Yoksa Efendimiz’in varlığıyla şereflenen en hayırlı zaman olan Asr-ı Saadet ve hayır kriterinde onu takip eden Taabiin, Tebe-i Taabiin dönemlerinin hemen arkasında yer bulan, o devrin sakinlerine “kardeşlerim” hitabına layık hale getirecek bir devlet kuşu mu?
Ahir zaman ümmetinin önüne, diğer nesilleri gıptaya sevk edecek çapta, çok büyük payeleri kazanma fırsatı sunan umumi bir sınav fırsatı çıktığı vaki bir hakikat. Sınav çok zor lakin, kazancının büyüklüğü yoldakileri öyle bir kamçılıyor ki, bir kısım yürüdüğü yolun hakikatine erememiş nasipsiz nadanlar dışında terk edip gitmeyi düşünmeyen şahıs sayısı bir dünya.
Kader bize tepemizden cefa ambalajlı ganimetler yağdırıyor desek yalan söylemiş olmayız sanırım. Hakikat aleminin yıldızları Sahabe Efendilerimizin hemen arka sırasında yer bulacaksa asrın çilekeşleri, hem de O’nların yaşadıkları sıkıntı ve sınavla kıyaslanamayacak kadar daha kolayıyla lütfediliyorsa kazançlar, minnet ve şükür Merhametlilerin en Merhametlisi Mevlamıza olsun deyip gerilmeliyiz şevkle.
Zira biz Onlar gibi yıllar boyu boykota maruz kalıp hacetimizin dokunduğu bir deri parçasını yıkayıp yemek zorunda kalmadık. Zira biz kızgın kumlara yatırılıp üzerine taşlar yığılan bir beden olmadık. Zira biz savaş meydanında uzuvları tek tek doğrandığı halde emaneti canıyla koruyan olma sınavına tabi tutulmadık. Zira biz üç oğlunu arka arkaya şehid veren şükür kahramanı bir anne olmadık. Zira biz çocukları, eşi, babasını savaş meydanında bırakmış, ama bunlara aldırmadan Rasulallah’ı arayan bir dertli gönül olmadık.
O’nlar sahabe olmanın hakkını çok güzel ifa ettiler. Allah bizleri bu kadar zoruyla sınamadan onların arkasında bir konum lutfetti. Belki gönlümüz coşkun onlar gibi yaşama azminde, ama bizi bizden iyi bilen Mevla zayıf ve cılız bedenlerimize, hassas ve kırılgan gönüllerimize taşıyabileceğimiz kadarını yükleyip çok büyük güzelliklere ulaştırdı.
Öyle ki; bir kaç yıl öncesinde hayalini kuramadığımız mesafeleri kat etti gönül dünyamız. Ne büyük devlet ki yıllardır O’ndan uzaklığın ciğerlerimizi yakıp kebap haline getirdiği Kainatın İftihar Tablosu (S.A.V.) aramızda dolaşıyor her gün. Mahsun başları okşuyor “yanınızdayım” taltifleriyle yanan yüreklerimizi suluyor.
Taklidi namazlar yerini seccadelerin gözyaşıyla sırılsıklam edildiği namazlara bıraktıysa şayet; dil ucuyla yapılan dualar, yerini kalpleri çatlatacak bir balansta yapılan ızdırarlara bıraktıysa şayet; geçmişte sadece tarifini yaptığımız ihsan, ihlas, uhuvvet, diğergamlık, adanmışlık gelip gönül dünyamızda başköşeye oturmuşsa şayet; yılardır hayalini kurduğumuz Nur-u Muhammedi’nin inkişaf emareleri ufukları sarmışsa şayet bu süreç bize çok şey kazandırdı diyebiliriz.
Bela ve musibetlerin son bahar yaprağı gibi günahları döktüğünü de düşünürsek çok karlıyız hakikaten sonucuna varırız bir çırpıda. Madem ölüm var, madem hesap var o zaman bu dünyanın kazancını bozdurup, ötelerin karına çevirdiysek bu ticaret hepimizin yüzünü güldürmeli.
Ebu Hazim’e sorulan soruyu bir kez de kendimize soralım “Neden insanlar ölümden kaçıyor, dünyayı talep ediyor?” Cevaba göre artık bizim kaçmamıza gerek yok. Ebu Hazim’in dediği “İnsan yatırım yaptığı yerden harap ettiği yere gitmek ister mi?” cevabının muhatabı nefsimiz daha rahat.
Birileri dünyamızı harap etti ama biz sabır ve şükürle ebedi kara çevirdik. Ebedi mekanımızı imar yoluna sevk etti bizi Merhametli Sahibimiz.
Bundan sonrasını dünyasını imar edebilmek için ahiretini harap edenler düşünsün. Elbette bizi sahipsiz sanarak her türlü zulmü irtikap eden zalime, yoluna baş koyduğumuz Mevlamız sahibimizin kim olduğunu gösterecektir. Sadece biraz daha sabır ve metanet…