Sosyal yardım tuzağı
Doç. Dr. MAHMUT AKPINAR | TR724
Demokratik refah devletleri bir insan hakkı olarak herkesin temel ihtiyaçlarını karşılamayı görev kabul ediyor ve bunu anayasayla garanti altına alıyor. Ayrım yapmaksızın aynı hakları mültecilere de veriyor. Vatandaşlarına asgari gelir temin etme yanında, barınma imkanları sağlıyor.
Bu nedenle sosyal devlet uygulamalarının olduğu Avrupa ülkelerinde insanlar maişet derdi çekmiyor. Kimse, “aç kalır mıyım?”, “seneye ne yerim ne içerim?” diye kaygılanmıyor. Çoluk çocuğunun geleceğini düşünerek birikim yapma zorunluluğu hissetmiyor.
İnsanca yaşama hakkını temin eden bu sistem bazen istismarlara açık olabiliyor. Bazen de teşebbüs kabiliyetini, üretme becerisini öldürebiliyor. Bazı insanlar çalışmasa da geliri garanti olduğu, ihtiyaçları karşılandığı için rahatını bozmak istemiyor. Mücadele gerektiren süreçlere girmekten kaçınıyor.
Literatürde “Welfare Trap” diye bir kavram var. Refah devletlerinde yaşayan bazı insanların, aldıkları yardımlar ve sosyal destekler nedeniyle üretkenlikten kopup, dar gelir grubuna hapsolmalarından, fakirlik çemberinde dönüp durmalarından bahsediyor kavram. Nitelikli iş becerisine, yeterli eğitime veya teşebbüs kabiliyetine sahip olmayan bu kişiler asgari ücretten iş bulabiliyorlar. Tam zamanlı çalışsalar dahi elde ettikleri gelir, aldıkları sosyal yardım kadar oluyor. Çalışmasıyla çalışmaması arasında bir fark olmadığı için, çalışmamayı, mazeret üretmeyi tercih edebiliyorlar.
Refah devletlerindeki var olan takdire değer sosyal yardım uygulaması zamanla bir kapana, tuzağa dönüşebiliyor. İnsanlar çalışmayıp yardımla geçindikleri için bir meslekte, bir alanda ilerleyemiyorlar. Güçlü bir CV’leri, güven veren itibarları, kredi geçmişleri oluşmuyor. İşsizlik, çalışmama, üretmeme hayatlarını her yerde negatif etkiliyor. Tüm ihtiyaçları karşılansa da kamusal ve özel kurumlar tarafından pek de muteber olmayan, iş bina edilemeyecek, borç verilemeyecek kimseler olarak görülüyorlar. Böyle bir fasit daireye sıkışan kimse üretkenlikten, çalışmaktan kopuyor. Toplum bu tür insanları “asalaklar” olarak görebiliyor. Ayrıca bu insanlar zamanla kendilerine saygıyı da yitirebiliyor. Hayat onlar için anlamsızlaşıyor, psikolojileri bozuluyor ve fiziken çöküyorlar.
Farklı yönleriyle eleştirilebilir, ancak ABD, sosyal devlet uygulamalarına sahip olmadığı için bütün insanları üretimin içine sokuyor. Her birey ayakta kalmak için çalışmak, koşturmak zorunluluğu hissediyor. Bu durum bireysel ve toplumsal açıdan potansiyelin daha efektif değerlendirilmesine neden oluyor. Avrupa’da insanlar çalışmasa da belirli hayat standardını koruyabilirken, ABD’de, çalışmayan insanların yaşam kalitesi ciddi düşüyor.
İslam çalışmayı, üretmeyi teşvik ediyor. Ayet: “İnsan için ancak çalıştığı vardır ve çalıştığının karşılığını mutlaka görecektir.” (Necm: 39) diyor. Hazreti Peygamber: “İnsanların en hayırlısı insanlara faydalı olandır.” buyuruyor. Üstad Bediüzzaman: “Atalet, tembellik, hayattan çok ölüme yakındır” diyor. Boş durmak insanlar için çalışmaktan daha zordur. Çalışanlar hem üretip hem güzel vakit geçirirken, boş insanlar sürekli bunalır, sıkılır. Psikolojik açıdan daha hızlı yıpranırlar. Üstad bunu “Rahat zahmette olduğu gibi, zahmet dahi rahattadır” diyerek özetler bize.
Son dönemde çok sayıda donanımlı, nitelikli, eğitimli insanımız Avrupa’ya göç etti. Eğer bu arkadaşlarımız iyi bir planlama yapmazlar, kendilerini motive etmezlerse uzun vadede rahata alışabilirler. Garanti altına alınmış ekonomik haklar, sosyal yardımlar nedeniyle, mücadele azmini yitirip, yardımla yetinmeye rıza gösterebilirler.
Çok kimse “asla böyle düşünmediğini!” söylese de rehavet, alışkanlıklar zaman içinde bizi de teslim alabilir. Bizler de sosyal yardım tuzağına düşebiliriz. Yaşı 55-60 ve üzeri olanlar için belki bu durum kabul edilebilir. Ancak daha genç olanlar yeni dünyada niteliklerine, kabiliyetlerine uygun pozisyonlar yakalamak, işler yapmak için yılgınlık, sabırsızlık göstermeden mücadele etmeliler.
Dil en önemli bariyer. Dilden fedakarlık yaparak gündelik işlere girmek mantıklı değil. Ancak dil hayatın içinde gelişiyor. “Ben dilimi mükemmel yapıp hayata öyle atılacağım” diyerek korkularımıza teslim oluyor, mücadeleden kaçıyor olabiliriz. Kendi alanında düşük profilden de olsa işe başlanırsa, dil problemi zaman içinde çözülecek, ilerleyen dönemlerde eski becerileri tekrar kullanmak mümkün olacaktır.
Avrupa’da 3-4 nesildir çalışan, ama içinde yaşadığı topluma entegre olamayan, iş kurmak, kredi almak için yeterli güven limitine ulaşamayan çok Türk vatandaşı var. Bunlar kayıt dışı kalarak/çalışarak bazı masraflardan kurtulduklarını düşünüyorlar, ama yaşadıkları ülkeye nüfuz edemiyorlar. Paralarını götürüp Türkiye’de betona gömüyorlar, ama Avrupa’da muteber vatandaşlar olmayı başaramıyorlar.
Mecburiyetler nedeniyle işini kaybetmiş, ülkesinden sürgün edilmiş insanların verilen yardımlardan yararlanması en doğal hakları. Ancak zorunlu göçe maruz kalan insanlar olarak en kısa sürede kendi ayaklarımız üzerinde durmalı ve yaşadığımız ülkelere, toplumlara katkıda bulunma yolları geliştirmeliyiz. Yoksa bizim de sosyal yardım tuzağına sıkışıp kalma ve değerlerimizi temsilden uzaklaşma ihtimalimiz var.