Arzu Yıldız, ahvalnews.com'dan Burhan Ekinci'ye verdiği podcast röportajında yaşadıklarını anlattı.
Hakkında açılan davalar nedeniyle Türkiye’yi terk eden ve şu an Kanada’da yeni bir hayat kurmaya çalışan Yıldız, Türkiye’den çıkış sürecini, neler yaşadığını, yedi aylıkken Ankara’da terk etmek zorunda kaldığı ve üç yıl sonra kavuştuğu kızıyla ilgili yaşadıklarını anlattı.
Yıllarca Ankara’da yargı muhabirliği yapan Arzu Yıldız, Türkiye’de yargının da hukukun da olmadığını düşünüyor. “Ülkede devlet de yok” diyor.
Gazeteci Arzu Yıldız, 15 Temmuz darbe girişiminin bir üst aklın planlaması olduğunu, Gülen cemaatinden bazı askerlerin ve sivillerin tuzağa düşürüldüğünü ve binlerce insanın mağdur edildiğini düşünüyor.
Arzu Yıldız henüz yedi aylık bebeğini geride bırakarak Türkiye’yi terk etmek zorunda kalmıştı. Hayatının o en zor anın başlangıcı, kendi anlatımına göre, 16 Temmuz akşamı külot ve atletli şekilde ağırlara bağlanmış, kanlar içindeki askerlerin görüntülerini Facebook’ta ‘Kimseye işkence edemezsiniz’ notuyla paylaşmasıyla başlamış.
Yıldız, kendisiyle yaptığımız Yankılar podcastesinde yaşananları şöyle anlatıyor:
“Sayfamda AKP’li bir belediyenin basın danışmanı ekliydi. Muhtemelen o beni propaganda yapıyorum diye ihbar etti.
17 Temmuz’u 18’e bağlayan gece polis evime baskın yaptı. Ben o gece evde değildim. Başsavcıya mesaj gönderdim, ‘Ben her zaman adliyedeyim, niye bana bu kadar polis çıkardınız’ dedim. Olumlu bir dönüş olmadı.
Ortamın sakinleşmesini bekledim. İşkence görüntüleri gerçekten korkutucuydu. OHAL ilan edildi ve daha sonra Haberdar sitesi soruşturmasına dahil edildim. Beş ay Ankara’da saklı hayat yaşadım, kucağımda küçük kızımla. Baktım bunun sonu yok. Hapisteki insan hapiste olduğunu biliyor, dışarıdaki dışarı çıkıyor. Ben nerede olduğumu da bilmiyordum. Araf’ta kalmış gibiydim. Ne yanımdakilere ne de çocuğuma faydam vardı. İllegal çıkacaktım, yüzde 99 yakalanma riskini göze aldım. Sadece yüzde 1 başarabilirim diye düşündüm. Bu sürecin uzun sürecini tahmin etmiştim. Cezaevinden girdim mi çıkışın olmayacağını, hukuki olarak kendimizi anlatmanın da mümkün olmadığını biliyordum.
Yunanistan’a gittim. Türkiye’den çıkarken de hep arkama bakıyordum, ‘ne olur bir şey olsun’ da döneyim diye. Çünkü bebeğimi bırakmıştım. Çok zordu, sınırı geçtiğimde bir sürü mülteci ile yan yana kaldım. Suriye’den, Irak’tan, Rojava’dan her yerden insan gelmişti. Herkesin acıları vardı. Acılarımın onların acılarının yanında küçük olduğunu düşündüm. Ben çıkarken, aynı gün Selahattin Demirtaş’ı tutuklayıp, Edirne’ye getirmişlerdi. Benim kaldığım kampla Demirtaş’ın kaldığı cezaevi arasında 15 km vardı. Bunu da görünce Türkiye’nin artık hiç düzelmeyeceğine kanaat getirdim.
Yunanistan’da 20 gün kaldım. Amerika vizem vardı, oraya geçtim, ardından Kanada’ya gittim, iltica ettim. Oturum aldım. Türk devleti benim çocuklarıma pasaportlarını vermedi. Küçücük çocuklara pasaport verilmedi. Keyfiydi bir gerekçe yoktu. Büyük kızımın Amerikan vizesi vardı. 2011 yılında Taraf’tayken almıştık. Büyük kızım iki yıl sonra Amerika’ya geldi, bir arkadaşım aldı sınıra getirdi, ben de gittim Kanada sınırdan aldım onu.
Küçük kızım üç sene sonra ancak geldi. İlk kez dördüncü yaşını beraber kutladık. Bana alışamadı. Çocuk beni değil, babamı annesi biliyor. Babam bakıyordu. Gece kalkıyor ağlıyor, Ankara’yı istiyor, dedesini istiyor. Sürekli ağladı ‘seni istemiyorum’ diyordu. Yeni yeni artık kabullendi."