“Dinle, havadaki demdeme, kuşlardaki civcive, yağmurdaki zemzeme, denizdeki gamgama, raadlardaki (gök gürültülerindeki) rakraka, taşlardaki tıktıka birer mânidar nevaz (ruhu rahatlatan, iyi ve hoş gelen şey) (…) Eşyada olan sesler, birer varlık sesidir: ‘Ben de varım’ derler. O susan Kainat, birden söze başlıyor: ‘Bizi câmid (donuk, cansız) zannetme, ey insan-ı boşboğaz!” (Lemaat Risalesi)
Ey içinde âlemler dürülen; fıtratında cihanlar gizlenen, varlıklar içinde NAKŞ-I ÂZAM olan ve AHSEN-İ TAKVİM olarak en güzel biçimde ve mükemmel kıvamda yaratılan insan! Senin sesin ne? Yaradılışının hikmeti ne? Sen de niye onları dile getirip avaz avaz haykırmıyorsun? Niye kendini küçük görüyorsun? Niye üstüne düşenleri yerine getirmiyorsun? Arşimed “Bana bir dayanma noktası gösterin, ben dünyayı yerinden oynatayım!” diyor. Ey mümin, senin dayanma noktan Cenab-ı Hak değil mi?
Âciz, fakir, çelimsiz ve küçücük olduğuna bakma… Bak “Söğüt’ün Bağrındaki Diriliş” için neler söyleniyor: “… kayaların bağrını döl yatağı edinmiş MİNİK ÇAM ÇEKİRDEĞİ, şartların müsamahasızlığına rağmen salkım salkım boy atıp gelişmekte ve tıpkı hasmını yeni bir gladyatör havası içinde dalların diliyle VARLIĞINI HAYKIRMAKTADIR. Nice dev çağlayanlar vardır ki, menbalar. KÜÇÜK BİR SIZINTI; nice bitip tükenmez bilmeyen ışık kaynakları vardır ki, esasları birer ZERRE’den ibarettir. Tomurcuk dudaklarını açıp VARLIĞINI HAYKIRACAĞI güller, çiçekler yüzümüze gamze çakacakları güne kadar onların varlıklarından haberdar bile olamayız. Oysa ki, onlar, İsrafil’in Surunu çoktan suymuş ve belli bir tempo ile DİRİLİŞE geçmişlerdir bile…
“Cihanı üst üste karanlıkların sardığı bir dönemde âdeta Kehkeşanlardan yıldızlar derleyip, bununla her gün ayrı bir donanma gecesi teşkil ederek kendi ülke ve kendi insanına hep başka başka bayram şenlikleri yaşatanlar, efsaneleşen koca bir tarihin ilk rüyalarını CILIZ BİR SÖĞÜT AĞACININ DALLARI ALTINDA görmüşlerdi.
“Mütevazi bir toprak parçası üzerinde, oldukça basit bir hayat yaşayan bir avuç insanın, hayallere sığmayan bir müthiş patlama ile, denizlerin DEV DALGALARI gibi birden bire belirip ortaya çıkmaları, hangi sebeplerle izah edilirse edilsin, katiyen inandırıcı olamayacaktır.
“Acaba, yağmur yüklü bulutlar gibi ellerinde ışıktan kamçılarla, kıyametler kopararak dört bir yanı tutar bu heyecanlı sineler, akıllara durgunluk veren hareket ne hızı nereden alıyorlardı? En sağlam manevralarla kitlelere hükmedip, onları arkalarından sürükleyerek, cihan çapında meydana getirmeyi başardıkları bir BÜYÜK DİRİLİŞ ve bir BÜYÜK İNKILAB ile hadiselerin akışını, tarihin çehresini değiştiren onlardaki bu MÜTHİŞ GÜÇ nereden kaynaklanıyordu? Dostların vefa bilmediği, düşmanların cefadan yılmadığı, handikapların takip ettiği çalkantılı bir devrede, her türlü imkânsızlığı aşarak, kemmiyetin bütün müesseselerine galebe çalmaları, yani ‘bir sineğin bir kartalı sallayıp yere vurması’ nasıl mümkün olmuştu? Rica ederim, olup biten bunca şeye GANİMET TUTKUSU, ŞÖHRET HİSSİ, KAVGA HIRSI, CİHANI İSTİLA ETME ARZUSU dememiz mümkün mü?
“Hayır hayır! Bu âteşin ruhları harekete geçiren, bu çelik iradeleri dünyanın hakimi kılan sır, ne bunlarda, ne de bunlar gibi şeylerde katiyen aranmamalıdır. Bence sır onlar SAĞLAM İNANÇLARINDA, TARİHÎ ŞUURLARINDA ve MUKADDES İDEALLERİNDE aranmalıdır. (…) (Gün geldi) Artık söz onun devran onundu; atını en karanlık noktalarına sürecek; her uğradığı yerde gönlünün ilhamlarını boşaltacak; mazlum ve mağdurların âhını dindirecekti… Cihan sulh ve dengesinin en gür sesi haline gelecekti… Geldi de.”
Şimdi cihanın yeni bir ses ve soluğa ihtiyacı var. Tamamen insanî evrensel değerler sistemine bağlı, ruhunda fazilet aşkı, herkesi hayran bırakan güzel seciye, üstün ahlâk, disiplin ruhu, itaat şuuru gibi meziyetlerle donanmış yeni bir nesle, yepyeni bir insanlığa gerçekten bir ihtiyaç var…
Batılı bazı düşünürlerin de keşfettikleri gibi artık, Birleşmiş Milletler ve Avrupa Birliği ilk kuruluş safhasında kalb ve kafalarda bıraktığı heyecan ve idealleri yavaş yavaş kaybetti… Bazıları bu hususta bu heyecanı tazeleyecek, fer ve ateş verecek iki kişi görüyorlar. Bunlardan birisi DALAY LÂMA, diğeri de M. FETHULLAH GÜLEN HOCAEFENDİ… Bilhassa Hocaefendi sosyal hayatta ortaya koyduğu hizmetlerdeki rehberlikleri ile pek çok dalda NOBEL ÖDÜLLERİNİ HAK ETMEKTEDİR.
Siyasi baskılar, kinler, düşmanlıklar, hasetler fesatlar, her ne kadar bu gerçeğin üzerini örtseler de, mutlaka gerçek güneş gibi gün yüzüne çıkacak herkes hak ettiğini bulacaktır. O güzel günler de çok uzaklarda değildir…