HÜSEYİN ODABAŞI
Türk milletinin uzun müddet AKP esaretinde veya diktasında kalacağını sanmıyorum. Sosyolojik olarak bunu mümkün görmüyorum. Anlıyorum pek çoğu Türk halkını, Ortadoğu'nun diktatörlüğü ile yönetilen hürriyet ve demokrasi görmemiş milletleri ile karıştırıyor. Suriye, Irak, Libya, Sudan gibi devletler uzun zamandan beri dikta rejimlerle idare edildiler. Evet dikta rejimlerle idare edildiler fakat onlar hürriyet ve demokrasiyi hiç tatmadılar ki. Uzun zaman esaret ve hürriyetten uzak olma Ortadoğu milletlerinin adeta fıtratlarına işledi, tabiatlarını bozdu.
Fakat Türk halkı, 50’li yıllardan beri demokrasi ile yönetilerek insan hakları eksenine doğru pek çok ivme kazandı. Evet, son bir asır içinde darbeler oldu, ihtilaller yaşadı, gulyabaniler tarafından yolları kesildi. Fakat her seferinde uçurumun kenarından özgürlük, hürriyet ve demokratik bir tavır sergileyerek kurtulmasını da bildi.
Özellikle 2004 ile 2014 yılları arasında Türk halkı, demokrasiyi biraz daha yakından tanıdı ve hürriyetin ne demek olduğunu daha iyi anladı hatta iliklerine kadar tattı. Ahmet Altan’ın ifadesiyle 2010 yılında Türk milleti bir cennetin kapısına kadar geldi ve cennetin içerisini temaşa da etti. Bu cennet vatanı hayranlıkla seyretti. Ve ne yazık ki biraz da bedbaht idarecilerinden ötürü gördüğü bu cennetin kapısından içeri gireceğine aldatılarak oradan gerisin geriye dönmeyi tercih etti.
Fakat demokrasi ve hürriyet cennetinin kapısından döneli şimdi aradan 8, 10 sene geçti. Bu geçen zaman zarfında daha iyi olur diye düşünürken hiçbir şey yolunda gitmedi. Adalet bozuldu, ekonomi freni patlayan arabaya dönüştü, cinayetler arttı, mahrumiyetler esaretler ve hapisler nerdeyse hayatın parçası haline geldi. Her yapılan seçim bir öncekine göre kadavraya dönerek sembolikleşti. Hürriyet ve yaşam alanları daraldı. Hemen herkes öyle veya böyle Silivri'nin soğuk olduğunu öğrendi.
Bunca yaşanan melunluktan sonra Türk milleti özgürlüğün tadını unuttu mu dersiniz? Ortadoğululaştı mı? Yeni efendileri onun ruhunu köleleştirmeye muvaffak oldu mu dersiniz? Evet, özgürlüğü tatmış milletlerle tatmamış milletler aynı olmaz. Akıllananlar deli olamaz. Akıllığı tadan insanların nasıl deli olmaları ve deli taklidi yapmaları ne kadar zordur özgürlüğü tatmış milletlerin de bu özgürlüklerini elinden alacak şekilde dikta bir rejim kurmak da o kadar zordur. Kurulsa bile özgürlüğü kısıtlayan böyle bir rejimin uzun müddet devam etmesi mümkün değildir.
Çünkü özgürlüğün tadı unutulmaz. Hele istiklal marşlarında “Ben ezelden beridir hür yaşadım, hür yaşarım. Hangi çılgın bana zincir vuracakmış şaşarım!” gibi mısraları olan halkları köleleştirmek hiç mümkün olmaz.
Bakin Makyavelizm'in fikir babası ve aynı zamanda sosyolog olan Makyavel, diktatör Sultanları özgürlüğü tatmış halklara karşı ikaz edip uyarıyor. “Her kuşun eti yenmez sultanım” demeye getiriyor: “İsyan çıktığında bu şehir halkı geçen zamana rağmen asla unutmadığı özgürlük ve eski kurumları bayrağı haline getirerek halihazırdaki yönetime kasteder; yeni yönetici tarafından ele geçirilen avantajlar ülkeye hâkim olan hükümdarın icraatları ve basireti ne olursa olsun boşa gider.”(Şule Yayınları, Machıavellı, Hükümdar, sf, 42)
Devlet ve idarede kafa yormuş olan Makyavel’le göre özgürlüğü tatmış olan bir halkı köleleştirmek o halkın düzenini ve şehirlerini tamamen yakıp yıkmakla ancak mümkündür. “Kim bununla beraber özgürlüğe alışkın bir şehri fetheder ve o şehri yakıp yıkıp ortadan kaldırmaktan başka çare yoktur.”(aynı eser, sf;42)
İngiliz Kralı 8. Edward, 4 Eylül 1936 yılında Mustafa Kemal Atatürk’e bir nezaket ziyaretinde bulunmak ister… Atatürk ise konuğunu ‘batılıların’ sofra adabına göre ağırlamak ister… Ve bu hazırlığı yapacak olan yetkililere şöyle der; “Bana, İngiliz sarayında verilen ziyafetler ne şekilde oluyorsa, onu en iyi bilen aşçı ve sofra hizmeti yapacak birilerini bulunuz” der… Ve bu işi bilen en iyi aşçılar bulunur… Masa hizmeti yapacak olan garsonlar tespit edilir. Ve o gün gelir…
İngiliz Kralı’na gereken konukseverlik gösterilir. Kral kendisi için hazırlanan ihtişamlı sofrayı görünce; “Sizi tebrik ederim ekselansları ve aynı zamanda çok teşekkür ederim… Kendimi birdenbire İngiltere’de zannettim.” Diyerek memnuniyetini iade eder…
Ancak yemek servisi yapılırken, garsonlardan birisinin ayağı yerdeki halıya takılarak, taşıdığı servis tabaklarının hepsini yere düşürür… Yemekler halının üzerine dağılır… Bu hatayı yapan garson ise utancından kıpkırmızı kesilir… Bu yaşanan olayı fırsata dönüştürmek isteyen İngiliz Karlı alay etmek istercesine; “Yeni bir ülke kurdunuz ama ekselansları, henüz hizmet edecek bir uşağınız bile yok.”
Mustafa Kemal Atatürk hiç istifini bozmadan yanıt verir; “Haklısınız ekselansları, ben bu millete her şeyi öğretebildim ama onlara uşak olmayı bir türlü öğretemedim.”
Dünün idarecileri Anadolu halkına bu uşaklığı öğretemediği gibi bugünün idarecilerinin de öğretebileceğini sanmıyorum. Fakat asıl endişem halk ve millet olarak aramızdaki kavgalar ve çekişmelerdir. Çünkü bir milletin esaretinin uzunluğunu veya kısalığını aralarındaki çekişmelerin ve kavgaların seviyesi belirler.