Safvet Senih / samanyoluhaber.com
Yirmi İkinci Söz’ün Birinci Makamı üzerinde durmak istiyorum. Burada Üstad Bediüzzaman Hazretleri derin hakikatları avam halkın da anlayabileceği temsillerle anlatıyor. Zaten Kur’an-ı Kerim de ağır ve derin hakikatları temsillerle anlatmıştır. Bu Söz’ün başındaki serlevha yapılan âyetlerde öyle buyruluyor: “Düşünüp ders çıkarsınlar diye Allah insanlara böyle temsiller getirir.” (İbrahim Suresi, 14/25) “Bunlar, bir takım misallerdir ki, düşünüp istifade etsinler diye Biz onları insanlara anlatıyoruz.” (Haşir Suresi, 59/21)Halbuki Haşir Suresinin bu âyetinin baş tarafında şöyle buyuruluyor: “Eğer Biz bu Kur’an’ı bir dağın tepesine indirseydik, o dağın Allah’ın haşyetinden O’na olan taziminden dolayı başını eğip parçalandığını görürdün.” Demek ki, anlayabilmemiz için temsillerle, mecaz ve kinayelerle meseleler kolaylaştırılmıştır: “Muhakkak ki Biz zikir (Allah’ı anmak) ve ders almak için Kur’an’ın anlaşılmasını kolaylaştırdık.” (Kâmer Suresi, 54/17) buyuruluyor…
Sri Lanka’dan (Tamillerden) Amerika’nın Philadelphia şehrine Bâwâ Muhyiddin isminde yaşlı bir zât gelir. İngilizcesi yoktur. Oturur insanlara temsillerle, Mevlana Celâledin Rûmî Hazretlerinin hayvan hikayeleri (fabllarla) ahlakî dersler, ince ve derin hakikatları anlattığı gibi İslamî hakikatları anlatmaya başlar.
Etrafına insanlar toplanır. Amerikalılar, Afrika kökenliler, Yahudiler hatta Türklerden insanlar onu dinlemeye başlarlar.
Belli bir zamandan sonra der ki: “Bu anlattıklarımı nasıl buluyorsunuz?” Derler ki, “Çok güzel!’ Bu sefer o, “Bunlar İslâmî hakikatlardır. Gelin Müslüman olun.” der. “Tamam” derler. Önce içinde mescid bulunan bir tekke açarlar… Kadın-erkek beraber namaz kılarlar. (Bir müddet sonra bir imam gelir. Onlara “Siz ne yapıyorsunuz böyle?” diye sorar. “Namaz kılıyoruz.” derler. Kadın-erkek aynı safta, hem de kadınları tesettürsüz namaz mı olur?” der. Onlar, “Bawa bize bir şey demiyordu, böyle kılıyorduk” der. İmam, “Bâwâ, sizleri yavaş yavaş ibadete alıştırmak için öyle yapıyordu. Artık yeter… Farzlar, vaciplere riayet ederek bundan sonra tam namaz kılacağız” der. Onlar da “Tamam, öyle kılalım” derler…)
Los Angeles’ten doktor bir aile, Philadelphia'ya yaklaşmak için gelir. Bir ev tutarlar. Bir hizmetçi bulup iki-üç yaşlarındaki kızları Wendy’i o hizmetçi kadının yanında bırakıp kucaklarındaki bebekleriyle, ev eşyalarını taşımak için Los Angeles’e giderler. On-onbeş gün sonra yeni evlerine gelirler. Ama Wendy, hep “Anne! Bâwâ’ya gidelim! Bâwâ! Bâwâ’ya gidelim baba!” deyip durmaktadır. Hizmetçi hanıma sorarlar. “Bu Bâwâ kim?” O da der ki: “Burada bir mescid var. Oraya Cuma namazına ve Bâwâ Hazretlerinin sohbetine gittim. Wendy, onu oradan tanıyor.” Onlar, “Demek ki, sen bizim çocuğumuza İslam propagandası yaptın… Seni mahkemeye vereceğiz” derler. O da, “Verin bakalım. Siz Pazar günleri kiliseye ibadete gitmiyor musunuz? Ben de Cuma günü gidiyorum. Peki Wendy’i nereye ve kime bırakacaktım. Bu daha çocuk, propagandadan ne anlar?” diye çıkışır. Bu cevap üzerine susarlar. Ama Wendy susmaz: “Anne!.. Bâwâ’ya gidelim… Bâwâ’ya gidelim baba!” der durur. Onlar Wendy’i durduramayınca merak edip onlar da Bâwâ’yı görüp dinlemek isterler. Gidiş, o gidiş... Ondan ayrılmazlar... Wendy, 13 yaşına girince oradan ilk defa bir grup Hacca veya Umre’ye gider. İçlerinde Wendy de vardır.
Peki Wendy’i cezbeden ne idi? Birincisi, Bâwâ’nın mânevî cezbesi... Çevresinde hissedilen mânevî manyetik alan ve o müthiş gözleri ve bakışları… İkincisi, Bâwâ Hazretleri çocuklara ciklet v.s. yerine hep yanında taşıdığı kurabiyelerden ikram edermiş. Şimdi Hocaefendinin çocuklara çikolata ikram ettiği gibi…
Bâwâ Hazretleri, çevresindeki mensuplarına çocuklara okul açın, diye tavsiyede bulunmuş. Onlar, güzel bir bina / büyük bir ev bulmuşlar. Okul açacakları duyulunca hemen yakınlarında bulunan Yahudî okulu sahipleri de karşı çıkmışlar. Fakat evi okul yapılacak zengin hanımefendi, “Bu okul açılacak… Ben de Yahudiyim, kim engelleyecekse çıksın karşıma” demiş ve okulu açtırmış. Ben bu meseleyi umrede Mekke-Medine yolculuğu esnasında otobüsün içinde anlatmıştım. Yolculardan birisi, “Ben, Philadelphia'da profesörüm. Olayı biliyorum… Peki o zengin Yahudi hanım niçin meseleyi sahiplendi biliyor musunuz? Çünkü o hanım alkolikti. Bazen kapısının önüne yığılır kalırdı. Herkes kendisiyle alay ederken Bâwâ Hazretleri oradan geçişinde ona selam verir, halini, hatırını sorar ve ilgilenirdi. Onun için mahalleyi karşısına alıp, “O bina benim! Bâwâ hangi dinden ise, ben de o dinindenim. Kimin gücü yetiyorsa, gelsin kapattırsın bakalım. Her şeyimi ortaya koyar bu okulun arkasında dururum” derdi.
Bâwâ’nın bu güzel tutumları hepimize örnek olmalı… İslâmiyet, muamelattır, güzel insan olmaktır… İslâmiyet yemek yedirmektir…