Siz de benim gibi, "Nasıl daha çok ve verimli çalışabilirim" sorusuna
cevap aramaktan çok, "Nasıl çalışır gibi göründüğüm halde, daha çok dalga geçebilirim?" sorusuna cevap vermeyi önemseyenlerden iseniz (ki asla
tavsiye etmem!), sizi
sanal âlemde kısa bir gezintiye davet ediyorum.
Konumuz bilimin magazin haline getirilmiş biçimi, bir nevi "Scient fiction". Kelimeyi böyle yazdık diye hemen kaleme sarılıp, "İlle de Frenkçe lâf etmek zorunda mısın be ukalâ adam?
Bilim-kurgu yazsaydın anlamaz mıydık?" diye bana ta'n edip lâf yetiştirmeye çabalamayınız efendim. Scient fiction, bilim kurguya göre daha hanım hanımcık, daha "prezantabl", daha -ne bileyim?" saygıdeğer ve âlüfte bir görünüşe sahiptir bir kere. Bilim kurgu ise mektepten yeni
mezun, hevesli ama kabiliyetsiz acemi mimar çocukların kenar mahallelere diktiği toplu konutları gibi renksiz, sevimsiz, donuk bir duruş sergiliyor. Üstelik "Sayn fikşın" derken ağzın ve dudakların almış olduğu şekil de pek şık duruyor.
Şaka
şaka!
Bir nevi bilim kurgu'da kalmıştık... Gazetelerimizin web sayfaları "kendimi daha çok nasıl tıklatabilirim?" hesabı üzerine ayakta durduğu için, benim gibi çalışmak, bir şeyler okumak yerine hem ilginç şeyler seyredip, hem de "Vay canına, dünyada bakınız neler neler oluyormuş da haberimiz bile yok" diye iç geçirip ibretle titreyen aylâk takımı için fevkalade bilgi verici ve işe yaramaz fotoğraf galerilerinden birine toslamamak kabil olmuyor. İşte bir yenisi: "Bu olaylar açıklanamıyor" şeklindeki kışkırtıcı başlığın üstündeki resim de nedir öyle? Şöyle yazıyor: "Bu daire şeklindeki taş oluşumları 30 metre çapındadır ve Loch Ness gölü dibinde görüntülenmiştir."
Bakıyorum fotoğrafa, hiçbir şey anlamıyorum; daha doğrusu taş oluşumu filan görmüyorum, "Zahir doğrudur, koca
gazete yalan yazacak hali yok ya" deyip ikinciyi tıklıyorum. Peru'da bulunan kafatası üzerinde yapılan analize göre bu kurukafanın sahibi vaktiyle bizimkinden daha iri ve ağır bir
beyin taşıyormuş...
İyi de bana ne?
Kayısıya bir faydası var mı arkadaşlar bu bilginin, tütüne, incire, işsizliğe, et fiyatlarına,
Ramazan pidesine bir faydası var mı? Geçiyorum 38. fotoğrafa. A, bir tanıdık. Pîrî Reis'in
haritası. 1513'te Pîrî Reis'imizin çizdiği haritada nasıl oluyormuş da
Güney Kutbu görünebiliyormuş da, o sahiller 1818'de keşfedilmiş de... Ama daha dudak uçuklatıcısı şu: Harita, kıtanın 6 bin sene buz
altında kalmış kısmını da gösteriyor imiş... ve bu açıklanamıyormuş! Vay canınaymış!
Piri Reis acaba uzaylıların arabasına mı binmiş imiş, yoksa Hazreti Nuh'un tufan esnasında sığındığı geminin mürettebatından biri olarak binlerce yıl yaşayıp da bizlere esrarengiz bilgiler mi ulaştırmış imiş?..
Başka? Efendim şekilde görülmekte olan şu Kolomb öncesi devirlerinden kalmış olan altın broş, Güney Amerika'da bir mezarda bulunmuş olup, neredeyse tam bir uzay gemisi şeklini gösterdiğinden acaba bunlar uzaydan mı gelmişler imiş?
50 milyon yıldan beri orada durmakta olan taşlaşmış bir lâv tabakası içinden, insan eliyle yapıldığı besbelli bir çanakla bir çomak çıkmış; vay canına, bundan elli milyon yıl önce dünyada insan soyu var mı imiş?
Vesaire, vesaire vesaire... Hiçbir mahzuru yoktur; fotoğrafların üstüne tıklayarak fasıldan fasıla geçer, hayretlerden hayretlere düşebilirsiniz; ilmin sonu yoktur, palavranın da, en kelepirinden sayns fikşının da elbette...
İnsanlar "açıklanamayan olay-lar"a bayılırlar; iki kafalı yılan, Afrika'dan büyük fedakârlıklarla getirtmiş olduğumuz yarısı insan yarısı kız mahlûk, Peru dağlarına köylülerin binbir zahmetle kazdığı uzay haritaları sırf açıklanamadığı için dikkat çekicidir fakat açıklanabilir şeylere sıra gelince merakımız pörsür, ilgimiz dağılıverir, çünkü sıradandır, çünkü mantıkla izah edilebilmektedir, çünkü iler-tutar bir tarafı vardır. Örnek verelim; bir fasulye tanesini ıslanmış pamuğun içinde yatırır, bir bardağın içine koyarak ılık bir yerde sekiz-on gün bekletirseniz ne olur?
Siz söylemeyin; ben cevap vereceğim: Açıklanması çok zor, hatta imkânsız bir şey olur; bir mucize gerçekleşir, o
kuru fasulye tanesini tam ortasından yararak dışarı çıkan
küçük bir filizcik, canlı haline gelir.
Fasulye tanesi cansızdır; fasulye filizi canlı.
Bu
akıl almaz bir şeydir, ayın dünya etrafında dönüp durmasına rağmen uzaya fırlayıp kaybolmaması mucizedir, kırk kere de açıklasalar anlayamam. Ayrıca içi tandır gibi kızgın ateşle kaynayan dünyamızın üstünde nasıl olup da üçte iki miktarında denizin kaynamadan durabilmesine de akıl erdiremem ve bu kadar suyun niçin daha ilk dönüşte uzaya dökülmediğini de havsalama sığdıramam.
Yerçekimi denilen garip yutturmacaya beni kimse inandıramaz. Sular alçağa akar, güney denizindeki sular aşağı dökülür...
İki insanın konuşup anlaşabilmesi "açıklanabilir fakat anlaşılamaz mucizelerdendir" bence meselâ. Alfabe müthiş bir icattır ve kesinlikle bir dünyalıya ait olamaz. Sadece yirmi küsur harfle dünyanın bütün kelimelerini ve anlamlarını yazıp, yazdıklarımızı anlayabilmek, mucize üstü bir şeydir.
Bir kadının, doğurduğu bir bebeğe, bir saniye ara vermeksizin en az sekiz on sene -arasız fasılasız- ilgi göstermesi, onu sevmesi, hayatta tutması ve ona katlanması akıl dışı bir hadisedir. Bilim, "analık" denilen şeyi açıklasın, alnını karışlayayım hemen...
Lav akıntıları arasında bulunan çanak çomağa gelene kadar gün
akşam olur. Etrafımızda o kadar çok açıklanamayan olay olup bitiyor ki?
Anayasa reformuna "
Hayır" diyenlere bakalım meselâ; arkadaşlar- mucize dediğiniz daha bundan başka nedir ki?