Soner Koç* | Kronos Haber
Babacan’a soru: Zarrab’ın rüşvet çarkından haberin yok muydu?
DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan, Karar TV’de katıldığı televizyon programında hem 17-25 Aralık yolsuzluklarını kabul etti hem de operasyonların ‘adeta bir darbe teşebbüsü’ olduğunu söyledi.
Şöyle dedi Babacan: “17- 25 Aralık olaylarının iki yüzü var. Birinci yüzüne baktığımız zaman bu adeta bir darbe teşebbüsü. Bir ülkenin yargı mensuplarıyla kolluk kuvvetlerinin bir koordinasyon içerisinde yıllarca sürdüğü iddia edilen yolsuzluk ve rüşvet operasyonlarını biriktirip, 2014 yerel seçimlerine 3 ay kala eş zamanlı olarak, basına ve belli TV kanallarına haber olacak şekilde vermeleri, bu operasyonları yapmaları, bu iyi niyetli bir şey değil. Bu bir oyun. Kişinin gözaltına alınması için 17 defa rüşvet almasını beklemezsiniz ki. Bir, iki, üçüncüde operasyon yapılır değil mi? Neden kiminde 17’nciyi bekliyorsun kiminde 5’incide yapıyorsun. Hepsini paket ediyorsun, bir anda eş zamanlı operasyonlarla memleketin gündemine düşürüyorsun ve bunu da yerel seçimlerden 3 ay önce yapıyorsun. Bu F... terör örgününün bir kumpası. Bununla ilgili kim varsa sonuna kadar hesaplaşılmalı, cezalarını görmeli.”
‘DEMEK Kİ POLİS VE SAVCILAR SIRF HÜKÜMETE DARBE VURMAK İÇİN…’
Babacan, 17-25 Aralık operasyonlarını iki noktadan eleştiriyor:
Birincisi: “Neden farklı yolsuzluk dosyalarına aynı anda operasyon yapıldı?”
İkincisi: “Neden ilk rüşvet olayında operasyon yapılmayıp 17 defa rüşvet alınması beklendi?”
Bu soruların cevabına geçmeden önce dikkat çekelim; yolsuzluk ve hukuksuzluk almış başını giderken, AKP sonrası Türkiye iktidarına talip olduğunu söyleyen bir muhalefet partisi lideri, iktidarın yolsuzluklarını ortaya döken soruşturmayı “darbe teşebbüsü” olarak nitelendiriyor. Emin olun bu anlayışın Türkiye geleceğine en ufak, pozitif bir katkısı olmayacaktır. Bu mantık üzerine hareket eden siyasi liderler, yargıyı her zaman siyasetin bir müdahale alanı olarak görecekler ve hiçbir zaman yargı bağımsızlığını tesis etmeyeceklerdir.
Şimdi Babacan’ın iddiasını biraz açalım: 17-25 Aralık yolsuzluk operasyonlarının kumpas olduğu yönündeki propaganda, İstanbul Emniyeti Mali Şube ve Organize Şube tarafından yürütülen farklı soruşturmaların aynı anda, yani 17 Aralık 2013 tarihinde operasyona dönüştürülmesi üzerinden yürütülüyor. Eğer bu polis ve savcılar, cemaat kontrolünde birlikte hareket ediyor olmasalardı, farklı iki şubenin soruşturmasında aynı gün operasyon yapılmazdı, demek ki cemaat bu polis ve savcılara sırf hükümete darbe vurmak için operasyonlarını aynı gün yapmalarını söyledi, deniliyor. Bu nokta üzerinden, operasyonlardaki esas amacın, hükümete yönelik bir darbe girişimi olduğu söyleniyor. Ali Babacan da bu mantıkla, Erdoğan ve medyası ile aynı dili kullanıyor.
O zaman Organize Şube ve Mali Şube tarafından takip edilen iki ayrı yolsuzluk dosyasına neden 17 Aralık 2013 günü aynı anda operasyon yapıldığına buyrun beraber bakalım.
NISH İSTANBUL GRUBU, 17 ARALIK ÖNCESİ NAZMİ ARDIÇ VE YAKUP SAYGILI’YI NEDEN GÖREVDEN ALDIRMAK İSTEDİ?
17-25 Aralık soruşturmaları devam ederken, Organize Şube tarafından yürütülen bir başka soruşturmada, bazı emniyet çalışanlarının İstanbul’daki Nish İstanbul rezidanslarında bir ev kiraladıkları tespit ediliyor. Bu emniyet çalışanları kiraladıkları daireyi ofis olarak kullanıp, bazı muvazeneli işleri halletme ve karşılığında menfaat temin etme girişimlerinde bulunuyor. Çoğunluğu eski istihbaratçılardan oluşan bu grup, kendilerine yakın emniyet müdürlerini İstanbul Emniyeti’nin Terör, İstihbarat, Organize, Mali ve Narkotik Şubelerinin başına getirmeye çalışıyorlar. Bu amaçla birçok emniyet çalışanını fişliyorlar. Yaptıkları fişleme üzerinden, dönemin hükümet ve AKP yetkilileri aracılığıyla İstanbul Emniyetinde yapılan atamalara müdahil oluyorlar. Hatta o dönem İstanbul Emniyeti İstihbarat’tan sorumlu il emniyet müdür yardımcısı Ahmet Metin Turanlı ve İstihbarat Şube Müdürü Ahmet Arıbaş aracılığıyla da İl Emniyet Müdürü Hüseyin Çapkın’ı etki alanlarına alıyorlar. Yapılan soruşturmada bu grubun İstanbul Emniyetindeki atama ve tayinlerde etkili olduğu ortaya çıkıyor.
İşte bu grup, 17 Aralık öncesinde, Organize Şube Müdürü Nazmi Ardıç ve Mali Şube Müdürü Yakup Saygılı’nın da içerisinde olduğu birçok şube müdürünü görevden aldırmak için bir atama listesi hazırlıyor. Organize ve Mali Şube’ye yeni atanacak isimler de belirleniyor. Hatta aynı tarihlerde, o dönemki Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele (KOM) Daire Başkanı Mehmet Yeşilkaya Ankara’dan İstanbul’a gelerek il emniyet müdürü Hüseyin Çapkın’a sürpriz bir ziyaret gerçekleştiriyor. Bu ziyarette Nazmi Ardıç ve Yakup Saygılı’nın görevden alınmasını talep ediyor. Bu görevden alma talebinin 17 Aralık operasyonun hemen öncesinde olduğunu dikkatlerinize çekiyorum. Ayrıca Nazmi Ardıç ve Yakup Saygılı’nın görevden alınmasını talep eden Mehmet Yeşilkaya, KOM Daire Başkanı olmadan önce TBMM Koruma Daire Başkanlığı yapan, yani AKP milletvekili ve bakanlara yakın bir isim. Ancak Nazmi Ardıç ve Yakup Saygılı’nın, kendilerinin görevden alınması yönündeki talepten haberleri oluyor. Diğer taraftan Nish İstanbul rezidanslarında toplanan eski istihbaratçı grup da hazırladığı atama listesini dönemin il Emniyet Müdürü Hüseyin Çapkın’a sunuyor. Organize, Mali ve Terör birimlerine atanacak yeni emniyet müdürlerini belirleyen bu atama listesindeki isimlerin tamamına yakını ise dönemin AKP il ve ilçe teşkilatlarıyla içli dışlı olan kişilerden oluşuyor. Soruşturmayı yürüten savcılık bu nedenle olası sızma ve yolsuzluk soruşturmasının deşifre olma ihtimalini masaya yatırıyor. Yolsuzluk soruşturmalarının başında olan Organize Müdürü Nazmi Ardıç ve Mali Şube Müdürü Yakup Saygılı görevden alındığında, yerine gelecek yeni isimlerin AKP il ve ilçe teşkilatlarına yakın isimler olduğu ortada olduğundan, savcılık aynı anda operasyon yapılmasına karar veriyor.
İşte süreç bu.
Eğer Organize ve Mali şubenin elindeki iki ayrı yolsuzluk dosyasına, 17 Aralık günü aynı anda operasyon yapılmamış olsaydı, o dosyalara bir daha asla operasyon yapılamayacaktı. Yapılan ilk operasyondan sonra Nazmi Ardıç ve Yakup Saygılı görevden alınacak, ya Organize Şubenin ya da Mali Şubenin elindeki yolsuzluk dosyası rafa kaldırılacaktı. Yukarıda belirttiğim grup tarafından hazırlanan atama listesi, 17 Aralık operasyonundan hemen sonra devreye sokuldu. Organize Şube’nin çalışmalarında tespit ettiği bütün isimler İstanbul Emniyetine şube müdürü olarak atandılar ve bu kişilerin birçoğu halen görevde. Ancak aradan geçen yaklaşık 8 yıllık sürede bir tane dahi yolsuzluk operasyonu yapmış değiller. Çünkü tamamına yakını partili polisler. Eğer Nazmi Ardıç ve Yakup Saygılı, 17 Aralık günü bu operasyonları yapmamış olsalardı, 8 yıldır tek bir yolsuzluk operasyonu yapmamış siyasi parti güdümündeki sözde polisler, 17-25 Aralık dosyası gibi bir dosyaya operasyon mu yapabilecekti?
BABACAN ASLINDA ‘RÜŞVETTEN İŞLEM YAPIP DOSYAYI KAPATSAYDINIZ’ DİYOR
Babacan, 17-25 Aralık operasyonlarına dair ikinci eleştirisini, “Bir kişinin gözaltına alınması için 17 defa rüşvet almasını beklemezsiniz ki. Bir iki üçünde operasyon yapılır değil mi?” sözleriyle yöneltiyor. Babacan bu sözleriyle, uluslararası bir kara para aklama ve yasa dışı altın ticareti trafiğini sadece bir rüşvet olayına indirgiyor. Özetle; ilk rüşvet olayında işlem yapıp dosyayı kapatsaydınız da şu an tüm detaylarıyla karşımızda duran bu uluslararası rüşvet çarkı ortaya çıkmasaydı, diyor.
Öncelikle Organize ve Mali Şube bir soruşturma yürütürken, suçun sadece görünen şüphelilerini değil, arkasındaki gerçek ve karanlık gücü bulmayı hedefler. Bu durumu bir örnek üzerinden anlatmak istiyorum. Mesela bir memurun rüşvet aldığına dair ihbar geldiğini ve Mali Şubenin bu memuru takip etmeye başladığını düşünelim. İlk tespit ettiğimiz rüşvet olayında, sadece memur ve rüşvet parasını getirip veren kişi vardır. Mali şube, bu rüşvet olayını takip edip, kamera görüntüsü, telefon dinlemesi ve fiziki takip gibi işlemlerle delillendirir. Ancak operasyon yapıp şahısları gözaltıma almaz. Çünkü bu noktada yaparsa, rüşvetin gerçekte sadece memurda mı kaldığını, yoksa memurun üst müdürlerine gidip gitmediğini anlayamaz. Diğer taraftan parayı memura veren kişinin bir aracı mı yoksa rüşveti veren gerçek kişi mi olduğunu da bulamaz. Bu nedenle takip etmeye devam eder. Bazen tüm rüşvet çarkını ortaya çıkarmanız aylar sürebilir. Yaptığınız aylar süren takipler sonucunda; memurun aldığı rüşveti amiri ve müdürünün talimatıyla aldığı, memurun gelen rüşvetten sadece ufak bir pay alarak tüm parayı müdürüne verdiği ortaya çıkabilir. Diğer taraftan ilk rüşveti getiren kişinin sadece bir aracı olduğu, gerçekte rüşveti gönderen kişinin farklı kurumlarda çalışan onlarca memura da rüşvet yolladığı ortaya çıkabilir. Bu nedenle Mali şube tüm bu organizasyonu çözdükten sonra operasyon yapar. Yoksa diğeri, sadece bataklıkta sinek avlamaya benzer. İşte Babacan yaptığı açıklamayla; polis neden yolsuzluk bataklığını kurutmaya çalıştı, sadece birkaç sineği avlasaydı yeterdi diyor.
17 Aralık yolsuzluk dosyasında baktığımızda; Reza Zarrab’ın Rusya’da yakalanan valizler dolusu milyon dolarları ile başlayan bir süreç var. Ardından altın dolu olarak Atatürk Havalimanı’na inen bir uçağa, el konulması gerekirken evraklar üzerinde içeriğinin değiştirilerek ülkeden ayrılmasına izin verilmesi ve devamında yürütülen uzun soluklu soruşturmayla uluslararası bir altın kaçakçılığının deşifre edilmesi söz konusu. Bırakalım Babacan’ın dediği gibi ilk tespitte operasyon yapılmasını, Atatürk Havalimanında içerisinde 1.5 ton altın bulunan ve el konulması gereken bir uçağa, gümrük memurları tarafından 18 gün boyunca dokunulamıyor bile. Üstelik gümrük memurları tarafından uçakta 1.5 ton altın bulunduğu tüm kanıtlarla tespit edilmiş olmasına rağmen bu yaşanıyor. Siyasilerin koruma kalkanı altında olan bu uçağın, 18 gün sonra uçuş güzergahı, içindekilerin nevi gibi bilgileri gösteren evrakları sahteleriyle değiştirilerek, uçmasına göz yumuluyor. İşte soruşturma burada başlıyor.
Soruşturmanın en başında bazı gümrük görevlilerine üstleri tarafından çarpık emirler verilmesiyle başlayan süreç, Reza Zarrab’ın ilişki ağının çözülmesiyle daha da karmaşık bir hale geliyor. Mali Şube, şüphelileri takip etmeye devam ettikçe, Reza Zarrab’ın onlarca ayrı dalda illegal faaliyetler yürüttüğü ve bu faaliyetlerinin her birisinin ayrı ayrı suç teşkil eden eylemler olduğu görülüyor. Örneğin bir yandan illegal olarak para ve altı trafiğini yönetirken, diğer yandan bu trafiği devam ettirebilmek için siyasilerle ilişki geliştirme adına rüşvet ağı kuruyor. Reza Zarrab’ın, belediyelerden bakanlıklara kadar geniş bir ağa sahip olduğu görülüyor ve bu trafikte tespit edilen herkes soruşturmaya dahil ediliyor. Babacan’ın mantığıyla bu soruşturmaya bakacak olursak; soruşturmanın en başındaki gümrük görevlilerine işlem yapıp dosyayı kapatsaydınız da, Reza’nın bakanlarla girdiği bu rüşvet çarkı ortaya çıkmasaydı diyor. Ekonomi dehasıyla övünen Babacan’ın söylediği maalesef bu.
BABACAN, REZA ZARRAB’DAN KİRLİ İLİŞKİLERİNDEN HABERDAR MIYDI? TABİİ Kİ HABERDARDI
17-25 Aralık operasyonları a imza atan savcı ve polisleri, neden ilk rüşveti tespit ettiklerinde operasyon yapmadılar diye suçlayan Babacan, acaba 17-25 Aralık operasyonları öncesinde Reza Zarrab’ın kirli ilişkilerinden haberdar değil miydi? Tabii ki haberdardı. Peki ne yaptı? Hiçbir şey.
17 Aralık dosyasının fezlekesinde bazı telefon görüşmelerine yer verildikten sonra aynen şu tespit yer alıyor, “Görüşmelerden, Sedef isimli şahsın, Rıza Sarraf'ın hızla yükselişinin Ali Babacan gibi bazı bakanların dikkatini çektiği ve Rıza Sarrafın bu yükselişinin arkasında kabineden bazı bakanların desteğini aldığı yönünde şüphelerin olduğu ve bu durumun bakanlar arasında rahatsızlık oluşturduğu yönünde duyumlar aldığını söylediği anlaşılmıştır. ” Yani fezlekeye göre Ali Babacan, Reza Zarrab’ı tanıyor, hızlı yükselmesi dikkatini çekiyor, bu durumun altında kabineden bazı bakanlar olduğunu düşünüyor, ama kendisi Başbakan yardımcısı olmasına rağmen kılını kıpırdatmıyor. Diğer taraftan bu kirli rüşvet ilişkilerinin gereğini yapan savcı ve polisleri suçluyor.
17-25 ARALIK SONRASI NE YAPTI BABACAN? İSTİFA MI ETTİ? YAGIYA GİDİP BİLDİKLERİNİ Mİ ANLATTI?
17-25 Aralık operasyonları öncesinde Reza Zarrab’ın bakanlarla girdiği kirli ilişkileri bilmesine rağmen hiçbir şey yapmayan Babacan, 17-25 Aralık operasyonları sonrası ne yaptı? Operasyonlar neticesinde görüntülerle, para kasalarıyla, ses kayıtlarıyla her şey ortaya döküldü ve bunların gerçek olduğunu herkes kabul ediyor. Peki bu esnada Başbakan yardımcısı olan Babacan ne yaptı? Yine hiçbir şey. İstifa etme erdemini dahi gösteremedi. Eğer savcı ve polisler ilk rüşvet olayında operasyon yapsalardı, acaba Babacan Reza Zarrab’ın hangi bakanla ne tür bir ilişkisinin bulunduğunu yargıya gidip anlatır mıydı? Veya istifa edip, bunun hesabının sorulması lazım diyebilir miydi?
17-25 Aralık dosyalarına baktığımızda, dönen kirli ilişkilerin o dönem Başbakan yardımcısı olan Babacan’ın sorumluluğunda bulunan kurumlarda döndüğünü görüyorsunuz. Kendi sorumluluğu altında bulunan devlet kurumlarında dönen kirli ilişkileri bilmesine rağmen gereğini yapmayan Babacan, bu kirli ilişkilere aylar süren takip ve soruşturmayla operasyon yaparak devletin namusunu kurtaran şerefli savcı ve polisleri neden ilk rüşvette işlem yapmadınız diye suçluyor. Vallahi pes!
RÜŞVETTEN TECAVÜZE, AKP’NİN BİR KEREDEN BİR ŞEY OLMAZ ANLAYIŞI!
Babacan’ın neden ilk rüşvet olayında hemen operasyon yapmadılar sözü, bana 2016 da Ensar Vakfı’nda yaşanan çocuk tecavüzleri nedeniyle dönemin bakanı Sema Ramazanoğlu’nun “bir kere yaşanmış” bir olay diyerek savunma yapmasını hatırlattı. Bu açıklaması sonrasında Sema Ramazanoğlu hakkında gensoru önergesi verilmiş ama AKP’li milletvekillerinin oylarıyla gensoru reddedilmiş ve olayın üzeri kapatılmıştı. Ali Babacan bu dönemde AKP milletvekiliydi. Gensoru önergesinin reddedilmesi sonrasında AKP milletvekilleri, çocuk tecavüzleri için bir kereden bir şey olmaz diye açıklama yapan bakanı tebrik kuyruğuna girmişlerdi.
Eğer 17 Aralık soruşturmalarında ilk rüşvette operasyon yapılmış olsaydı, aynen Sema Ramazanoğlu gibi, Babacan’ın da bir kereden bir şey olmaz diyeceğine emin olabilirsiniz. Çünkü Babacan, Zarrab’ın işlediği suçların farkındaydı. Bir kamu görevlisi olarak Türk Ceza Kanuna göre bu suçları savcılığa bildirmesi gerekirken bildirmedi. Bence Babacan, polisin nasıl yolsuzluk soruşturması yapması gerektiğini tarif etmesi yerine, kendi işlediği bu suçu anlatmalı.
* Soner Koç | Güvenlik Uzmanı, Eski Polis