Eski başbakan Mesut Yılmaz'ın eşi, Kent Üniversitesi Mütevelli Heyet Başkanı eğitimci Berna Yılmaz 17 Aralık 2017'de yaşamına son veren 39 yaşındaki oğlu Yavuz Yılmaz'a dair ilk kez konuştu. Oğlunun epilepsi hastalığı yüzünden intihar ettiğini söyleyen Berna Yılmaz, "Diyorlar ya, “Başbakan oğluydu. Nasıl yapar?” demesinler. Herkes her şeyi yaşar. Bizim yaşadıklarımıza bakın işte. Hastalık kime nasıl gelir hiç bilinmiyor. Ne para kurtarabiliyor ne de güç..." dedi.
Posta'dan Alev Gürsoy Cimin'e konuşan Berna Yılmaz'ın açıklamalarının bir kısmı şöyle:
'YAVUZ'UN HUZURU, KENDİ HUZURUM İÇİN DİK DURMALIYIM'
-10 ay oldu. Zaman geçiyor ama acılar da sanırım bazen katlanıyor azalmak yerine. Yılmaz ailesinde neler oluyor?
-10 ay oldu. Aralık’ın 17’siydi. Karşılamak o kadar kolay mıydı bu koca günü, ayı. Hayır ve asla. Günler, haftalar geçmek bilmedi. Şu an konuşmak zor. Noktayı “Hassasım” diye koyayım (Gözleri doluyor). Bu yaşadığımız şey; sözlere dökülecek kadar kolay değil. Ama inanıyorum ki ne kadar dik durursam ne kadar toplum içinde onun yapmak istediklerini yapabilirsem o kadar iyi olacak. Hem kendi huzurum için hem de onun huzurunu sağlamak için. Ailece biz böyle düşünüyoruz. Şu anda babası yani eşim Mesut Yılmaz, oğlum Hasan ve kızımdan öte gelinim Ceren ve küçük torunumuzla ailece yaşadığımız bu zorlukların üstesinden gelmeye çalışıyoruz.
-Yavuz Bey’in en büyük hayali neydi?
-Yavuz’un en büyük hayali Kent Üniversitesi’nin kurulmasıydı, bu oldu. Benim Mütevelli Heyet Başkanı olduğum bu üniversite için büyük çabalar sarf etmişti Yavuz’um. Onun hayalini gerçeğe dönüştürmenin mutluluğunu yaşıyorum. Üniversitedeki tüm çalışma arkadaşlarımızla en güzelini, en iyisini yaparak Yavuz’un oradaki huzurunu sağlamaya ve hayalini yaşatmaya var gücümüzle çalışıyoruz.
'YAVUZUMA ASLA KIZAMAM'
-Pişmanlıktan ziyade öz eleştiri bu sanki...
-Evet, bu bir öz eleştiri. Çünkü o yıllar çok yoğun bir çalışma içerisindeydik. Siyaset kolay bir iş değil. Normal bir aile gibi yaşayamıyorsun. Her anın yoğun; bazen kendini bile ihmal edebiliyorsun. Dönüp arkana baktığına, “Kendimi ne kadar ihmal etmişim” diyebiliyorsun. Ben de eşi olarak Mesut’un daima yanında oldum. Çünkü kendisini hep iyi temsil etmek istiyordum. Ha evet çok yoğundum ama çocuklarımı tabii ki unutmadım. Annelerinin sevgilerini onlardan eksik etmedim ama farkında olamadan yapılan bir ihmalkârlık olmuştur o yoğunluk dolayısıyla. Yurt dışında olmak Yavuz’un kendi tercihiydi. Biz de onun kararlarına hep saygılı olduk. Son derece ve daima demokrat bir aile olduğumuz için tüm hayatımızı çocuklarımızın kararlarına saygılı olarak ve birbirimizi anlayarak götürdük. Ama kader Yavuz’u bizden erken aldı.
Ölüm demeye hâlâ dilim varmıyor. Çok genç bir yaş ve hele evlattan bahsederken konuşmak kolay olmuyor. 39 yaş düşünsenize! Daha yaşayacak o kadar çok şey vardı ki... Hiç beklemediğimiz, hiç aklımızın ucundan geçmeyen bir şeydi bu. Hayat bizi beklemediğimiz bir yerden, çok ani vurdu. Kaldırmak da konuşmak da buna ölüm demek de zor ki ne zor! Ama Yavuz’um huzur içinde uyusun yeter... Tüm duam bu. O hastalık Yavuz’umun ölümüne sebep oldu.
-Epilepsi hastalığından bahsediyorsunuz...
-Evet, epilepsiyi duymuştum ama epilepsinin böyle ataklarla felce gelen sonuçlara sebep olabildiğini hiç bilmiyordum. Keşke de bilmeseydim. Sadece filmlerden duysaydık ya da...
-Böyle amansız bir hastalığa kapıldığını ne zaman öğrendiniz?
-2017 Mart ayında kendisi Almanya’dayken öğrendik. İlk atağı orada geçirdi. Öncesinde hiçbir hastalığı yoktu. Epilepsi hele, yoktu böyle bir şey... Biz o an öğrendik. Hep kilosunu ayarlamak için mücadele ederdi ama daima çok sağlıklı bir insandı, spor yapardı. Kaslar ve sinir sistemiyle ilgili bir rahatsızlık olamazdı, bu durum bizi şoke etti.
-Almanya’da neler yaşanıyor da epilepsi teşhisi konuyor?
-Kardeşiyle orada bir şirket kurmuşlardı ve Yavuz onun başındaydı. Bir gece evinde sabaha karşı rahatsızlanmış ve hastaneye kaldırılmış. Haberi alınca babası hemen yanına gitti. Daha sonra orada yapılan tetkiklerde, Türkçe’de ‘iskemik atak’ diye tabir edilen bir felç geçirdiği söyleniyor. 15 gün hastanede sonra da rehabilitasyon için klinikte kaldı. Daha sonra da artık Türkiye’ye dönsün, bizimle olsun istedik.
-Sonra ne oldu?
-O dönem üniversite için çalışıyordu. Bir gün arkadaşı Erol ile birlikteyken Yavuz düşüyor. Bu ikinci atağıydı onun. MS (Emes) hastalığından şüphelendiler ama değildi ve üçüncü atak da zaten gecikmedi. Biz Amerika’ya gitmeden 15 gün önce. Hastaneden çıktıktan sonra dedik ki, “Biraz bizde dinlen. Daha sonra yine yalnız kalmak istersen kendi evine gidersin ama önce iyi ol.” Ki çok iyiydi de. Kendini zinde hissediyordu, sorun yoktu. Hatta öyle ki, biz yurt dışındayken bizim evde davet bile vermiş. İki gün öncesi sadece...
-Hastalık 2017’de başlamış. Ama bu hastalığın çaresi hiç yok muymuş?
-Her şey çok kısa sürede gelişti. 2017’nin Mart’ında başladı, 2017’nin Aralık’ında da zaten olan oldu. Sekiz ayda oluyor düşünün tüm bunlar.
-İntihar nedeni tamamen bu hastalık mıydı sizce?
-Evet, başka ne olabilir ki? Çok cesur, çok güçlü, çok hayatla barışıktı benim Yavuz’um. Benim tahminim ve inancım şu ki; o çok mükemmeliyetçiydi. Her şey çok iyi olsun isterdi. Bence o, bugünü değil yarını düşünerek böyle bir karar verdi. Böyle bir ızdırabı, böyle bir eziyeti ne yaşamak ne de yaşatmak istedi sanki. Çok okuyan biriydi. Gece yarılarına kadar okurdu. Dünyanın her yerindeki en iyi doktorlardan görüş alarak hastalığını araştırmış. Gelen atakların sıklaşacağını, zaman içerisinde yetilerinden bir kısmını kaybedeceğini öğrenmiş. Bunu da benimle paylaşmıştı.
'BİR GECE ÖNCE KAHVALTI İÇİN YER AYIRTMIŞ'
-Bunu size söyleyince ne demiştiniz ona?
-Ben de kabullenemedim. Böyle bir şeyi aklıma bile getirmediğim için “Mümkün değil oğlum, böyle bir şey olur mu? Kaç kişi bu hastalığı yaşayıp da iyileşti” demiştim. Tahmin ediyorum ki kendisi çok duyarlı ve cesur olduğu için ne bize o ızdırabı göstermek istedi ne yaşayacağı eksiklikleri... Kimseye muhtaç olmamak ve o eksikliklerle yaşamamak için bu cesareti gösterdi.
-Herhangi bir bunalım, depresyon durumu söz konusu muydu?
-Yok, hiç yoktu. Yanındaydık zaten biz, süreci hep birlikte yaşadık. Fakat eksikliklerinden sıkıntı yaşıyordu, bunu biliyorum. Bir an geliyordu eli titriyordu, bir an geliyordu konuşmada güçlük çekiyordu, bozukluk oluyordu. Ama doktorlar, bu durumun ilaçlarla geçeceğini söylüyordu. O ise buna inanmamış olacak ki... Nasıl buralara geldi aklım almıyor. Hatta bu intihar olayından bir gece evvel arkadaşlarıyla ertesi sabah için de Polonezköy’de kahvaltı için yer ayırtıp randevulaşmışlar. Demek ki hatıralarda daha iyi kalmak istedi. Yavuz’uma asla kızamam. İnsan yavrusuna kızabilir mi? O yaptıysa bir bildiği vardır. Ben sadece saygı duyarım. Acım hâlâ dünkü gibi çok taze.
-Yaşadığınız bu ağır olay size ne öğretti?
-Bir kere hayatta herkes her şeyi yaşayabilir. “Bu benim başıma gelmez” diye bir şey hiç yok. Kimse ne kınasın ne de dillendirsin. Bir gün bile kimse için hiçbir hadisede “Ay nasıl olur, bana yakışır mı?” gibi düşünceler içine girmemiştim. Hiç de girmem. Ama insanların da şunu bilmeleri lazım: Evlat kaybeden ilk aile biz değiliz. Evlat kaybeden tek anne de ben değilim. Hastalıkta, kazada, doğumda evlat kaybedenlerin acısıyla, benim acım arasında bir fark yok. Ben Mevlana felsefesine inanırım. Allah, “Ol” derse olur. Diyorlar ya, “Başbakan oğluydu. Nasıl yapar?” demesinler. Herkes her şeyi yaşar. Bizim yaşadıklarımıza bakın işte. Hastalık kime nasıl gelir hiç bilinmiyor. Ne para kurtarabiliyor ne de güç... Tıbbın da çaresiz kaldığı oluyor. Allah kimselere dermansız hastalık vermesin. Allah kimseye asla evlat acısı göstermesin.