Bir köpek yüzünden cennet, bir kedi yüzünden cehennem...
ABDULLAH AYMAZ
1966’da İzmir’e gelen M. Fethullah Gülen Hocaefendi tarihî Kestanepazarı Camii'nde vaaz etmenin yanında Yatılı Kur’an Kursunda hem müdürlük hem hocalık hem de her akşam gece nöbetçiliği yapıyordu.
Ayrıca Cumartesi-pazar günleri de büyük salonda bütün öğrencilere Tehzib-i Ahlâk sohbetleriyle ahlâkî dersler vererek, insanlığa gelecekte hizmet verecek gençleri yetiştirmeye çalışıyordu.
Bu tehzib-i ahlâkın temelleri olan prensipler aslında “Güzel ahlâkları tamamlamak, kemâle erdirmek üzere gönderildim.” buyuran Hz. Muhammed Aleyhisselamın Hadis-i Şerifleriydi:
“Tebessüm yani gülümseme sadakadır.” Eğer insanlara gülümser yani, güller gibi açılırsanız, bir fakire, bir muhtaca sadaka vermiş, yardım etmiş gibi sevap kazanırsanız, demektir.
“Yollardaki ezâ ve cefayı, sıkıntı meydana getirenleri gidermek, sadakadır.”
“Kabından, başkasına su aktarmak sadakadır.”
“Günahkâr bir kadın, susayınca bir kuyuya girdi ve su içip çıktı. Baktı bir köpek susuzluktan toprağı yalıyor. Tekrar kuyuya indi ve ayakkabının içine su doldurarak kuyudan çıktı ve o suyu köpeğe içirdi. Allahü Tealâ da o günahkar kadını bağışladı.”
“Başka bir kadın evindeki kediyi aç bıraktı. Bir şeyler bulup yiyip içmesine de izin vermeyerek evden dışarıya da çıkartmadı. Kedi acından öldü. Bu yüzden bu kadın Cehenneme gitti.”
Elbette ki, bu hadis-i şerifleri meâlen arz ediyorum. Bunların hepsi sahih kaynaklarımızda mevcut.
Bazan üç saat süren bu sohbetlerinde Hocaefendi, kul hakkı üzerinde de çok dururdu. Zerre kadar, hardal tanesi kadar yapılan bir haksızlığın bile hesabının sorulacağını anlatırdı. Onun için bazı arkadaşlar, başkalarının ayakkabılarına bile basmamaya çok dikkat ederlerdi.
Arkadaşlarımızdan merhum Mesut Erişen, Alaşehir’den bir kasabadaki arkadaşını ziyarete gitmişti. Dönüşte minibüs şoförüne vereceği ücretin biraz eksik olduğunu görünce, nüfus cüzdanını bırakmak istiyor.
Adam bu öğrenciye “Lüzum yok, eline geçince getirip verirsin.” diyor. Hemen o gün veya ertesi gün ücretin üstünü vermeye gelince şoför, “Evladım sen kimsin, nerede okuyorsun?” diye soruyor. O da İzmir İmam-Hatip öğrencisiyim.” diyor…
Hocaefendi bizlere salih dairenin işlemesiyle hayırdan hayır doğacağını anlatırdı ve hep iyiye, güzele teşvik ederdi.
Zaten hadis-i şeriflerde de insan ölünce defterinin artık kapanacağı ancak, okul, köprü, hastane, cami gibi insanların istifadesi için yaptırdığı hayırlardan insanlar faydalandıkça amel defterine sevaplar yazılacağını, aynı şekilde insanların istifadesi için bulunan bir ilim sebebiyle ve anne-babasının arkasından hayırlı hizmetler ve işler yapan bir evlat bırakanların da bu sebeple defterinin kapanmayacağı ifade buyurulmaktadır.
Üstad Bediüzzaman Hazretleri de: “Sen bağında nafakan için işliyorsun. Eğer farz namazı terk etsen, bütün çalışmanın meyvesi, yalnız dünyevî, ehemmiyetsiz ve bereketsiz bir nafakaya münhasır kalır. Eğer sen istirahat ve teneffüs vaktini, RUHUN RAHATINA, KALBİN TENEFFÜSÜNE vesile olan NAMAZA sarf etsen; o vakit bereketli dünyevi nafaka ile beraber, senin UHREVÎ NAFAKANA ve AHİRET AZIĞINA ehemmiyetli bir menba olan, MANEVÎ İKİ MADEN bulursun.
“Birinci Maden: Bütün bağındaki yetiştirdiğin –çiçekli olsun, meyveli olsun – her nebâtın, her ağacın TESBİH TINDAN, güzel bir niyet ile bir hisse alıyorsun.
“İkinci Maden: Hem bu bağdan çıkan mahsulattan kim yese, –hayvan olsun, insan olsun, inek olsun, sinek olsun, müşteri olsun, hırsız olsun sana bir sadaka hükmüne geçer. Fakat şu şart ile ki: Sen Rezzak-ı Hakiki (olan Cenab-ı Hak) nâmına ve izni dairesinde tasarruf etsen ve O’nun malını, O’nun mahlukatına veren bir tevziat memuru nazarı ile kendine baksan.” diyor. (Yirmi Birinci Söz)
Bu gerçeklere bizlerin ve bilhassa gençlerimizin çok ihtiyacı var…