Bir gün gelecek 'Hey gidi günler' diyeceksin yelpazeci çocuk!
1991 yılıydı.
Fethullah Gülen Hocaefendi, yıllar sonra "Hey gidi günler" olarak anılacak Hisar Camii vaazlarından yedincisi için kürsüye çıkmıştı.
Ama Hisar 7 vaazı diğerlerinden oldukça farklıydı.
Belki de Hizmet erlerini bugünlere hazırlıyordu.
Cemaat'e tesir edemediği düşüncesiyle öyle müteesir olmuştu ki neredeyse kürsüde bayılacaktı.
İfk Hadisesi'ni anlattı.
14 asır evvel Hz. Aişe validemize atılan iftirayı...
Ve efendimizin "Ya Ayşe böyle bir şey varsa ya Ayşe böyle bir şey yoksa..." sözlerini.
Asırlar geçse de imtihanlar değişmiyordu.
Niye o gün öylesine kızmıştı hala bilmiyorum.
Ama içinde tufanlar koptuğu kesindi.
O, sarsıldıkça Cemaat de sarsılıyor, hıçkırıklar Hisar Camii'nin kubbesinde yankılanıyordu.
"Gideyim" dedi.
Cemaat etrafını sardı.
Şekeri yükseldi.
Yüzlerce insanın doldurduğu cami iyice havasız kalmıştı.
Çevredekiler ellerindeki Zaman gazeteleriyle yelpaze yapmaya başladı.
Kınalı kuzu misali saçının önünde bir tutam beyaz olan "yelpazeci çocuk" da bir yandan hıçkıra hıçkıra ağlıyor bir yandan da elindeki gazeteyi sallıyordu.
Gitmedi, Hocaefendi o gün.
"Hey gidi günler" deyip anlatmaya başladı.
Kurşun gibi ağırdı sözleri.
Yunus'un Bu yol uzaktır, menzili çoktur, geçidi yoktur, derin sular var" dediği gibi Cemaat'i başlarına geleceklere karşı uyarıyordu:
"Çok kimseler, tatlı günleri ilerde arayacak, fakat siz yer yer dönüp gerilere bakacaksınız.
Emeğinizle kurduğunuz yurtlarınızın çehrelerine bakacaksınız, okullarınızın çehrelerine bakacaksınız ve camileri lebâleb dolduran genç delikanlıların çehrelerini tahayyül edeceksiniz ve bir gün Sahabenin dediği gibi; "Hey gidi günler" diyeceksiniz!
"Meğer tatlı günler o günlermiş" diyeceksiniz.
Belki ben de öyle diyeceğim.
Ama belki yerin altında, belki de yerin üstünde. Ben de öyle diyeceğim.
Hey gidi günler!
Tam yaşanacak günlermiş, hiç durmadan gecelerinde koşulacak günler.
Hiç durmadan soluk soluğa küheylanlar gibi gündüzlerinde koşulacak günler.
Utana utana, hicab ede ede, terleye terleye "ne olur Allah aşkına, coşun" denen günler!
Ben de diyeceğim, siz de diyeceksiniz.
Peygamber efendimiz ve sahabenin hayatından örnekler veriyordu:
Belki bu hicranlı ve hasretli günler, bir gün gelecek "özlenen günler" olacak.
Nesibe, yetiştiği gül devrini anarken şen, şâd ve hurrem değildi.
O Uhud'u düşününce seviniyor ve gülüyordu.
Sırtında yumruğun saklanacağı kadar büyük bir yarayı gösterdikleri zaman mesud ve bahtiyar oluyordu.
Gül devrini yaşarken değil.
Abdullah İbni Hüzâfetü's-Sehmî başının kaynayan sulara sokulduğu günleri hatırlıyor "Hey gidi günler!" diyordu.
Huzeyfe babasının evinden kovulduğu günü düşünüyor, "Hey gidi günler!" diyordu.
Ammar yeldire yeldire geziyordu.
Sırtında ateşlerin söndürüldüğünü düşünüyor "hey gidi günler" diyordu.
Zübeyr bin Avvam hasırlara sarılıp yakıldığı günleri hatırlıyor, "Hey gidi günler" diyordu.
Onlar "hey gidi günler"di.
Sonra dönüp nefsinin ve Cemaat'in yakasından tutup silkelemeye başladı:
Çünkü o günlerde müminler, tırmanma şeridinde tırmanıyorlardı. Hiç bir şeye gönül kaptırmadan, başka hiç bir sevgiye dilbeste olmadan, turnikeye önce girmiş olmanın hakkını araştırmadan, hizmet karşısında hakk-ı temettu aramadan, sadece
"hizmet diyor" ve yürüyorlardı.
"Hey gidi günler!" diyorlardı o çile günlerine, o ızdırap günlerine.
Çünkü o günlerde "içlerinde Allah'ın hoşnutluğundan başka mülahaza" yoktu, çünkü o günlerde büyüklük yoktu, çünkü o günlerde herkes küçüktü, çünkü o günlerde herkes neferdi, çünkü o günlerde ağabeylik yoktu, çünkü o günlerde turnikeye evvel girmiş olmanın hesabını yapma yoktu.
Çünkü o günlerde "Kün inde'n-nâs ferden mine'n-nâs." (insanlar arasında insanlardan bir insan ol) vardı.
"Ah! nankör nefsim!" sen de "hey gidi günler" diyeceksin.
Kafanda hiç o türlü duygular ve düşünceler yoktu, dinleseler de dinlemeseler de alınmıyordun.
Sekiz saat derse girdikten sonra, iki yerde de akşam derse iştirak ediyordun.
Bir cumartesi-pazar, burası Simav senin, orası Gediz benim, şurası da Demirci senin.
Ve Pazartesi derslere yetişme de yine senin.
Alınmıyordun, gönül koymuyordun, "dinleyen yok" diye üzülmüyordun, "tesir etmiyorum" diye müteessir olmuyordun.
Ah tahta kulübeciğim!
"Hey gidi günler!" ne kadar arkada kaldınız, bizden ne kadar uzaklaştınız, biz ne kadar büyüdük.
Siz ne kadar küçük kaldınız, "ah eyyâmullah!", "Ah peygamber günleri!", "Ah hizmet günleri!",
"Ah başka mülahazaların içine girmediği günler!"
Biz büyüdükçe sizler arkada kaldınız.
Benim Kestanepazarı'ndaki tahta kulübeciğimin içinde kaldınız!
Ah tahta kulübem, her şey senin içinde kaldı gitti.
Ah küçüklük, sen ne iyiydin, arkadaştık seninle ve yine "hey gidi günler..."
O vaazın üzerinden çeyrek asır geçti.
Hizmet erleri Huzeyfe gibi babasının evinden kovulur, sırtında ateşler söndürülür oldu.
O "yelpazeci çocuk" da büyüdü.
Haberi çıktı boy boy gazetelerde.
Saçının önündeki bir tutam beyazdan tanımışlar belli ki!.
Okuyup diş teknisyeni olmuş.
Çok uzağa gitmemiş İzmir Bornova Ağız ve Diş Sağlığı Merkezi'nde çalışmaya başlamış.
Ama bir ayağı da Afrika'daymış.
Tırmanma şeridinde hiç durmadan koşmuş yani.
İşlediği suçları yazmış Yeni Asır gazetesi.
Kimse Yok Mu Derneği ile birlikte kara kıtaya gitmiş sayısız kez yelpazeci çocuk.
Somali, Kamerun ve Kenya'da gönüllü olarak hizmet eden doktorların koordinatörlüğünü yapmış.
Cumhurbaşkanı danışmanı Mustafa Varank ve THY yetkilisi Mehmet Karakaş'ın "Müslümanları mı öldürecek Hristiyanları mı?" diyerek Nijerya'ya yapılan yasadışı silah sevkiyatından söz ettikleri günlerde mazlum ve fakir Afrika insanına umut olmuşlar.
Haberi elbette yelpazeci çocuğu tüm Türkiye tanısın diye yapmamışlar!
"Gülen'in bu kadar yakınında olan bir kişinin soruşturulması gerekir" diye biten haber sonrası "yelpazeci çocuk" gözaltına alındı.
Bir gün gelecek "Hey gidi günler" diyeceksin yelpazeci çocuk...
Belki bu hicranlı ve hasretli günler, ama bir gün gelecek "özlenen günler" olacak.
Kendisine sırtındaki yumruk saklanacak kadar büyük bir yara hediye eden Uhud'u düşündüğünde mutlu olan Nesibe gibi bu günleri hatırlayıp "Hey gidi günler" diyeceksin.
Biz de diyeceğiz, belki yerin altında belki yerin üstünde...
Ertuğrul Cihan