Uzun yıllar İstanbul'da çalışmış Avrupalı meslektaşımla 2 yıldan sonra açılan 17. faslı konuşuyoruz. Güzel Türkçesi ile “Valla mülteciler olmasaydı, Türkiye'nin 3 bakanı bu binanın kıyısından geçemezdi” dedi. Türkçeyi sonradan öğrenen bir yabancı için veciz laflar.
Zaten 17. başlığa ‘mülteci faslı' deniyor Avrupa'da. Diplomatlar da yazılmamak şartıyla ilişkinin son derece faydacı olduğunu, mültecilerin durdurulması karşılığı birtakım sözler verildiğini, ilişkilerdeki ‘yeni baharın' Türkiye'nin AB kriterlerine yakınlaşması ile hiçbir alakası olmadığını, bizim bakanların çok sevdikleri ifadeyle ‘yeniden canlanmanın' aslında ‘yalancı bahar' olduğunu açık seçik söylüyorlar.
Orta ve üst düzey AB bürokratlarında bir tür mahcubiyet, eziklik, çaresizlik tavrı giderek daha fazla hissediliyor. Türkiye'de korkunç şeyler yaşandığını çok iyi biliyorlar. Koza İpek Grubu'nun nasıl yağmalandığını, Samanyolu'nun susturulduğunu, Can Dündar'ın bile paralel paranoyasıyla hapse atıldığını, iktidarın seçimleri kazanmak için Kürt meselesinde olduğu gibi son derece kıvrak hareketlerle az önce ‘ak' dediğine şimdi ‘kara' diyebildiğini gayet yakından takip ediyorlar. Sorun, başta Almanya olmak üzere üye ülkelerin de mülteci kriziyle karşılaşınca aynı kıvraklıkta cevap verip, ilkelerini bir süreliğine dondurmuş olmaları. “Çok üzülüyoruz ama bir şey yapamıyoruz.” diyorlar.
Avusturyalı bakan dümdüz söyledi
Bu yüzden olsa gerek iktidar 2 yıllık aradan sonra açılan faslın Türkiye'yi Avrupa'ya daha da yakınlaştırdığı, ülkenin daha demokratik ve özgür olduğu mesajını vurgulamak için önceki günkü toplantıya 3 bakanıyla katılıp şov yapmaya çalışırken, AB meselenin mülteciler olduğunu net ifadelerle kamuoyuna duyurdu. Avrupa basınına yansıdığı gibi 28 AB üyesinin çoğu toplantıya müsteşarlarını ya da elçilerini gönderdi. Avusturya'nın genç Dışişleri Bakanı Sebastian Kurz, sözü eğip bükmeden Avrupa'nın konuya yaklaşımını özetledi: “Konu, mültecilerin durdurulması ve Avrupa'ya gelmemeleri için Türkiye'nin bize yardımcı olmasıdır. Burada dürüst olmak gerekir.”
Basın toplantısında da gazeteciden çok 3 bakanlıktan gelen bürokratlar vardı. 2 yıl aradan sonra gelen fasıl kaderin cilvesi 14 Aralık operasyonunun yıldönümüne denk geldi. Ben de Başbakan Yardımcısı Mehmet Şimşek'e bir yıldır hapiste olan Hidayet Karaca'yı, Can Dündar'ı, Koza İpek Grubu'nu sordum. Yıllarını İngiltere'de geçirmiş Şimşek'ten nispeten makul bir cevap beklerken, bakan bey yargının işine karışamayacağını ama yapılanların ‘korsan devlet'le mücadele çerçevesinde görülmesini istedi. İktidar 2 yıldır Avrupa'ya anlatamadığı ‘paralel devlet' konseptinden vazgeçip ‘korsan devlete' mi geçti diye düşündüm. Şimşek'in sözlerinin hemen ardından soruya cevap veren Lüksemburg'lu Asselborn, uzun uzun yargı bağımsızlığının ve basın hürriyetinin öneminden dem vurarak, Şimşek'in söylediklerine hiçbir surette katılmadıklarını ifade etmiş oldu. ‘İfade etti de ne oldu?' diye soran okurlar haklıdır. AB, ilkelerini dondurarak Ankara ile ‘business' yapmaya devam ediyor.