeşliği ütopyaları kuran bu şizofrenik tipler “Dünya neden Türkiye ile uğraşıyor!” diye yakınıyorlar. Dünyanın Türkiye ile uğraştığı falan yokta, hükümet ve Saray lokal ya da global endekste önemli işler yapıyor görünmeye can atıyor. “Despot ve zorbayım ama yakışıklıyım!” pozlarıyla ciddiye alınmak için tüketilen enerjinin haddi hesabı yok. Rehberi Putin olanın kıymet-i harbiyesi bu kadar olur. Rus liderin en büyük takıntısı “ABD neden beni ciddiye almıyor!” saplantısında düğümlü. Adam yerine konulmak için de yüzelli milyon Rus halkı savaş mağduriyetlerine katlanmak zorunda. Zorba idarelerin saplantıları kendi ülke insanları için çok ama çok pahalıya mal oluyor. Bizim Saray da “Biden beni aramadı!” diye epey küsmüştü, hatırlarsanız.
İktidar sempatizanları, yazarları, medya yüzleri ve Marksist döküntülerin iddia ettiği gibi Türkiye dünya gündeminde değil. Jeopolitik nabzın attığı Ortadoğu'da Saray'ın daha fazla görünür olmak gayretlerine rağmen ısrarla oyun dışında tutulmaya çalışılması dikkat çekici. MİT kökenli Dışişleri Bakanı geçtiğimiz hafta Hamas liderleri ile görüştükten hemen sonra, örgüt, Türkiye'nin garantörlük talebini yineledi. Talebin Türkiye'den mi yoksa gerçekten örgüt liderlerinden mi geldiği konusu açık değil. Hadisenin başlangıcından itibaren Saray'ın böyle bir role can attığını düşününce, talebin kimden geldiği konusundaki şüphelerimizde yerden göğe haklıyız.
Türkiye'nin en son Filistin krizinde ortaya koyduğu kötü performans Hamas dışında hiçbir yerde karşılık bulmadı. Garantörlük ya da arabuluculuk için her iki tarafa da eşit mesafede olup nötr kalmış olmak gerekmiyor mu? Hem Hamas'ın hamisi, savunucusu ve terör destekçisi olacaksınız sonra da uluslararası bir uzlaşmada hakemliğe soyunacaksınız, olur mu? Onlar da olmayacağını biliyorlar da, iç siyasette bu tür malların raf ömrüne kimse dikkat etmiyor.
Ekonomik kırılganlığın zirve yaptığı son yıllarda, ülkelerdeki menfi ekonomik hareketlilik finans piyasalarının duymak istemediği gelişmelerden. Mayıs seçimlerinden sonra iktidarın amiral gemisinin kaptan köşküne yerleştirdiği MB Başkanı'nın önceden kurgulanmış istifası, uluslararası finans kuruluşlarının pek dikkatini çekmedi. Altı ayda bir başkanı değiştirmeyi adet haline getiren Saray'ın ekonomik icraatları, finans dünyasının üçüncü dünya ülkelerinde görmeye alıştıkları rutinlerden olsa gerek. Bu yüzden pek ciddiye alınmadı.
İktidar meczupları ve Marksist döküntülerin iddia ettiği ya da öyle göstermeye çalıştıkları gibi ne bölgesel krizin çözümü ne de diken üzerinde duran dünya piyasalarının nabzı Türkiye'de atmıyor. İşin garip tarafı, iktidarın yeni MB Başkanı da eğitimini ABD'de almış ve hususi olarak transfer edilmiş biri. Seçmen tabanından ABD karşıtlığı ile oy isteyen ve sırtını Putin'e yaslayan iktidarın, bıkmadan usanmadan ekonominin anahtarını Amerikan piyasalarında yetişmiş birilerine vermekteki ısrarının nasıl izah ediyorlar anlamış değilim.
İsveç'in NATO üyeliğine en az Putin kadar içerleyen karta kaçmış Marksistler ABD'den gelen yeni MB Başkanı'na kim bilir ne kadar kızmışlardır. Haksızlar mı? Kapitalist işbirlikçiler (!), hayalini kurdukları gri-soğuk savaş yılları hülyalarına katran döküyorlar. Tam da, Rusya-Türkiye arasında ortak pazar anlaşmasının yapıldığı günlerde, olacak iş mi bu?
Aslında acele etmeye gerek yok. Saray'ın yine, eli mahkum, ABD'den transfer ettiği MB Başkanı'nın kullanım süresi en fazla altı ay, bilemediniz bir yıl. Bundan MB başkanı için Putin'den yardım isteyip bir de oradan transfer deneseler fena mı olur? Böylece hem seçmen tabanı hem de köhne Marksistlerin gönüllerine su serpilmiş olur.