DW'nin haberine göre, Türkiye'nin Cemal Kaşıkçı davasını Suudi Arabistan'a devretmesini, "Riyad için adeta zafer" sözleriyle değerlendiren Ortadoğu uzmanı Sebastian Sons, Ankara'nın bu adımı atarak Riyad'ın normalleşme için öne sürdüğü şartı yerine getirmiş olduğu ve Erdoğan'ın Suudi Arabistan ziyaretinin yolunun da bu sayede açıldığı tespitinde bulundu.
Gelişmelerin aynı zamanda bölgedeki otoriterleşmenin yükselişini simgelediğini, otoriter yönetimlerin güçlerini muhafaza edebilmek adına safları sıkılaştırdığını aktaran Sons, "Otoriter yönetimlerin oluşturmakta oldukları ittifak gayet tabii ki muhalefete, insan hakları savunucularına, gazetecilere şu mesajı veriyor: Otoriter liderler günün sonunda işbirliği yapar, her türlü muhalefeti bastırır, bulundukları yerde onları bulur… Kaşıkçı cinayeti, ne yazık ki acımasız ve vahşi bir şekilde bu gücün gösterildiği dehşet verici bir örnek" diye konuştu.
Bonn merkezli Ortadoğu Araştırmaları Merkezi CARPO'nun kıdemli araştırmacılarından Dr. Sebastian Sons, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın Arap liderleriyle yakınlaşma hamlelerinin gerisinde yatan nedenleri, Suudi Arabistan'a yapması beklenen ziyaretini ve bunun Ortadoğu'da tetiklemesi muhtemel değişimi DW Türkçe'ye değerlerdirdi.
DW Türkçe: Rusya'nın saldırısı nedeniyle tüm dikkatler Ukrayna'ya çevrilmiş durumda. Ancak Ortadoğu da bölgesel güç dengelerini değiştiren, çok önemli gelişmelere sahne oluyor. Bu ilginç gelişmelerden biri de Türkiye-Suudi Arabistan yakınlaşması. Arap ve Türk basınında yer alan haberlere göre Cumhurbaşkanı Erdoğan, bayramda Suudi Arabistan'ı ziyaret edecek. Aslında Erdoğan, bu ziyareti Şubat ayında gerçekleştireceğini açıklamıştı. Ama ertelendi… Siz bu gecikmeyi neye bağlıyorsunuz?
Dr. Sebastian Sons: Hatırlayacaksınız, aslında Türkiye ile Suudi Arabistan arasında normalleşmeye dönük görüşmelerin yürütüldüğünü, kendisinin de bir ziyaret gerçekleştireceğini ilk olarak Erdoğan kamuoyuna açıklamıştı. Bu aslında şunu da gösteriyor, Türkiye'nin Suudi Arabistan'ın yatırımlarına, ekonomik işbirliğine duyduğu ihtiyaç, Suudi Arabistan'ın Türkiye ile ilişkilerini normalleştirme ihtiyacından çok daha büyük, daha önemli ve ivedilik arz ediyor. Ben yaklaşık bir ay önce Suudi Arabistan'daydım. Orada edindiğim izlenim, Türkiye ile yeniden ilişkileri tesis etmeye duyulan ilginin, Türk tarafının istekliliğine kıyasla daha az olduğu şeklindeydi. Riyad için Türkiye ile normalleşmenin en önemli şartı, Cemal Kaşıkçı davasının Suudi Arabistan'a devriydi. Bu da geçen hafta gerçekleşti. Artık, Suudi Arabistan'ın şartı Türkiye tarafından karşılanmış, Erdoğan'ın ziyaretinin de yolu açılmış görünüyor.
Muhalif gazeteci Kaşıkçı'nın, 2018 yılında, Suudi Arabistan'ın İstanbul başkonsolosluğunda öldürülmesi, uzun süredir Ankara ile Riyad arasında gerginlik konusuydu. Türkiye'deki davanın şimdi apar topar Suudi Arabistan'a devredilmesi, konunun hukuki boyutlarıyla birlikte kamuoyunda tartışılıyor. Suudi Arabistan açısından bu konu neden normalleşme açısından en önemli şarttı? Ankara bu adımı atarak hangi mesajı vermiş oldu?
Türk tarafı bu kararıyla Suudi Arabistan'a Kaşıkçı davasını kapattığını, bunu Türkiye-Suudi ilişkilerinde Riyad üzerinde baskı aracı olarak kullanmayacağı, araçsallaştırmayacağı güvencesini vermiş oldu. Suudi Arabistan yönetimi için Türkiye'nin Kaşıkçı davasını kapatması, sembolik olmaktan çok öte, adeta bir zafer. Çünkü Türkiye, bu kararla, Suudi Arabistan'a "biz bu konuda galip gelen taraf olamayacağımızı anladık, size ihtiyacımız var, bu nedenle karşılıklı ekonomik ve güvenlik çıkarlarına dayanan pragmatik ilişkilere dönelim" mesajını vermiş oldu. Riyad da bu sayede bölgede marjinalleşmesine yol açan bu konunun kapandığını ilan etmiş, hem Türkiye'ye hem de tüm dünyaya "kimse içişlerimize karışmasın" mesajını vermiş oldu.
Erdoğan'ın Suudi Arabistan ile normalleşme adına attığı bu adım, neyin habercisi? Farklı bir döneme, yeni bir dönüm noktasına mı tanıklık ediyoruz?
Evet. Aslında bu gelişmeler bölgede otoriterleşmenin yükselişini simgeliyor. Kaşıkçı cinayeti dosyasının Türk makamları tarafından Suudi makamlara devredilmesi, bize bölgedeki otoriter yönetimlerin güçlerini muhafaza edebilmek adına safları sıkılaştırdıklarını da gösteriyor. Kendi güçlerini, yönetimlerini muhafaza edebilmek adına, daha yakın bir dayanışma içinde olmaları gerektiğini, rakip aktörlere, ortak düşman olarak gördükleri aktörlere karşı birleşmeleri gerektiğini düşünüyorlar. Aslında bu, Suudi Arabistan ve Veliaht Prensi Muhammed bin Selman tarafından son bir kaç yıldır izlenen bir politika. Sadece Türkiye ile değil, kendi komşu ülkeleriyle de bu yolda ilerledi… Bir yıl önce Katar ile diplomatik ilişkilerin yeniden tesis edildiği "El Ula" deklarasyonu da bunu temsil ediyor. Çünkü Suudi Arabistan, ABD'yi artık güvenilir bir ortak olarak görmüyor, bu nedenle kendine diğer partnerler arıyor ve gayet tabii ki Erdoğan, Suudi Arabistan'ın beklentilerine yanıt verebilecek bir partner olabilir. İran'ın bölgedeki nüfuzuna karşı, Ortadoğu'da radikalleşme ve aşırıcılığa karşı, Türkiye bir karşı denge oluşturabilir.
Bu normalleşme sürecinde, otoriter yönetimlerin iktidarlarını sürdürme, bu amaçla dayanışma içine girmesinin belirleyici olduğuna işaret ediyorsunuz. Oysa Türkiye ile Suudi Arabistan arasında ideolojik açıdan farklılıklar, dış politikada rekabet, farklı çıkarlar ve öncelikler de söz konusu…. Tespitinizi biraz açar mısınız?
Bölgedeki liderler, güvenlik konuları, ekonomik sorunlar gibi farklı nedenlerden dolayı siyasi yönetimlerinin geleceği konusunda, kendi güvenlikleri konusunda endişe duyuyorlar. Üzerlerinde artan baskı o kadar büyük ki, birbirleriyle pragmatik, taktiksel ittifaklar oluşturmak dışında başka bir seçenek görmüyorlar. Bu da ideolojik farklılıkların bir kenara bırakılmasına, pragmatizme dayanan bir yakınlaşmaya, yeni bir ittifak modeline yönelmelerine yol açıyor. Suudi Arabistan-Türkiye yakınlaşması bunun en bariz örneği. Ayrıca bölgedeki otoriter yönetimler, son bir kaç yıldır şunu fark ettiler: Artık ABD, bu rejimlerin güvenlik şemsiyesi olarak bölgede varlık göstermek istemiyor, bölgedeki varlığını azalttı. Batı dünyasının Ukrayna ve Rusya'ya odaklandığı, Çin ve Rusya'nın küresel aktörler olarak Körfez ülkeleri ve genel olarak bölge için öneminin arttığı bu çok kutuplu dünyada, bölgedeki otoriter yönetimler, siyasi olarak ayakta kalabilmek, yönetimlerini, güçlerini muhafaza edebilmek için yeniden işbirliği yapmak zorunda olduklarını fark ettiler.
Ortaya koyduğunuz bu çerçeve, bu ülkelerde demokrasi, insan hakları ve özgürlükler konusunda çok karamsar bir döneme işaret ediyor…
Ne yazık ki öyle. Otoriter yönetimlerin oluşturmakta oldukları ittifak gayet tabii ki muhalefete, insan hakları savunucularına, gazetecilere şu mesajı veriyor: Otoriter liderler günün sonunda işbirliği yapar, her türlü muhalefeti bastırır, bulundukları yerde onları bulur… Kaşıkçı cinayeti, ne yazık ki acımasız ve vahşi bir şekilde bu gücün gösterildiği dehşet verici bir örnek… Aynı şeyin tekrarlanabileceğini düşünmüyorum. Ancak istihbarat örgütlerinin işbirliğine gittiği, bölge ülkelerinde toplumsal baskıların arttığı, gözetlemelerin yapıldığı, otoriterleşmenin farklı bir evresine geçileceğini, yeni bir baskı dönemiyle karşı karşıya olacağımızı düşünüyorum. Bölge liderleri siyasi güçlerini konsolide etmekten çekinmeyecek. Batı'da ise, özellikle de Ukrayna krizi nedeniyle, bu endişe verici gelişmelerin üzerine gidecek bir irade yok.
Türkiye'nin Suudi Arabistan ile ilişkileri normalleştirme arayışında, ekonomide yaşanan ağır sorunların, enerji fiyatlarındaki rekor artışın da etkili olduğu belirtiliyor. Türkiye'de seçimler yakınlaşıyor, sizce Erdoğan yurt dışından kaynak sağlama arayışında Riyad'dan kendisine destek bulabilir mi?
Suudi Arabistan partner olarak gördüğü ülkelere mali kaynak sağlıyor. Bunu Mısır, Sudan konusunda, son olarak da gerilimler sonrasında Lübnan'da gördük. Ama sadece mali destek ya da yardımlar değil, yatırımlar da söz konusu. Veliaht Prensi Muhammed Bin Selman tarafından yönetilen Suudi Arabistan Kamu Yatırım Fonu'nun aktivitelerine baktığınızda, bunun Suudi Arabistan'ın yurtdışı yatırımlarının ana kaynağı olduğunu görürsünüz. Bu aynı zamanda rejimin gücünü muhafaza etme ve başka ülkeler üzerinde etkide bulunmanın aracı. Suudi Arabistan, petrolün ötesinde ekonomik yatırımlarını çeşitlendirme arayışında ve Türkiye çok çekici bir pazar. Türkiye onlar için aslında ekonomik açıdan yatırım yapmanın çok mantıklı olduğu bir partner…
Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Ramazan Bayramı'nda Suudi Arabistan'ı ziyaret edeceği, hatta bayram namazını Mekke'de Kral Selman ve Veliaht Prens Muhammed bin Selman ile birlikte kılacakları haberlere yansıdı. Bu henüz resmen doğrulanmadı, ancak eğer gerçekleşirse, bunun sembolik önemini size göre nedir? Nasıl bir mesaj verilmek isteniyor olabilir?
Bu, her iki taraf için de kendi kamuoylarında itibarlarını korumayı sağlayacak ideal bir çözüm gibi görünüyor. Çünkü dini bir boyutu da bulunan bu hamle, her iki taraf için de, geçmişteki gerilimlerin andından ziyaretin kamuoylarında kabul görmesini kolaylaştırıyor. Bu aynı zamanda, bölgenin "tartışmasız lider ülkesi" olduğunu göstermek isteyen, bu rolü yeniden inşa etmek isteyen Suudi Arabistan'ın elini de güçlendiriyor.