Muhteşem Yüzyıl dizisinin
Hizbullah tahliyelerinden daha çok konuşulduğu bir ülkede yaşıyoruz.
Dizinin yayından kaldırılması için RTÜK'e şikâyette bulunanların sayısı dün itibarıyla yetmiş dört bini geçmiş. Yani bir televizyon dizisine karşı çıkmak için on binlerce insan bulunabiliyor. İddia, dizinin tarihî kahramanları
küçük düşürüp, aşağıladığı yönünde.
Türkiye toplumunun dinamik karakterini gösteren bu kitlesel protestolar, bize şunu da gösteriyor; Türkiye'nin dinamizmi, hayati konularda değil, magazinel konularda diri tutuluyor. Ülkenin en temel meselelerinde sesleri çıkmayan siyasî organizasyonlar, siyasetin dışında yer alan sanat alanına ya da televizyon piyasasının omurgası haline gelen dizi sektörüne yönelik tepkilerde
vakit kaybetmiyorlar.
Geçmişe sahip çıkmak için protestolar düzenleyen bu kesimlere, bugüne sahip çıkmak için ne yaptınız diye sormak gerekmez mi?
Diziye muhalefet eden, kaldırılması için
kampanya yürütenlerin muhalefet tarzlarına gelmeden önce dizinin senaristi Meral
Okay'dan söz etmeliyim.
Meral Okay'ı yakından tanırım. Benim çok sevgili bir arkadaşımdır.
Meral'i son iki senede Muhteşem Yüzyıl dizisinin senaryosuna çalışırken arada gördüm. Ne kadar heyecanla çalıştığının, tarihe merakının onu hastalandıracak kadar ağır okumalara gark ettiğinin bizzat tanığıyım. Lakabı 'Muhibbi' olan Kanuni Sultan Süleyman'ın aşk şiirlerini okurken yaşadığı
keşif heyecanının çok samimi olduğunu biliyorum. Hürrem'in hırsının ve tutkusunun dizinin dramatik kurgusunu ne kadar belirleyeceğini de keyifli sohbetlerinde paylaşıyordu. Birlikte çalıştığı tarihçilerin ona gönderdiği bilgi ve belgeleri nasıl bir dikkat ve şevkle okuduğunu biliyorum.
Hal buyken, Türkiye televizyon tarihinin en önemli dizilerine
imza atmış Meral Okay gibi bir ismin geçmişe sadece aşağılamak saikiyle el attığını iddia etmek neresinden bakılsa
hakaret.
Meral, geçmişin derin kuyusuna bakmaya cesaret eden yürekli bir yazar. Oradan ne aldığı, tarihin hangi yönleriyle ilgilendiği kendisini bağlar. Çünkü sözünü ettiğimiz şey bir kurmaca. Hikâyelerin geçmişten esinlenilerek yeniden kurulmasında bir yazar özgürdür. Milyonlarca yıllık kainat geçmişi dahil tarihin hiçbir periyodu bir kurmaca yazarına yasaklanamaz. Yasaklanmamalı.
Ama biz geçmişe bakmayı hemen her konuda örttüğümüz için, biri çıkıp gösterdiğinde
kıyamet koparıyoruz. Geçmiş bizim için kapalı kutu. Muhayyilemizde bile kapalı duran kahramanların, mekânların biri tarafından gösterilmesi ezberlerimizi bozuyor. Sanki ortaya çıkan görüntü geçmişi tümden yok edecekmiş gibi.
Halbuki koca
Osmanlı tarihi orada duruyor. İsteyen istediğini alır, işler. Beğenmediğinizin daha iyisini önermedikçe eleştiriniz anlamlı değil. Dahası daha iyisini yapmadığınız sürece sözünüz kıymet görmez.
Türkiye'de sanat alanı ile siyasetin bu kadar yakın durması, zaten dar olan tahammül sınırının siyasetin sahasında daha da daraltılması bir alışkanlık haline geldi.
Bu son olay da gösteriyor ki, Türkiye sağının Kemalizm'den öğrendiği çok şey var. Kişi kültü, kutsallaştırma bağnazlığını Türk sağı, Türk solundan öğreniyor. Mustafa filmine yapılan eleştirileri hatırlayın.
Ecdadını savunmak üzere onu kutsallaştıranların yanlışını söylemeye gerek bile yok. Ayrıca Osmanlı'yı bu kadar yüceltenlere şu uyarıda bulunmak gerekiyor; Osmanlı'yı savunurken biraz yaratıcı olun. Tarihe bu kadar sığ, derinliksiz bir yerden bağlılık herhalde ecdadın da hoşuna gitmezdi!