İşte Dış Politika Uzmanı ve Eski Diplomat Ömer Muta'ın bu günkü köşe yazısı
Biden’dan Atina’ya fren: “Erdoğan’a savaş mazereti verme”
Yunanistan’ın, Erdoğan rejiminin Türkiye’yi Batı’yla ilişkilerinde türbülansa sokması ve Doğu Akdeniz’de iyice yalnızlaştırmasından azami istifade etme arzusu, bölgeye ilişkin geliştirdiği “Mavi Vatan” benzeri maksimalist pozisyon nedeniyle ciddi bir darbe daha yedi. Atina’nın hiç beklemediği gözlemlenen bu darbe, Biden yönetiminin bu hafta EastMed boru hattı projesinden desteğini çektiğini açıklamasıyla gerçekleşti.
Yunanistan, Erdoğan rejiminin Doğu Akdeniz’de Türkiye’nin geleneksel olarak izlediği siyaseti bir kenara iterek 2015’ten itibaren “Mavi Vatan” adlı bir doktrin çerçevesinde uluslararası aktörlerin oydaşması aranmadan attığı adımlardan ve İsrail, Mısır gibi bölge ülkeleriyle ilişkilerinin karşılıklı büyükelçi atamayacak kadar düşmesinden istifadeyle kendi pozisyonunun Batılı ülkelerce desteklenmesine ilişkin aktif bir diplomasi izledi, bunda da belirli ölçüde başarılı oldu.
Fakat bir zincirin en zayıf halkası kadar güçlü olması gibi Yunanistan’ın Doğu Akdeniz’de geliştirdiği tüm stratejisindeki en zayıf taraf, Meis gibi küçük bir adaya dayanarak Türkiye’nin Mısır’la deniz sınırının olmadığını iddia etmesidir. Nasıl ki Mavi Vatan doktrini Kıbrıs ve Girit gibi büyük adaların varlığını neredeyse yok sayıyorsa, Yunanistan da Türkiye’yi aradan çıkararak kendi adalarıyla Güney Kıbrıs’ın deniz yetki alanlarını birleştirmek için, hep kendine yontan keser misali geliştirdiği tezlerle, Doğu Akdeniz’de en uzun kıyı şeridine sahip Türkiye’nin karşı yakadaki Mısır’la deniz sınırlarının hiç kesişmediğini iddia ediyor.
ATİNA’YA İLK DARBEYİ KAHİRE VURMUŞTU
Bu teze en büyük darbeyi aslında Kahire vurmuştu. Türkiye’nin Libya’yla Kasım 2019’da yaptığı deniz yetki alanları anlaşmasını boşa çıkarmak, yani Türkiye ve Libya arasında bir deniz sınırı olmadığını ilan etmek üzere Yunanistan ve Mısır Mart 2020’de bir anlaşma imzalamış, fakat bu anlaşmayı yaparken Atina’nın Meis adasına dayanarak iddia ettiği hakları teyit etmekten kaçınan Kahire böylece örtülü olarak Türkiye ile bir deniz sınırının olduğunu kabul ettiğini göstermişti. Türkiye ve Mısır ilişkilerinin tarihinin en dip seviyesinde olduğu, Erdoğan’ın bir devlet adamına yakışmayacak şekilde Mısır Devlet Başkanını “Sisi mi, Binali mi” diye seçim kampanyalarına meze ettiği bir ortamda bile Kahire, Türkiye’yi uzun vadede karşısına alabilecek bir adım atmak istememişti. Bu aslında Yunanistan’ın Mısır’ı Doğu Akdeniz’deki tezlerine ilişkin ikna etme ihtimalinin çok düşük olduğunu gözler önüne sermişti.
Atina bu ciddi darbe sonrası dış politikasında bir düzeltmeye gitmek yerine Erdoğan rejiminin Türkiye’yi dış politikada zayıf düşürmesinden daha fazla istifade etme hedefiyle İsrail ve Batılı ülkeleri Doğu Akdeniz siyasetinde kendi yanına çekmeye odaklandı. Doğu Akdeniz’in bu kadar gündeme gelmesine neden olan yakın dönemde burada çıkan zengin doğal gaz yatakları… Bu yatakların tahmin edilenin üst sınırlarında zenginliğe sahip olması halinde bunların çıkarılıp dünya pazarlarına ulaştırılması meselesinin bir an evvel çözülmesi gerekiyor.
EN EKONOMİK SEÇENEK TÜRKİYE’DEN GEÇİYOR AMA ANKARA BUNU AVANTAJA ÇEVİREMEDİ
Normalde ekonomik açıdan en karlı, makul seçenek bu gazın Türkiye’ye ve onun üzerinden Avrupa’ya satılmasıdır ama Erdoğan rejiminin yürüttüğü belli ölçüde “oyun bozan” ama kesinlikle “oyun kuramayan” siyaset yüzünden bu ihtimal üzerinde neredeyse hiç durulmuyor. Ankara yıllardır “nasıl olsa mecburen benim tezlerimi kabullenip kapıma geleceksiniz” diye beklese de bu tutumu nedeniyle kapısını çalan kimse olmadı. Onun yerine bölge ülkeleri çıkan gazın Türkiye olmadan nasıl değerlendirilebileceği formülleri üzerinde durmayı yeğlemektedir. Bu çerçevede öne çıkan iki formül, (1) gazın Mısır’da Sina Yarımadasında kurulmakta olan LNG tesislerine getirilerek buradan gemilerle satılması ve (2) Doğu Akdeniz’i boydan boya geçen bir doğal gaz boru hattı kurularak Yunanistan üzerinden gazın Avrupa’ya ulaştırılmasıdır.
İkinci formüle ilişkin Yunanistan, Güney Kıbrıs ve İsrail Ocak 2020’de bir anlaşma imzaladılar. Bu anlaşmanın en zayıf kısmı, boru hattının kritik bir bölümünün Türkiye’nin kendi yetki alanı olduğu yerden geçecek olmasıdır. Doğu Akdeniz’i boydan boya geçen 1900 km’lik bir boru hattı inşa edilmesini öngören projenin yaklaşık 7 milyar dolara mal olacağı hesaplanıyordu. Türkiye’nin bu boru hattına yönelik menfi tutumunu sürdürecek olmasının projenin özellikle sigorta maliyetlerini de arttıracağı göz önüne alındığında daha da pahalı hale gelmesi muhtemeldi. Keza bu siyasi engeller projenin gerçekleşme süresini de uzatacağından ekonomik makuliyetini daha da azaltıyor. Çünkü Avrupa Birliği önümüzdeki otuz yılda yenilenebilir enerji kaynaklarına daha fazla yönelerek doğal gaz kullanımını üçte iki kadar azaltmayı hedefliyor. Nitekim İsrail’in “EastMed boru hattı” projesine resmen katılmakla birlikte, ekonomik olarak yatırımlarını bunun yerine asıl ilk formül üzerine yönlendirdiği gözlerden kaçmıyordu. Netanyahu döneminde yapılan bu anlaşmayla aslında Tel Aviv’in hedefinin Erdoğan rejimini katı tutumunu yumuşatmaya zorlamak olması da ihtimal dahilindedir.
Güney Kıbrıs, Yunanistan ve İsrail arasında Eastmed doğal gaz boru hattı projesinin inşası için anlaşma Atina’da Ocak 2020’de imzalandı.
İş bu haldeyken Biden yönetimi bu hafta Yunanistan’a “EastMed boru hattı projesini” siyasi ve ekonomik açıdan gerçekçi bulmadığı için desteklemeyeceğini bildirdi. Oysa Trump yönetimi daha önce bu projeye desteğini açıklamıştı. EastMed’e ilişkin nihai yatırım kararının bu yıl alınması öngörüldüğünden ABD’nin bu çıkışı projenin rafa kaldırılmasına yol açabilir. Washington EastMed yerine bölgedeki ülkelerin elektrik hatlarının birbirine bağlanmasını planlayan projelere öncelik vereceğini vurguladı. Şunu vurgulayalım ki bu “elektrik hattı” projelerinin de belli bir bölümünde Türkiye ve Yunanistan arasındaki deniz yetki alanları anlaşmazlığı sorun olacaktır. Ama bu projelerin çapı nispeten çok daha küçük olduğu için tarafların bir orta yol bulabilmesi de zor değildir. Her halükarda bunlar bu projeler biraz daha geliştirildiğinde ileride ele alınması gerekecek ayrıntılardır. Washington bir yandan Atina’yı üzecek bir hamlede bulunurken, diğer yandan bunun Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki resmi tezlerini kabul ettiği anlamına gelmediğini göstermek ister şekilde, Ankara’nın katılmadığı bir başka projeyi destekleyeceğini açıkladı.
BİDEN YÖNETİMİNİN BÖLGEDE TANSİYONU DÜŞÜRME HAMLELERİ
Washington neden böyle bir adım attı? Zamanlamanın anlamı nedir? Kanaatimce Biden Yönetimi, popülaritesi düşen Erdoğan’ın içeride sıkıştıkça dış politikada savaş benzeri bir kriz çıkarmak için yer arayacağını görebiliyor. Bu husus artık dünyadaki önde gelen yatırım bankalarının Türkiye’ye ilişkin öngörülerinde bile yer alıyor. Böyle bir senaryoda Erdoğan rejiminin gerilimini “en az masrafla” en kolay yükseltebileceği yer Doğu Akdeniz olacaktır. Şöyle ki Yunanistan ve Güney Kıbrıs bir süredir Türkiye’nin zayıflığından istifadeyle Doğu Akdeniz’deki tezlerinin fiilen ve hukuken Batı tarafından benimsenmesini sağlamaya matuf adımlar atıyor. Öte yandan Erdoğan rejimi bir süredir ekonomik açıdan iyice zayıflaması, Batıyla ilişkilerinde ilave gerilimleri Türk ekonomisinin kaldırabilmesinin mümkün olmaması nedeniyle bölgede alttan alan, hatta taviz veren bir tavır sergiliyor.
Fakat iç siyasette giderek sıkışan Erdoğan Batıdan ekonomik açıdan arzuladığı oranda destek alamayacağını gördüğünde, muhalefeti sindirme ve tabanını etrafında konsolide etmenin bir aracı olarak Doğu Akdeniz’de Yunanistan’la askeri gerilimi yükseltmeyi, hatta kontrollü bir şekilde sıcak çatışmaya girmeyi deneyebilir. Daha önce hiç olmadığı kadar Batının desteğini arkasına alan Yunanistan’ın kendisini güçlü hissetmesinin bir sonucu olarak Türkiye ile bu tür bir “dalaşmadan” kaçınmaması da düşük bir ihtimal değil.
İşte bu fotoğrafı gören Washington, Doğu Akdeniz’de Erdoğan’ın kolunu Katar üzerinden bükerek ve EastMed boru hattına daha önce verdiği desteği geri çekip Atina’yı frenleyerek bölgedeki tansiyonu düşürmeye, olumsuz senaryoların gerçekleşme ihtimalini en aza indirmeye çalışıyor. Washington, Erdoğan hükümetinin önceki yazımda ayrıntılarını anlattığım gibi, Güney Kıbrıs’ın kendi deniz yetki alanı ilan ettiği, bir bölümü Türkiye’nin deniz sınırlarını içeren bölgede Exxon Mobil/Katar Petrolleri ortaklığının doğal gaz arama yapmasını kabullenme tavizinde bulunmasını şimdilik önemli bir kazanım görerek bölgede tansiyonun yükselmesini, hele Erdoğan’ın zor duruma düştüğünde kullanmaya kalkabileceği bir ortamın bulunmasını istemiyor. Rumlara “Mevcut kazanımlarınızla yetinin, daha fazlasını alma hayalleriyle tehlikeli sulara açılmayın” mesajı veriyor. ABD’nin Çin ve Rusya ile ilişkilerinde gerilim artarken en son isteyeceği şey Doğu Akdeniz’de müttefikleri arasında yaşanacak bu tür bir çatışma olur.
Görüldüğü üzere Yunanistan’ın kaybı, Türkiye’nin kazanımı olmadı, Doğu Akdeniz gazının Mısır’da LNG’ye çevrilerek satılması seçeneği güç kazandı. Her yıl doğal gaza milyarlarca dolar ödeyen Türkiye’nin bu fırsattan istifade etmesi kendi yararına olurdu ama Erdoğan hükümetinin bu beceriyi ortaya koymaktan uzak olduğu görülüyor. Doğu Akdeniz’de Rum tarafı dahil tüm aktörleri paydaş haline getirecek büyük bir anlaşmaya öncülük ederek bölge gazının Türkiye’ye ve Türkiye üzerinden Avrupa’ya satılması projesini yürütebilecek diplomatik kabiliyetlere sahip bir hükümetin işbaşına gelmesi belki bölgede tüm taşların yeniden dizilmesine yol açabilir.