Cezaevi yönetiminin sırf zulüm olsun diye sürekli koğuşlarını değiştirip, hırsızların, hapçıların yanına koyduğu bir grup Hizmet gönüllüsünün başından geçenleri anlatan Karaca, ‘Cezaevi yönetimi bize zulmetmek için koğuşumuzu değiştirdi ama Allah rahmete çevirdi, hayır oldu.’ ifadesini kullandı. Küçük bazı düzeltmeler yaparak o paylaşımları yayınlıyoruz:
HIRSIZLAR KOĞUŞU
Hapiste bulunduğumuz günlerde cezaevi yönetimi sırf zulüm olsun diye yine koğuşları dağıtmıştı. Biz koğuş değişikliğine zaten alışmıştık, çünkü ayda bir zaten değişiyorduk. Ancak bu kez farklı olmuştu
Çünkü her değişiklikte yine bizim arkadaşların olduğu koğuşa gidiyorduk; yani terör (!) koğuşlarına.
Bu kez 6 kişilik bir ekiple bir koğuşa verildik. Apar topar mavi çöp torbalarına koyduğunuz elbise, kitap, seccade tesbih vs. eşyalarımızıaldık ve bir koğuşa vardık. Bizi karşıladılar,selam verdik, eşyaları girişe koyduk ve içeri girdik.
Bilenler bilir, koğuşa yeni biri geldiğinde herkes avluya toplanır tanışma merasimi olur. Biz de avluya çıktık ve tanışmayı bekliyoruz. Herkes kendini tanıtmaya ve kendini tanıtan neden cezaevine geldiğini söylemeye başladı. Bizim dışımızdaki 18 kişi kimi cinayet, kimi uyuşturucu, kimi hırsızlık, kimi yaralama gibi bir takım adi vakalar yüzünden gelen arkadaşlardı.
Sıra bize geldi ve bizim arkadaşlar suçunu söylemeye başladı. Bir beyin cerrahı arkadaş “ben hastanede çalıştığım için burdayım”,diğer arkadaş “derneğe üyeyim”, bir diğer iş adamı arkadaş “bankaya para yatırdım”, ikiarkadaş “hakkımda şikayet var” dediler. Sırabana geldi. Ben de “sinema televizyon mezunuyum”
Hepimiz şaşkınız, acaba (ters) bir şey olur mudiye. Uyuşturucu yüzünden gelen bir arkadaş “aranızda bir sözcü seçin onunla konuşacağızmeseleleri” dedi. En yaşlımız sözcü oldu. Oturuldu konuşuldu. Tuvalet düzeni, temizlik,çamaşır yıkama, su kullanma, mutfak düzeni,uyku saatleri, sessizlik saatleri, mutfak masrafları vs…
Bilenler bilir… Küçük yerde dert çoktur ve herşey kuralına göre oynanır. Neyse tabi ilk hafta herkes temkinli gitti.
Bir hafta boyunca namazları kendi başımızakıldık, biraz dikkat ettik vs derken, bir hafta sonra bu böyle gitmez deyip avluya battaniyeyi serdik öğle vakti abdest alıp öğle cemaatle namazını kıldık, sonrasında tesbihatyaptık. Tabi bu sırada herkes etrafımızı çevirdi; eline çay alan bizi izliyor.
Bir arkadaş Risale-i Nur’dan Şualar kitabını verdi, ben de besmele çektim ve 13. Şua’dasabır ve tahammülle ilgili bir bahsi okuyup anlatmaya başladım. 25 dakika bu konuyu müzakere ettikten sonra “fatiha” deyipseccadeleri topladık.
Birkaç gün içinde hemen düzeni kurduk; öğle namazı sonrası risale, ikindi namazı sonrası Kuran meali ve yatsı namazından sonra hadis okumaya başladık. Bu sırada gün içinde cüz dağıtıyor, Yasin, Fetih Mülk, Duhan sureleri gibi, okumalarımızı yapıyorduk.
Bir vakit sonra acayip şeyler oldu. Önce öğle namazlarına hırsızlık suçundan gelen arkadaş dahil oldu. Ancak daha garip olan, namaz kılmasa da bir çoğu öğle namazından sonraki risale sohbetlerine katılmaya başladılar.
Biz aramızda istişare ettik, İslam’da tedricilikesastır mülahazasıyla hiç kimseyi ne sohbete ne de namaza çağırmadık. Hatta ima dahi etmedik. Bir vakit sonra, özellikle üstadın hapiste yaşadıkları onun çektikleri ve imtihan meselelerini anlattıkça katılımcı sayısı arttı.
Aradan bir ay geçtikten sonra öğle sohbetleri artık çaylı olmaya başlamıştı. Çay gelince artık biz de rahatlamış daha rahat anlatmayabaşlamıştık. Bir gün “sayın hocalarım müsaadenizle artık Şualar’dan epey yol aldık artık sözlere geçelim” dedim.
Diyarbakırlı, 6 senedir uyuşturucudan yatan bir arkadaş aynen şöyle dedi: (Lakabımsarıydı) Sarı Hoca, bize ne soruyon sen anlatacaksın biz dinleyecez.
Ben “O devir kapandı. Artık sıra Ayetül Kübra risalesine geldi; herkes tek tek fikrini beyan edecek” dedim.
Ertesi gün çaylar ve bisküviler hazırlandı, bir çoğu abdestini aldı ve öğle namazını kıldı.Kimi sadece farzı kılıyor, kimi sadece tesbihata katılıyor, kimi de sadece dua ederken el açıyordu.
Ve besmeleyle beraber Ayetül Kübra’ya başladık. Ayetül Kübra okurken, tek tek herkesin fikrini almaya başladık. Bir arkadaş vardı televizyon hırsızlığından gelen. Ona dedim, Allah’ın varlığı nedir ve imtihan nedir sence?
O arkadaş aynen şunu dedi: Bak Sarı Hoca,imtihanı sordun demi? Siz buraya ilk geldiğiniz de nasıldınız, şimdi nasılsınız; biz nasıldık, şimdi nasılız… Hapiste olan adam,avluyu kendine zindan da eder, saray da eder.Allah’ın varlığına gelince, ben ona inanıyorum, dedi.
O gün orada olan herkes, sanki “bir şey sorulsada bir şey söylesem imtihan adına” der gibi hazırlanmış ve özlü söz ezberlemiş gibiydi. O günkü ders bittikten sonra bir abimiz, “hadi kalkın herkes birbirine sarılsın” dedi.
Ayağa kalktık. Bayram günü gibi herkesbirbirine sarıldı. Bir çoğumuz da ağladık. Ancak hala yolunda gitmeyen şeyler vardı hala tuvalet adabı, küfürlü konuşma gibi meselelerönümüzde duruyordu.
Yine her meselede olduğu gibi imada dahi bulunmadan göstererek yaşamaya devam ettik. Paçalarımızı sıvadık, öyle girdik tuvalete.Birbirimize çay ikram ettik, getirene “çok teşekkür ederim” dedik, yeri geldi bazı arkadaşların çamaşırını yıkadık, kurutup katlayıp dolabına koyduk. Ancak başa kalkamadan bunu ben yaptım demeden…
Ve sonuç… Hamdolsun bir çok dost kazandık. Bazı arkadaşlar namaza başladı, bazı arkadaşlar kuran öğrendi.
Yaklaşık iki buçuk ay geçtikten sonra yine kapı açıldı, gardiyan 6 kişinin koğuşu değişeceğini söyledi. Avluya çıktık. Bizi uğurlayan arkadaşlar o kadar çok ağladı ki görseniz ki siz kardeş misiniz, derdiniz.
Veda vakti geldi. Bir amca geldi yanıma. 11 yıldır hapiste. Bana baktı ve dedi ki: Sarı Hoca… Gidiyon şimdi. Sana bir şey söyleyecem. Ben en son namazı annem öldüğünde kılmıştım; şimdi vakit namazlarımı kaçırmıyom anladın mı…
Amcanın o sözüne sonradan çok ağladık.Cezaevi yönetimi bize zulmetmek için koğuşumuzu değiştirdi ama Allah rahmete çevirdi, hayır oldu
Allah hepinizden razı olsun. Selam dua ile..