Avukat Nurullah Albayrak/ TR724.com
Siyasi iktidar mensupları ve yandaşları başta olmak üzere, bu rüzgârdan etkilenen ya da zihin altyapısında olumsuz duygu besleyen insanlar tarafından bizlere, terörist, ajan, hain, katil suçlamaları gibi onlarca ithamda bulunulmakta. Bu ithamlar bireyselleştirilmediği gibi bugüne kadar işlenen ne kadar suç varsa hepsi topluca ayrı ayrı her birimizin hanesine yazılıyor. Bu ithamlarda bulunan insanlar söylediklerine gerçekten inanıyor mu onu zaman gösterecek, ancak bu ithamlarda bulunan insanlara somut olarak ‘sana ne yapıldı’ diye sorulduğunda ya ‘hiçbir şey’ ya da ‘gerçekten bu mu’ denilecek cevap almak mümkün.
Şu an ‘okçular tepesinde mücadele verdiğini’ ya da ‘cihat’ yaptığını söyleyen yargı mensuplarına sorulduğunda alınan cevaplardan birkaç örnek verdiğimde ne dediğimi daha net anlayacaksınız…
Halen Ankara’da bu tür soruşturmaları yürüten savcıya, ‘neden bu kadar saldırganca davranıyorsunuz, siz de Cemaatin okuluna çocuğunuzu gönderdiniz’ mealinde soru sorulduğunda verdiği cevap, ‘Ankara’ya tayin istedim HSYK benim tayinimi Urfa’ya çıkarttı’ şeklinde olmuştur.
Başka birisi, ‘Çocuğum için üniversite sınavına hazırlık kitapçıklarını almak için Zaman gazetesine abone olmamı zorunlu tuttular’,
‘Çocuğumu okula kaydettirmek istedim çok az indirim yaptılar’,
‘Kendilerine yakın isimleri başsavcı ya da mahkeme başkanı yaptılar’ şeklinde cevap verdiklerine bizzat şahit oldum.
Bunca insana zulmeden, hamile kadınları hastanelerde, yeni doğum yapmış kadınları doğumhanenin kapısında gözaltına aldıran ve tutuklayan savcı ve hakimlerin yaptıkları ‘cihadın’ gerekçesi, istediği yere tayininin çıkartılmaması. Oysa, o zavallı kadın ve hayata gözlerini yeni açmış masum bebeğin yaşananlardan, hâkim savcıların neden tayin edilmediğinden, buna kimin ya da kimlerin sebebiyet verdiğinden, kendilerinin bunlarla ne ilgilerinin olduğundan haberleri bile yok.
KARAR VERMEMİZ GEREKEN…
Etrafımızdaki diğer insanlara sorsak ya benzer cevaplar ya da ‘hiç’ cevabı alacağımızdan da herhangi bir şüphem yok. Aslında bu insanların ne düşündüğünden neye inandıklarından çok kendimiz neye inanıyoruz ona karar vermeliyiz. Kendi adıma, iddia edilen bu ithamların hiçbirinin muhatabı olmadığımı, hata, kusur denilebilecek davranışlarımın olabileceğini, ancak asla suç sayılabilecek bir davranış içinde olmadığıma inanıyorum. Bu ithamlara maruz kalan insanların da, insan olmaktan kaynaklı kusurlarının olabileceğine, ancak bir suç içerisinde olmadıklarına inanıyorum. Bu kanaate de yüzlerce iddianame ve mahkeme kararı okumuş biri olarak ulaştığımı söyleyebilirim. Objektif olarak bu iddianameleri okuyan herkesin de aynı kanaate ulaşacağına inanıyorum.
Toplumsal algıyı etkilemek için çalışanlar suçlu olduğumuzu kabul ettirmek için çok ciddi mücadele ediyor. İktidarıyla, muhalefetiyle, medyasıyla, halk kitleleriyle sistemli bir şekilde buna çalışıyorlar. Yargı ve kolluk mensuplarının çalışma sisteminin de kabul ettirme (itiraf adı altında suç kabulü) üzerine kurulu olduğu düşünüldüğünde, bu algının etkisinde kalanlar ‘Reis Bey’ filminde yer alan replik gibi, ‘ben ne yaptım, uykuda, baygınlıkta, annemim karnında, babamın kanında hangi suçları işledim’ şeklinde düşünmeye başlarlar ki tam olarak muhatapların bizden istediği de budur.
Eğer masum olduğumuza inanıyorsak, ki öyleyiz, bunu ispatlamanın sadece kendimize değil, ailemize, akrabalarımıza, arkadaşlarımıza ve topluma karşı bir sorumluluk olduğuna inanmamız gerekir.
Kontrolümüz dışında yaşanan pek çok sorun, sıkıntı ve zorlukların olduğu muhakkak. Buna rağmen, inancımızı ve sahip olduğumuz bilgileri kullanarak, mevcut zorlukları yenebilme ve yaşanan sıkıntıları sonlandırma olanaklarının mevcut olduğu bilinmelidir. Yeter ki buna inanıp, sıkıntıları sonlandırma adına mücadele etme azmine sahip olalım.
DOĞRU VE ZAMANINDA HUKUKİ MÜCADELE
Bu kapsamda bize düşen en önemli görev hukuki mücadelenin doğru ve zamanında yapılmasıdır. Hukuk fakültesi öğrencisi olduğum dönemi de dahil edersek 25 yıldır yargılamaları takip eden birisi olarak; ülkemizde hukuk mücadelesinin her zaman zor olduğunu, ancak hiçbir dönemde bu süreçte olduğu kadar zor olmadığını iyi biliyorum. Ancak, şunu da çok iyi biliyorum ki, yaşatılanların haksız ve hukuka aykırı olduğuna mahkemeler tarafından er geç karar verilecektir. Bunu da sadece kendi hukuk bilgime göre değil, insan hakları ve AİHM yargılamaları konusunda uzman olan hukukçuların değerlendirmelerine göre söylüyorum. Bu durum tahmin, beklenti, umut değil bilgi ve hakikattir.
Bu neticeyi almak ve alınacak neticenin süresini kısaltmak, bizler tarafından usulüne uygun olarak hukuki mücadele yapılmasına bağlıdır. ‘Hakimler-savcılar bizi dinlemiyor, mahkemeler savunma bile almadan karar veriyor, Yargıtay zaten örgüt kararı verdi, avukatlar bile itirafçı olun diyor, AYM başvurulara cevap bile vermiyor, AİHM başvuruları reddediyor’ şeklinde düşüncelere kapılmadan, hak verilmez alınır inancıyla sonuna kadar mücadele edilmelidir.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) tarafından bugüne kadar verilen kararlar olumsuz ve bundan sonrası için de olumlu bir karar vermesi mümkün değil şeklinde yanlış bir düşünce var. Bu düşünce doğru olmadığı için öncelikle doğru olmayan bu düşüncenin düzeltilmesi gerekir.
AİHM’E BAŞVURMAYI İHMAL ETMEYİN
AİHM bugüne kadar iki ayrı konuyla ilgili karar verdi. Birincisi, KHK ile ihraç edilenler tarafından yapılan başvuru, ikincisi ise tutukluluk konusunda yapılan başvuru üzerine verilen kararlar.
KHK ihraçla ilgili AİHM’nin verdiği karar, olumsuz gibi olsa da beklenen ve tahmin edilen bir karardı. AİHM, verdiği kararla ihraçların doğru olduğu şeklinde değil, ihraç kararlarının öncelikle iç hukukta değerlendirilmesi gerektiği şeklindedir. Zor olduğu bilinmekle birlikte, AİHM’nin iç hukukun etkili olmadığını kabul ederek bir karar vermesi için mücadele edildi, ancak beklenildiği şekilde bir karar vermedi. Yine de bu durum AİHM’nin ileride iç hukukun etkili olmadığına dair bir karar vermeyeceği anlamına gelmemektedir. Eğer, OHAL Komisyonu başvuruları gerektiği gibi değerlendirmez ya da makul denilebilecek süre içerisinde karar vermezse, etkili olmadığı gerekçesiyle yeniden AİHM’ye başvurusu yapılabilir. Bu durumda AİHM, başvuruyu inceleyip esasla ilgili karar verebilecektir.
İkinci konu ise haksız tutuklulukla ilgili yapılan başvuruya AİHM’nin verdiği karar. Bu konuda AİHM, AYM’ye başvuru yapılmamış olmasını gerekçe göstererek öncelikle AYM başvurusu yapılması şeklinde karar verilmiştir. AİHM’nin ret gerekçesi sadece usulü eksikliktir. Bu karar gereğince de öncelikle AYM’ye başvuru yapılması, makul bir süre beklenmesine rağmen AYM’den karar çıkmaması durumunda AİHM’ye başvurulması mümkündür. AİHM, özellikle tutukluluk konusunda öncelik değerlendirmesinde değişiklik yapmıştır. Usulüne uygun başvuru yapıldığında tutukluluk konusu AİHM tarafından öncelikli olarak incelenecektir.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin şekle dikkat ettiği unutulmayarak, usule uygun başvuru yapmak ve süreci doğru takip etmek önemli. Başvuruların usulden reddedilmemesi için insan hakları konusunda yardımcı olmaya çalışan aktivist hukukçular tarafından kurulan internet sitelerinde paylaşılan açıklamaların dikkatle takip edilmesi usule uygun başvurular için yeterli olacaktır.
AİHM tarafından ihlal kararı verildiğinde bu karara bizim mahkemelerimizin uyması yasal zorunluluktur. Bizim mevcut hukuk sistemi anlayışına göre bile AİHM kararına uygun değerlendirme yapılacaktır. Ceza Muhakemesi Kanununun 311.maddesinin f bendinde de AİHM kararları yargılamanın yenilenmesi gerekçesi olarak düzenlenmiştir. Açık yasal düzenlemeler karşısında, AİHM tarafından ihlal kararı verildiğinde uygulanacağı konusunda tereddüde gerek yoktur.
Bu nedenlerle AİHM’ye yapılacak her bir başvurunun hem kendi hak ihlalimiz hem diğer başvurulardaki ihlaller için sonuç almayı sağlayacağı düşünülerek, yılmadan süreçleri takip etmeliyiz.
Unutulmamalıdır ki; ümit ve haklı olma düşüncesi, insana dinamizm kazandırır, aksi düşünce ise pasifliğe sevk eder. Haklı olmamız ve buna olan inancımız hukuki mücadelede ihtiyacımız olan cesareti verecektir.