Abdullah Aymaz / samanyoluhaber.com
Mağara ve İçindekilerin durumu
Kur’an-ı Kerim Ashab-ı Kehf’in içinde bulundukları mağarayı ve kendilerinin vaziyetlerini şöyle anlatıyor:
“Baksaydın, güneşin doğduğu zaman mağaranın sağ tarafına yöneldiğini, batarken de sol taraftan onları makaslayıp geçtiğini görürdün. Onlar, mağaranın geniş bir yerinde idiler. İşte bu Allah’ın mucizelerindendir. Allah kime hidayet ederse, işte o, hakka ulaşmıştır; kimi de hidayetten mahrum ederse, artık ona doğru yolu gösterecek bir dost bulamazsın. Bir de onları mağarada görseydin uyanık sanırdın. Halbuki onlar uykudadırlar. Biz onları sağa sola çevirirdik. Köpekleri de girişte ön ayaklarını ileri doğru uzatmıştı. Eğer onları görseydin, arkana bakmadan kaçardın; içinde korku ile dolardı.” (18/17-18)
Mağaranın yeri hakkında ayrı ayrı görüşler var… Anadolu’da diyenler… Şam’da diyenler Endülüs’te Gırnata civarında Loşe’de diyenler… Daha başka yerlerin isimlerini söyleyenler de var… Aslında Kur’an-ı Kerim yer ve zaman vermeden bahsederken, bunların hepsini bazı benzerliklerinden dolayı içine alabilecek şekilde içlerinden, en orijinal ve en dikkat çekenin kıssasını anlatıyor. Pek çok devirlerde zalimlerin zulümlerine uğrayan müminler böyle mağaralarda saklanmışlardır. Kıssa, hisse almak içindir. Teferruatta boğulmadan meselenin özüne ulaşmaya çalışalım. Kıssa anlatılırken, dekor ve malzeme olarak, aksesuar olarak kullanılan kelime ve cümleler çok mühimdir, onlardan istifade etmeye bakalım…
Elbette bu mesele Allah’ın âyet ve mucizelerindendir. Şöyle veya izah etmeye yeltenmek uygun olmaz. O’nun (c.c.) kudreti her şeye yeter… Bizim buradaki bazı aktarmalarımız, maddî bir anlayışla, bazılarının bu gerçeği inkara kalkışmalarına karşı akla yaklaştırmak için tespit edilen bazı hakikatlara işaret etmekten ibarettir.
Cenab-ı Hak, onları mağarada uzun süre uykuda bırakıyor. Burada ancak akla yakınlaştırmak için bazı tahlillerde bulunacağız. Yoksa Yaradanın kudreti için hiçbir mani yoktur. NASA yeraltındaki mağaralarda bazı kişileri uzun süre bırakıyor. Bu yerlerde uzun süre kalmanın tesiri araştırılıyor. Mağarada uzun süre kalmak mümkün. Mesela, bir Yugoslav, rekor kırmak için mağarada iki sene kalıyor. 1964’te Antonia Senni mağarada 125 gün kalıyor ve uyku ritminin 72 saate çıktığı görülüyor. Bizim bir günümüz dünyanın kendi ekseni etrafındaki dönüşü kadardır, yani 24 saattir. Halbuki Senni’nin bir günü 72 saat olmuş oluyor.
1968-1969’da Olliver obruğunda, Engender üç ay kalıyor. Onun da bir günü 48 saate tekabül ediyor. Mağarada yaşayanların kafalarına EEG (Beyin grafisi) aleti bağlanıyor. Yine vücutlarına kalp atım ve ritmi tayin eden EKG (kalp grafisi) ve vücut sıcaklığını ölçen derece konuyor. 1972’de Siffre adlı bir kişi, Teksas’ın batısındaki bir mağarada Nice yakınında 205 gün kalıyor.
Ayrıca Olliver obruğunda 6 derece sıcaklıkta Scarssin mağarasında sıfır derecelik sıcaklıkta çeşitli kişiler uzun süre tecrübeye tabi tutulmuş. Mesela Mairetet ve Brobecher bunlardan ikisidir. Bu şahısların bir günleri de 27 saatlik zamana tekabül ediyordu.
Hayvanların kış uykusuna yattığı malum. Kış uykusunda hayvanlar hayati faaliyetlerini oldukça azaltırlar. Mesela yarasanın dakikada 1200 defa atabilen bir kalbi olmasına rağmen kış uykusuna yattığında kalb atım sayısı dakikada dörde düşmektedir.
NASA’nın sıfır derece ve altı derecede mağaralarda uzun süre bazı kişileri bıraktığını hatırlayalım… Ayette de güneş ışınlarının Ashab-ı Kehf’i yalayarak geçtiğini düşünürsek mağara ısısının düşük olduğu ortaya çıkar. Şüphesiz Yaradan, sebeplere tevessül etmeden her şeyi yapmaya kadirdir. Belki de Ashab-ı Kehf’i uzun süre hipotermi vasatında uyutmuştur.
Uykunun bir ve ikinci dönemlerinde sağa ve sola dönmeler sıktır. Ashab-ı Kehf’in uykusu bu fizyolojik hadiseye uyması muhtemeldir. Uzun süre yatakta yatan hastaların kalçalarında ülser meydana gelir. Buna “decübitis ülseri” denir. Bunu önlemek için hastalar sağa ve sola çevrilir. Cenab-ı Hak da Ashab-ı Kehf’in decübitis ülserine uğramaması için bunları sağa ve sola çevirmiştir.
Ashab-ı Kehf’in kulaklarına perde indiği ve güneş ışığı görmediği anlaşılmaktadır. Bir uykunun meydana gelmesi için beyindeki “retiküler formasyon” (ağımsı oluşum) denen yere mümkün mertebe az tenbih gelmesi gerekir. Anlaşıldığı üzere Ashab-ı Kehf’in az işitme ve az ışık görmesi için bütün şartlar hazırlanmıştır.
Ashab-ı Kehf ‘in mağarası için çeşitli rivayetler vardır. Yalnız bunun kesin olmadığını özellikle belirtelim. Güneş ışınlarının gelmesine göre mağaranın kuzey-güney istikametinde olduğu anlaşılıyor. Bu mağaranın kabataslak olarak piramit yapısına benzemesi muhtemeldir. Mağaranın bu şekilde olmadığına dair aksi bir rivayet de mevcut değildir.
Boris adlı bir araştırmacı bir yarda genişliğinde bir keops piramidi modeli yaptı. Kuzey, güney doğrultusuna göre yön verdikten sonra içinde tabandan (tepe noktasına kadar olan yüksekliğin) üçte biri uzunluğundaki noktaya ölü bir kedi koydu… Kediyi alarak başka organik maddelerle denemelere devam etti. Bilhassa çabucak bozulan organik maddeleri tercih etti. Bu denemelerden sonra Boris, piramitlerde bozulmayı önleyen bir tesirin olması gerektiğini kabul etmek zorunda kaldı. Belki de Ashab-ı Kehf’in korunmasını sağlayan bir mekanizmaya benzer şekilde piramitlerde mumyaların bulunduğu yer, ortaya doğrudur. Ashab-ı Kehf’in mağaranın geniş bir yerinde olduğu bilindiğine göre muhtemelen ortalara yakındır.
Piramit kelimesi, Grekçe ateş anlamına gelen “piro” ile merkezde anlamına gelen “amid” kelimelerinden oluşur. Piramit “merkezdeki ateş” yani biyokozmik enerjinin ta kendisidir. Burada piramidlerle ilgili çalışmaların neticelerini özet halinde verelim.
Kirletilmiş suyu, birkaç gün piramidin içinde bırakmak suretiyle arıtabiliriz. Süt birkaç gün süreyle taze kalır ve sonunda bozulmayıp sadece yoğurt haline gelir. Et ve yumurta gibi maddeler yumrulaşır. Koparılarak piramidin içine yerleştirilen çiçeklerin suyu çekilir. Ancak biçimlerini ve renklerini korurlar. Bitkiler piramit içinde daha hızlı büyürler. Piramitte bırakılmış su beş hafta süreyle yüz losyonu olarak kullanıldığında yüz bakımı da sağlamış olur. Piramit içindeki bir çöp bidonu içine yerleştirilen yemek atıkları, hiç koku neşretmeden mumyalaşır. Sıvılarda askıda kalan cisimler piramit içi ortamda çökelmemektedir. Kesik, yanık, sıyrık gibi yaralar, büyükçe bir piramidin içine oturulduğunda daha çabuk iyileşme eğilimi gösterir.
Ashab-ı Kehf’in mağarasının güney-kuzey istikametinde oluşu ve muhtemelen de piramitleri andıran bir yapı tarzının olmasının, onların korunmasında rolü olabilir.
Hz. Yusuf’un kıtlık olmazdan önce uzun süre tahılları bozulmadan koyduğu yapı da yukarıdaki bilgilerin ışığı altında düşünülecek olursa piramit olması muhtemeldir.